Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Sürtüşmeden Buluşmaya

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Lilou Charles G'ladheon

Lilou Charles G'ladheon


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/07/11

Özel
Rp Puanı:
Sürtüşmeden Buluşmaya Left_bar_bleue92/100Sürtüşmeden Buluşmaya Empty_bar_bleue  (92/100)

Sürtüşmeden Buluşmaya Empty
MesajKonu: Sürtüşmeden Buluşmaya   Sürtüşmeden Buluşmaya Icon_minitimeC.tesi Ağus. 06, 2011 8:22 am

En güzel kıyafetlerini giyiyordu Lilou. Bu akşam ilk randevu vardı. Cesaretini toplamış, Vera’yı Hogsmeade’ye davet etmişti. Kendinden beklemediği bir şeydi. Yatakhanede giyinen Lilou ağır ve 1 saat sonrasını düşünen adımlarla Ortak Salon’a doğru ilerliyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarpıyor, heyecandan sağ gözü seğirtiyordu. Dişlerini sıkmaktan artık başı ağrımaya başlayan Lilou, Ortak Salon’a gelip aynanın karşısına geçti. Babasından kalan üzerinde yılan işlemeleri olan yeşil siyah tarağı saçlarına doğru götürdü. Hayatında ilk kez saçlarını tarıyordu. Aklına babası geldi. Buz gibi soğuk olmasıyla bilinen Lilou bugün duygu seli yaşıyordu resmen. Önce Vera adında Gryffindor’lu bir kız, şimdiyse babasından yadigâr kalan bir tarak. Gözleri yaşardı Lilou’nun. Saçlarını tararken, suratı şekilden şekile giriyor ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Lilou saçlarını taradıktan sonra tarağını tekrar yerine koyarken boğazında acı bir yanma hissetti. Yutkunurken, boğazında düğüm varmış gibi zorlandı Lilou. Tarağı bıraktıktan sonra ayağa kalktı. Tekrar aynanın önüne gitti. Yakalarını düzeltti. Şu halde onu kimsenin görmemesi için dua ediyordu. Gözlerini sildi Lilou. Yüzüne yine her zamanki ifadesiz, ifadesini taktı. Bu surattan hiçbir şey anlamak mümkün değildi. Aynada kendine son kez baktı ve ağır adımlarla portre deliğinden çıkarak zindanlara girdi. Zindanlar yine her zamanki gibi soğuk ve rutubetliydi. Kasvetli bir havası vardı. Lilou belki burayı sevebilirdi ama şu iğrenç koku, onu tiksindiriyordu. Merdivenlere doğru giderken, geri dönmekle devam etmek arasında seçim yapmak zorunluluğunda hissetti kendini. Seçimi yapmak oldukça zordu. Bir Slytherin’li onu Gryffindor’lu bir kızla görürse kötü olabilirdi sonuçları. Ya da kız Lilou’ya tuzak kuruyor olabilirdi. Bunların hepsi ihtimaller dahilindeydi. Lilou bir saniyeliğine merdivenlerin önünde durdu. Arkasına tekrar baktı ve bir adım daha attı. Gidecekti… Sonuçları ve bedeli ne olursa olsun. Artık çevresini düşünerek hareket etmek istemiyordu. Kendi hayatını yaşamalıydı. İnsanların ne düşünecekleri, ne diyecekleri artık zerre kadar umrunda değildi. Hızlı adımlarla merdivenleri tırmanıp okulun arazisine doğru ilerledi.

