Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Erna Alize Wynne

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jaden Anders Wynne

Jaden Anders Wynne


Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 07/09/11

Özel
Rp Puanı:
Erna Alize Wynne Left_bar_bleue75/100Erna Alize Wynne Empty_bar_bleue  (75/100)

Erna Alize Wynne Empty
MesajKonu: Erna Alize Wynne   Erna Alize Wynne Icon_minitimePerş. Eyl. 08, 2011 8:54 am

Yazın ilk günleriydi. Kavurucu sıcak henüz kendini göstermeye başlamamış olsa da artan hava sıcaklığı insanları bunaltmaya yetiyordu. Ben de o zaman sadece beş yaşındaydım. Beş yaş… Bir kardeş sahibi olmak için büyük ama onun tüm sorumluluğunu üstlenmek için oldukça küçük bir yaştı. Ancak bu kimin umurundaydı ki? Ne kardeşime kendi canını veren annem ne de onun ölümüyle birlikte başladığı içkiden bir türlü paçasını kurtaramayarak daha üzerinden fazla zaman geçmeden yakalandığı karaciğer hastalığıyla yatağa düşüp kısa süre sonra hayata veda eden babamın… Üstelik ikisi de hayata ödeyemedikleri borçlarını bir anda üzerime bırakıvermişlerdi. Daha yeni doğmuş bir bebekle nereye gideceğimi ya da nasıl yaşayacağımı düşünen yoktu. Annemin ailesinin onaylamadığı bu evliliğin meyveleri de elbette yasaktı onlara. Babamın ise aile diyebileceği kimsesi yoktu, tıpkı bizim o anda olduğumuz gibi. Zaten evlenmeleri bu yüzden uygunsuzdu, Lord Charles’ın biricik kızı kimsesiz ve üstelik beş parasız bir adamla hayatını birleştiremezdi. Ama tüm engellere rağmen olmuştu ve uzun süreli hayatım boyunca olmaz denilen birçok şeyin aslında o kadar da imkansız olmadığını öğrenmiştim. Artık beni hiçbir şeyin şaşırtamayacağını düşünüyordum. Ta ki o olaya kadar.

Ancak henüz bunu anlatmanın sırası değil. Nasıl hayatta kaldığım, kardeşime ne olduğu, bunlar söylenmeden o olayın hiçbir önemi yok aslında. Onu asıl anlamlı kılan şimdi anlatacaklarım.

Kucağımda kundağa sıkıca sarılmış durmadan ağlayan bir bebekle boş boş sokaklarda geziyordum. Babamın cenazesini kaldıracak kimse yoktu, ceset hala iki odalı, tahtaları nemden çürümüş, yoldan geçen birinin terk edilmiş olduğunu düşüneceği ahşap evimizde duruyordu. Sıcağın da etkisiyle çürüme hızlıydı ve babamın artık kendisine ait olmayan bedeninin o iğrenç görüntüsü kardeşimi de alarak hızla sokağa fırlamama neden olmuştu. Belki evde kalsaydım çok geçmeden önce Edmund ardından da ben aynı kaderi paylaşacaktık. Ama sokağa çıkarak hayatta kalmayı başardık.

Önceleri sokakta kucağında bir bebekle o yaştaki bir çocuğu görenler şaşırıyor, adımı soruyor ve beni aileme ulaştırmaya çalışıyorlardı. Bense sorularını karşılıksız bırakıyordum. Ne diyebilirdim ki? Konuştuğum ve gerçekleri söylediğim anda kendimizi bir yetimhanede bulacak ve belki de çok daha berbat bir duruma düşecektik. Oysa sokakta kaldığımız süre boyunca bize alışmaya başlayan insanlar yiyecek ve su getirmeye başlamışlardı. Edmund’a bu şekilde bakmak çok zordu, çocuk aklımla ona ekmek yedirmeye çalışmıştım birkaç kez. Ama başarılı olamamıştım elbette. Ben de getirilen süt ve suyla beslemeye başlamıştım onu. Sonbahar da bitip kış kendini gösterene kadar böyle yaşadık sokaklarda. Yatmak için sorunumuz yoktu, havanın sıcak olması ve çıkmaz bir sokağın dibinde bulduğumuz sünger parçaları bizim için büyük avantajdı. Ancak kış soğuğunda ne yapacağımızı bilmiyordum. O zamanlar bu konuyu pek fazla düşündüğümü de söyleyemem zaten.