Okul arazisine çıktığında havaya baktı. Sabah yüzünü gösteren yakıcı güneşten eser yoktu. Hava kara-kızıl bulutlarla kaplanmıştı. Kurşun gibi ağırdı gökyüzü. Dünya’ya meydan okurcasına… Hafif bir rüzgar esiyordu. Lilou’nun tenine tatlı bir dokunuşla temas eden rüzgar, Lilou’ya uzun süredir hissetmediği bir duyguyu hissetirdi. Yaşamak… Derin bir nefes alıp, kararmaya yakın olan havanın tüm karanlığını içine çekmek istedi Lilou. Tüm karanlığı içine çekip, aydınlığa bırakmak için dünyayı. Bugün her şey güzel olmalıydı. Bugün sonbahar değil ilkbahar olmalıydı. Vera geldi aklına yeniden. Gerçi hiç çıkmamıştı ama bu sefer bir farklıydı. Vera’yı düşündü. O kadar güzeldi ki, yanından geçtiği bir çiçek bile güzelliğini kıskanıp küsüyordu güneşe. Bugün ne giyerse giysin, kıyafeti güzelliğinden sönük kalacaktı üstünde. Belki bir kumaş parçası olmalıydı Lilou. Vera’nın tenine dokunabilmek için. Şu koşullarda bu durumu kendine çok uzak görüyordu. Lilou bir Slytherin’di ve bununla her zaman gurur duyardı. Ne zaman bir Slytherin’li, Gryffindor’luya aşık olup kavuşabilmiş ki? Er ya da geç bir başka Gryffindor’lu, Vera’yı kendine aşık ederdi. Ama Lilou bugün okulun arazisine bunları düşünmek için değil, Hogsmeade’ye gidip Gryffindor’lu hırçın kızla buluşup kendini sahada edemediği şekilde ifade etmek için gelmişti…

Lilou okul arazisinde yürümeye başladı. Asasını beline yerleştirmişti. Bunu sık sık yapmazdı. Genelde tehditkâr olması için görünür bir yerlerine koyardı asasını. Bugün farklıydı o yüzden böyle gerektiğini düşünmüştü Lilou. Hogsmeade’ye yaklaştıkça midesinde garip şeyler oluyordu. Yok, bu açlık değildi. Bu bir karın ağrısıydı. Karın ağrısının sebebi ise yedikleri değil, hissettikleriydi. Çok sık gelmezdi bu Lilou’nun başına. Hogsmeade’ye girmek üzereyken, Vera’yı nerede bulacağını bilmediğini farketti Lilou. O kadar heyecanlıydı ki kıza bir yer söylememiş, söylemediği yetmezmiş gibi de kıza nerede buluşacaklarını sormamıştı. Şimdi girip tek tek tüm dükkanlara bakabilirdi. Ama ya gelmemişse? Gerçekten son derece sıkıntılı bir durumdu. Yine de Vera’nın vaktinden önce gelmiş olması ihtimalini göz önünde bulundurmak zorundaydı. Kızında onun kadar heyecanlı olması, Hogwarts’ta sıkılmış olması, canının bir kaymakbirası çekmiş olması ya da bekletmeyi sevmeyen biri olması için dua ediyordu Lilou. Önce Gryffindor’lu öğrencilerin sık takıldığı Üç Süpürge’ye gitti. İçerisi çok kalabalık olmasına rağmen Vera burada olsa direk onu görürdü. Zaten gözü de başka birisini görmüyordu Lilou’nun. Daha sonra Üç Süpürge’den çıkıp, Café Angéla’ya gitti. İçeride öpüşen iki Hufflepuff öğrencisi dışında iki üç kişilik yetişkin büyücüden oluşan bir grup vardı. Oradan da çıkıp ilerlemeye devam etti. Domuz Kafası’nın önünden geçti. Tabelaya baktı ve kafasını sallayıp yürümeye devam etti. Vera buraya gelecek bir kız değildi. Umutsuz bir şekilde bekleyip etrafına bakarken ilerde bir dükkan gördü. Daha önce orada olmayan bir dükkan. Yeni açılmış olmalıydı. Lilou hızlı adımlarla oraya giderken 7.sınıf bir Gryffindor öğrencisiyle çarpışıp yere düştü. Normalde kalkıp ona saldırırdı ama ayağa kalktıktan sonra üzerini düzeltip yeni açılan dükkana doğru ilerlemeye devam etti…

“Büyülü Masal Bahçesi” Lilou içeri girer girmez köşede tek başına oturan Vera’yı gördü. Vera pencereden dışarı bakıyordu. İçerisi normalde konumuna göre iyi ışık alan aydınlık bir yer olmasına rağmen, Vera’nın yanında oturduğu pencere hariç mat, mavi perdelerle örtülü pencerelerden ötürü karanlıktı. Tabii tavanda durup cafe’ye loş bir hava veren gün ışığı rengindeki lamba oldukça güzel bir ortam yaratmıştı. Lilou derin bir nefes aldı. Yavaş adımlarla Vera’nın yanına doğru gitti. “Merhaba Vera. Seni bulmak zor oldu.” Lilou’nun ne sesi titremişti, ne de söyleyecek cümle bulmakta zorlanmıştı. Aslında çok fazla cümle kurmuş sayılmazdı ama Quidditch sahasındaki karşılaşmaya göre daha iyi sayılırdı. Vera’yla selamlaştıktan sonra oturdular. Suratı yine soğuk, yine ifadesiz duruyordu Lilou’nun. Kimse bu surata bakıp neşelenemezdi ki! Espri anlayışı facia olan biri olduğu düşünülürse, bu surat ifadesini yüzünden çıkartıp atana kadar Vera’yla ikisi böyle birbirlerine boş boş bakıp duracaklardı. Lilou sahada her ne kadar aptal dursa da gülümsemesinin Vera’nın hoşuna gittiğini hatırladı. Belli belirsiz bir gülümseme yerleştirdi suratına. Gözlerinin içi parlıyordu. Vera’nın gözleriyse her zamanki gibi mükemmeldi. “Bir şeyler içmeye ne dersin? Bu arada bana Charles diyebilirsin. Lilou’yu telaffuz etmekte güçlük çektiğini farkettim. Lakapları da pek sevmem hani. İstersen Lou de ama diğer isimim Charles” Garsonu yanına çağırdı. “Ne içersin veya ne yersin?” diye sordu Vera’ya. Şimdilik her şey yolunda gidiyordu. Henüz etraftan fırlayıp Lilou’ya kahkahalarla gülen yapışkan Gryffindor’lular yoktu. Ya da kız can sıkıcı bir harekette bulunmamıştı. Her şeyin böyle devam etmesi için bildiği tüm duaları etmişti Lilou…
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcian St. Pierre

Marcian St. Pierre


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 30/07/11

Özel
Rp Puanı:
Sürtüşmeden Buluşmaya Left_bar_bleue98/100Sürtüşmeden Buluşmaya Empty_bar_bleue  (98/100)

Sürtüşmeden Buluşmaya Empty
MesajKonu: Geri: Sürtüşmeden Buluşmaya   Sürtüşmeden Buluşmaya Icon_minitimeC.tesi Ağus. 06, 2011 4:01 pm

“Pekala, bakalım doğru anlamış mıyım? Buluşmaya gidiyorsun.”

Dört direkli karyolasında bağdaş kurmuş Lynn’e aynadan gülümseyen cadı, kendisinden bir sınıf büyük olan arkadaşının söylediklerini başını sallayarak onayladı. Bakışlarını tekrar aynadaki yansımasına çevirdikten sonra, eleştirel bir bakışla kendisini süzüp üstündeki gök mavisi tişörtü çekiştirmeye devam etti. Bu sabah antrenman sahasında olanların özetini geçtiği cadı, şimdi söylediklerine pek inanamamış bir tavırda, kendisine anlatılanların özetini Vera’ya çıkartıyordu. Bu özet sırasında, sabahın en önemli kısımlarının kaybolacağının ve yapmak üzere olduğu şeyin çok saçma bir fikirmiş gibi görüneceğinin farkındaydı. Bunun sebebi fikrin gerçekten de çok saçma olması olabilirdi, sonuçta ters gidebilecek birçok şey vardı ama yine de, bu akşamı nasıl geçireceği konusundaki planlarını değiştirmek aklının ucundan bile geçmemişti cadının. Boy aynasının başından ayrılıp sandığının önünde diz çöküp diğer kıyafetlerinin arasından bir hırka aramaya başladı. Kendisine ait olmadığına emin olduğu bir çorap tekine birkaç saniye şüpheyle baktıktan sonra kendi kendine omuz silkerek arayışına devam etti, bu sırada Lynn üstünden kalkarken yatağın çıkarttığı gıcırtıyı ve yatakhanede dolaşan cadının ayak seslerini duyabiliyordu.