Bir gün, kasımın son günleriydi sanırım, aynı yerde Edmund’ı kollarıma sarmış ve iyice büzülmüş bir halde yatarken onun sesini duydum. Aslında uzun topuklarının yerde çıkardığı seslerdi bunlar ancak ne zaman topuk sesi duysam hep onu anımsarım. Dalgalı, simsiyah ve uzun saçları vardı. Annemin solgun ve ince dudaklarının tam tersine, kıpkırmızı ve dolgun dudaklara sahipti. Siyah bir etek ve krem renginde uzun bir pardösü giyiyordu. Yanlış hatırlamıyorsam başında da daha koyu renkte bir şapka vardı. Ben şaşkınlık ve hayranlıkla onu izlerken tam önümüzde durmuştu. Parlak siyah gözlerinden bakışlarımı ayıramıyordum. Bana saatler sürmüş gibi gelen bir duraklamadan sonra konuşmaya başladı. Gülümsediğini o zaman fark ettim.

“Sen Charles olmalısın.” Sadece kafamı sallamakla yetindim. Bu çevredeki birçok insan ismimi biliyordu bu nedenle kadının da bilmesi beni şaşırtmamıştı. “Ve bu da küçük Edmund olmalı.” Ben daha ne olduğunu bile anlayamadan bir anda bebeği kollarımın arasından çekip almıştı. Bağırmak, Edmund’ı geri almak istemiştim ancak ağzımdan tek bir ses çıkmıyordu. Büyülenmiş gibiydim.

“Benimle gelmelisin Charles.” Önüme uzanan siyah eldivenli ele bakıyordum. Kafamda hiçbir düşünce yoktu. Daha önce de bizi götürmek isteyenler olmuştu ancak bağırarak, ellerini ya da bacaklarını ısırarak kurtulmayı başarmıştım onlardan. O zaman ise durum farklıydı. Bu kadınla gitmek istiyordum. Hiç kimseye güveni kalmamış bir çocuğu sadece görüntüsüyle ikna etmeyi başarmıştı. O eli tutarken fazla düşünmemiştim. Bu bir hata mıydı yoksa olması gereken miydi hala karar vermiş değilim.

Kadının siyah arabasına binip hızla oradan uzaklaşmaya başlamıştık. Daha önce hiçbir taşıta binmemiştim. Pencereden bakarken bir anda yok olan görüntüler ilgimi çekmişti. Şaşkınlıkla izliyordum çevremi. Önce yeşilliklerin arasında ilerliyorduk, daha sonra çimenlerin yerini çıplak toprak almaya başlamıştı. Nereye gittiğimize dair en küçük bir fikrim yoktu ama pişman değildim. Hiçbir zaman da olduğumu söyleyemedim.

Büyük, demir bir kapıdan geçince araba durdu. Edmund hala kadının kucağında duruyordu. Bense tek başıma arabadan inmiş çevremi gözlemliyordum. Geldiğimiz yer büyük bir bahçeydi. Dışarıdaki kuru toprağın aksine uzun ağaçlarla doluydu ve küçük bir patika uzanıyordu önümüzde. Şoförü orada bırakarak sadece üçümüz ilerlemeye başlamıştık ve çok geçmeden devasa şato önümüzde yükselmişti. Üç kulesi vardı, daha önce gördüğüm hiçbir yapıya benzemiyordu. Üçgen formu ve birbirinden farklı uzunluktaki kuleleri düzensiz bir görünüme neden oluyordu. Ama burası ‘o’ kadının eviydi ve onun kırılmasına neden olacak bir şey söylemek istemiyordum.