“Bu sabah tanıştığın bir Slytherin’le. Şu beşinci sınıf çocukla.”

“Biliyorsun, onun bir adı var.” Bulduğu siyah hırkanın temiz olduğuna karar verip ayağa kalkarken şakacı bir tonda, sırf itiraz etmiş olmak için konuşmuştu Vera. Pek kullanılmayan ikinci adının Lynn olması, kısaltması Lynn olan Lynnete’le konuşurken bir çoklu kişilik bozukluğuna falan sahip olmadığına emin olmak zaman zaman için kendini sorgulasa da kız, tanıdığı en iyi insanlar biriydi, onunla tartışmayı düşünmüyordu. Arkadaşı, Vera’nın bir Slytherin’le buluşması fikrini kucaklamamış olabilirdi ama Lynn’in yerinde olsa, Vera da aynı şeyi yapardı.

“Evet. Ama nasıl okunduğunu bilmiyorsun.” diye belirtti bir yıl daha büyük olan Gryffindor sırıtarak. Neşeyle, kendiyle barışık bir kahkaha atan kız, başını sağa sola sallayarak itiraf etti. “Hayır, en ufak fikrim yok.” İkinci denemesinde, çocuğa Lou dediğinde genç Slytherin telaffuzunu düzeltmemişti ama doğru söyleyebildiğinden emin değildi cadı. Eğer bir şekilde ismi doğru dile getirmeyi başarmışsa bile bunu bir kere daha nasıl yapacağı konusunda da bir fikri yoktu. Onunla beraber gülmüş arkadaşı birkaç saniye sonra tekrar ciddileşti. “Seni geçirmemizi falan istemediğine emin misin?” Lynn’in bu yeni arkadaşa şüpheyle yaklaşması normaldi. Öneriye gözlerini devirip gülen Vera, bir sorun çıkmayacağı ve kendi başının çaresine bakabileceği konusunda ısrar etti. Pekala, aslında Slytherin’in aklında bir şeylerin olmadığından ya da karanlık bir efendiye kurban edilmeyeceğinden emin değildi ancak endişelerini arkadaşına yansıtmamayı tercih ediyordu. Yatakhaneden çıkmadan önce kıza sarılan Vera, vedalaşırken olasılığı bir an gerçekten gözden geçirmişçesine sordu. “Babam sana baykuş göndermedi, değil mi?” Pek sık şahit olunmayacak bir şeyi yapıp ciddileşen Vera, gülümseyerek daha önce söylediklerini tekrar etti.

Gerçekten, bir şeyin olacağı yok, akşama görüşürüz. Gelirken Balyumruk’tan bir şeyler getiririm, tamam mı?”

Birkaç dakika sonra kulelerden aşağı inerken bir şeyin olmayacağı konusunda belki biraz fazla haklı olduğunu düşündü cadı. Sonuçta ilk önce Lilou’yu bulabilmesi gerekiyordu ki merdivenlerden inmeye başlayana kadar, nerede buluşacaklarını kararlaştırmadıklarını fark etmemişti. Belki de Lilou kasten yapmıştı, sonuçta kutlama konusunda epey bir ısrarcı olmuştu Vera, genç Slytherin sadece kızı başından atmak için tutmayacağı bir söz vermiş olabilirdi. Düşüncelerini kovmak istercesine başını iki yana sallayıp adımlarını hızlandırdı cadı, bu ihtimali düşünmeyecekti. Profesöre, babasının imzaladığı izin kağıdını gösterip okul arazisinden çıkınca, ellerini pantolonunun ceplerine sokarak kasabaya doğru devam etti. Hogsmeade, Britanya’daki tek büyücü kasabası olsa da hiç olmazsa izin günlerinde muggle kıyafetlerini tercih ediyordu. Pekala, kasabaya gelmişti, buradan nereye gidecekti? Kasabanın meydanında büyücüyü beklemeyi düşündü bir an, sonuçta Hogsmeade’de buluşacaklarını söylemişlerdi. Ancak hava, sabahki sıcak, açık halinden epey bir uzaktı ve zaten burada beklese, geziye giden diğer öğrencilerin dikkatini çekerlerdi. Vera’nın göz önünde olmakla bir sorunu olmazdı normalde, Slytherin’le görülmekten de kendi adına pek çekinmiyordu, sonuçta binasından kimsenin ona böyle bir şey için sataşacağı yoktu. Arkadaşları zaman zaman bir ebeveyni aratmayacak kadar korumacı olabiliyordu ama hepsi buydu. Cadı, düşman binalarından birilerinin hedefi olacağını da pek düşünmüyordu. Pekala, aslında ikinci bir kez düşününce Malfoy kızları cadıyla biraz uğraşabilirdi ancak o dediği zaten düzenli olarak gerçekleşiyordu, değişen bir şey olmayacaktı yani. Ancak okulun aralarındakini –Ki gerçekten, öyle bir şeyin var olduğuna emin miydi cadı? Bu bir buluşma, daha doğrusu ‘kutlama’, cadının olmasını istediği anlama gelmiyor olabilirdi. - öğrenmesi halinde, iki binanın da Lilou’ya çok nazik davranacağını sanmıyordu. Bu yüzden her daim kalabalık olan Üç Süpürge’yi eledi Vera. Pekala, Domuz Kafası sakin bir yer olabilirdi ancak hayır, henüz o kadar çaresiz değildi, kimera yumurtası kaçakçılarına falan bulaşmadan da koca kasabada sakin bir yer bulabileceğine inanıyordu hala. Uzun zamandır görmediği, son sınıf bir binadaşına başıyla hafif bir selam verip yürümeye devam etti. Pekala, başka neresi vardı? Daha önce burada olmadığına emin olduğu bir dükkanın önünde durdu cadı.

Büyülü Masal Bahçesi.

İsim seçimine kaşlarını hafifçe çatmadan edemedi, bir oyuncak dükkanını andırıyordu ilk bakışta. Hem gerçekten, Britanya’nın tek sadece büyücülerin yaşadığı kasabasında ‘büyülü’ ne kadar dikkat çekebilirdi ki? Ancak cadının pencerelerden görebildiği üzere, henüz Hogwarts öğrencileri tarafından tam keşfedilmemiş, hoş bir yere benziyordu Büyülü Masal Bahçesi ve Merlin’e şükürler olsun ki tenhaydı. Kendi kendine omuzlarını silkerek içeri girdi Vera, dolaşmaya devam ederse, kendisi de dolaşan bir Lilou’yla hiç karşılaşamama olasılıkları vardı. Boş masalar içinden, yolu - daha açık olmak gerekirse genç Slytherin’in gelişini ya da gelmeyişini - görebileceği, cam kenarında bir tane seçerek oturdu. Gelen garsona birilerini beklediğini söylemesinin ardından en fazla birkaç dakika geçmişti ki pencereden, diğer öğrencilerin arasında ancak kalabalıktan ayrı yürüyen bir figürü fark etti. Evet, Lilou’ydu ve evet, daha bu sabah doğru dürüst tanıştığı, aslına bakılırsa hakkında adı hariç bir şey bilmediği bir büyücüyü bu karanlıkta tanıyabilmesi muhtemelen pek hayra alamet değildi. Kısa bir sonra sivil giyinmiş Slytherin, kapıdan içeri girmişti.

“Merhaba Vera. Seni bulmak zor oldu.”