“Artık benimle birlikte burada yaşayacaksınız Charles.” Bana gülümseyerek bakan kadına döndüm. Gülümsemesini taklit etmeye çalışıyordum ancak benimki daha çok bir palyaçonun abartılı şekilde boyanmış ağzını andırıyordu. O da böyle düşünmüş olmalıydı ki tiz bir kahkaha döküldü dudaklarının arasından. Ne zaman gülümsemeye çalışsam kulağımda çınlayan bu ses hayatımın en önemli parçası haline gelmişti.

O soğuk havaya rağmen dışarıda durup onun küçük kahkahalarını dinleyebilirdim ancak fazla zaman kaybetmeden o ilginç şatonun içine girmiştik. Ufak ve dökülmeye başlamış olan evimizden başka girdiğim tek kapalı alan burasıydı. O zaman o boyumla duvarların bana ne kadar devasa göründüğünü hatırlıyorum. Birçok resim asılıydı bu duvarlarda, birçoğu portreydi ancak hiç pencere görünmüyordu. Bu bana tuhaf gelmiş olsa da normal evin böyle olacağını düşünmüştüm o zaman. Ancak o evde hiçbir şeyin normal olmadığını anlamam için on beş sene geçmesi gerekmişti. Bu süre içinde evde olup biten hiçbir şeyden haberdar olmamıştım.

Girişi geçtikten sonra içinde büyük bir yatak, üzerinde çeşitli oymalar olan bir dolap ve onun takımı bir masa olan geniş bir odaya girdik. Üç kişi yaşadığımız küçük evimizden bile büyük gibi gelmişti bu oda bana. Gözlerim şaşkınlıkla açılmış odayı incelerken yine o yumuşak ve derinden gelen sesi duydum.

“Burada artık sen kalacaksın Charles.” İyice büyüyen gözlerim gizemli kadına dönmüştü. Bu kocaman odanın benim olduğuna inanamıyordum ya da inanarak daha sonra gerçekleşmediğinde hayal kırıklığına uğramaktan korkuyordum. Ama gerçekti, saçlarımı okşayan eldivenli eller kadar gerçek.

Günler o evde çabuk geçmeye başlamıştı. Birkaç aydır sorumluluğunu üstlendiğim Edmund’a şimdi o evde kalan bir kadın bakıyordu ve ben özgürlüğümün ve yeni hayatımın tadını çıkarmaya başlamıştım. Bizi buraya getiren ‘o’ kadını çok nadir görüyordum bazen yemeklerde bile masaya gelmediği oluyordu. İşte o zamanlarda onu özlediğimi ve görmek isteğinin tüm bedenimi ele geçirdiğini hissediyordum. Bir gün koridorda onu gördüğümde koşarak yanına gittim ve çocuk üslubumla bunu ona söyledim. Yüzünde tatlı bir gülümseme oluştu.

“Korkarım Charles bir süre daha böyle idare etmek zorundasın.” Başka bir şey söylemeden yanağımı okşayarak arkasını dönüp gitti. Elinin –daha doğrusu eldiveninin- değdiği yere elimi koyarak koşmaya başlamıştım. Edmund’ı görmeye gidiyordum. Odasının önüne geldiğimde kapı koluna sertçe asıldım ancak kilitliydi. Bu sefer yumruklamaya başladım. Nedenini bilmiyordum ancak Edmund’ı görmeye ihtiyacım vardı. Bir süre sonra kapı açıldı. Ona bakan kadın yüzünde oldukça huzurlu bir ifadeyle bana bakıyordu. Tek kelime etmeden beşiğe doğru yürüdüm ve Edmund’ı kucağıma aldım. Onu son kaldırdığımdan beri hafiflemişti sanki ve daha soğuktu. Ama uyurken yüzündeki mutlu ifade bana her şeyin yolunda olduğunu inandırmak için yeterliydi. Bu nedenle o an üzerinde pek durmadım. Geleceğin neler getireceğini bilebilseydim böyle düşünmezdim elbette.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Dimitri Aldrich Potter

Dimitri Aldrich Potter


Lakap : Dim. Dimka.
Rp Sevgilisi : Diamenta Sandeaux.
Mesaj Sayısı