“Buradan, bir dahaki sefere daha kesin bir yer belirlememiz gerektiğini çıkartabiliriz o zaman.” Pekala, bir ‘bir dahaki sefer’in olacağını nereden çıkarttığını bilmiyordu cadı, özellikle de Slytherin, buraya asa zoruyla gelmiş gibi duruyorken. Yine de neşeli görüntüsünü bozmayan Vera, söylediklerinin bir önemi yokmuş gibi davranıp kendi kelimelerinin üzerinde durmayarak selamlaşmaya devam etti.

“Bir şeyler içmeye ne dersin? Bu arada bana Charles diyebilirsin. Lilou’yu telaffuz etmekte güçlük çektiğini fark ettim. Lakapları da pek sevmem hani. İstersen Lou de ama diğer isimim Charles.” Büyücünün gülümsemesine kendisi de aynı şekilde karşılık vermeden edemedi cadı. Charles. Büyücünün ikinci isminden haberdar olan ya da o ismi kullanan pek kişi yoktu muhtemelen ve cadı da, kulağa ne kadar saçma geldiğinin farkında olsa da bir şekilde ayrıcalıklı hissediyordu. Slytherin’i beklerken göz attığı mönüyü büyücüye doğru iterken gülümsedi. “Tamam, Charles. Bir kaymak birası alabilirim.” Siparişler verildikten ve garson bir kez daha ortadan kaybolduktan sonra Vera, sordu. “Şu yabancı dil olayında gerçekten berbatımdır ama Fransızsın, değil mi?” Pekala, aslında genç yılan uzun uzun ailesinden bahsedecek birisiymiş gibi gelmemişti cadıya ancak büyücü, ilk başta düşündüğü gibi biri olsaydı şu anda bu masada oturuyor olmazlardı zaten. Eğer tahmini doğruysa - ki bu dilden hiç anlamadığını daha önce Charles’a kanıtlamasına rağmen Vera bile Lilou’nun Fransızca bir isim olduğu kısmını tahmin edebiliyordu. Ya da daha doğrusu, öyle olduğunu umuyordu.- en azından çocukluğunun geçtiği yerlerden falan bahsederdi belki büyücü.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Lilou Charles G'ladheon

Lilou Charles G'ladheon


Mesaj Sayısı : 82
Kayıt tarihi : 25/07/11

Özel
Rp Puanı:
Sürtüşmeden Buluşmaya Left_bar_bleue92/100Sürtüşmeden Buluşmaya Empty_bar_bleue  (92/100)

Sürtüşmeden Buluşmaya Empty
MesajKonu: Geri: Sürtüşmeden Buluşmaya   Sürtüşmeden Buluşmaya Icon_minitimePaz Ağus. 07, 2011 9:59 am

“Tamam, Charles. Bir kaymak birası alabilirim.”

Lilou gözlerinin içine bakıyordu Vera’nın. Vera’da gülümsüyordu. Bu onun için doğal bir şey olabilir ama Lilou için ilginçti. İlk defa birisi Lilou’nun karşısında içtenlikle gülümsüyordu. Daha önce bu gibi bir durumla karşılaşmayan Lilou, ilk yapılan bir eylemin verdiği acemilikle nasıl hareket edeceğini bilmiyordu. Eli ayağına dolaşıyor, ne yapacağını ne diyeceğini bilemiyordu. Yanlış bir şey söyleme korkusunun verdiği tedirginlikle kendini kasıyordu. Bu çok belliydi. Dişlerini sıkmaktan dolayı verdiği baş ağrısı dayanılmaz boyutlara ulaşsa da, Lilou bunu kıza belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. İlk buluşmada –son da olabilirdi- kötü bir izlenim sergilemek istemiyordu.Yüzü her zaman olduğundan daha solgun, hareketli her zaman olduğundan daha yavaştı. Vera ise, kırmızı yanakları, enerjik tavırlarıyla Lilou’nun dikkatini çekip onu etkilemeyi başarmıştı bile. Yapmacık birisi değildi, samimi ve içten biriydi.

“Şu yabancı dil olayında gerçekten berbatımdır ama Fransızsın, değil mi?”

Geçmişinden bahsetmek istemiyordu Lilou aslında. En azından ilk buluşmasında. Bu sırada kaymak biraları gelmiş ve içmeye başlamışlardı. Bir sinek Vera’yı rahatsız edip duruyordu. Lilou asasını kullanmamayı düşünüyordu. Sineği tek eliyle yakalamak istedi ama sinek elinin arasından kaçmıştı. Sinek tekrar geldiğinde Lilou belindeki asasını çıkartıp sineği kızartmıştı. Tekrar asasını beline koymadan önce sineği düşmeden yakaladı ve pencereden dışarı attı. Kızdan özür dilercesine gülümsedi. Hayvanları seven bir kıza benziyordu. Lilou ise hayvanları hiç sevmezdi. Evet çok zıt noktaları vardı. Ying ve yang gibi oldukları söylenebilir. Ama Lilou’nun tüm karanlığı içinde görebildiği tek aydınlığı olmuştu birden Vera. Aradan 10 saat bile geçmemişti belki de.

“Evet, Fransız asıllıyım. Ama çok küçükken Londra’ya yerleştim. Fransa’ya sadece bir kere gittim. Ailemi hiç hatırlamıyorum. Aslında bu konuya hiç girmesek olmaz mı? Başka bir zaman uzun uzun konuşuruz. Tabii başka bir zaman istersen.”

Tekrar gülümsedi ve kaymak birasını içmeye devam etti. İçinde kötü bir şey hissetmişti. Normalde konuşmayı pek sevmeyen birisi olmasına rağmen, Vera’yla saatlerce konuşabilirdi. Ona anlatmak istiyordu. Ama bir yandan da anlatmak istemiyordu. Kızın gözlerinin içine baktı. Sanki anlatmasını istercesine bakıyordu. Ama nezaketen ısrar etmemişti. Kaymak birası biten Lilou, bardağı masanın bir köşesine koymuş ellerini birleştirmiş Vera’ya bakıyordu. Konuşmak için ağzını açtıysa da daha sonra vazgeçip susmuştu. Vera’nın gözlerine biraz daha bakarsa kalkıp kızı öpecekti. Bu nedenle pencereden dışarı bakmaya başladı. Hava kararmaya yüz tutmuş, güneşin zayıf ışıkları ise aydınlığı kurtarmak için son ve her akşam uğradığı mağlubiyetin çaresiz direnişi içinde gökyüzüne tutunmaya çalışıyordu. Hafif bir yağmur atıştırmaya başlamış, pencere camına tatlı dokunuşlarda bulunuyorlardı. İçerdeki şöminenin tıkırtısıyla birleşince çıkan ses, teyzesi yokken evde tek kaldığında hissettiği korkuyu hatırlattı. İçerisi son derece sakindi. Geleneksel Fransız zevkleriyle döşenmişti dükkan. Tıpkı teyzesinin evindeki işlemeler, kadehler, masalar… Kızın onu yanlış anlayacağından korkarak tekrar masaya döndü. Ani bir karar verdi…

“Aslında biz Fransa’nın küçük bir büyücü kasabasında yaşıyormuşuz. Tüm ailem Karanlık Lord’un son savaşı için buralara gelmişler. Geriye sadece annemin iki kız kardeşi kalmış savaşanların içinde. Annem ve babam ölmüşler. Henüz üç yaşındaymışım. Kardeşim bir teyzemde, ben diğer teyzemde kaldım. Tek yaşadım sayılır. Teyzem sürekli bir yerlere seyehat ederdi. Yalnız kala kala, öyle mutlu olmayı öğrendim. Aslında asosyallik eğlencelidir. Konuşmamaya alıştım. Ama senin karşında kendimi tutamadım. Neyse çok başını şişirmeyeyim. Bunları neden dinleyesin ki hem?”

Tekrar pencereden dışarı baktıktan sonra önüne dönüp garsonu çağırdı bir kaymak birası daha söyledi. Vera’nın da bitirdiğini görünce onunda isteyip istemediğini sordu…

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Sürtüşmeden Buluşmaya
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Role Play Geçmişi-
Buraya geçin: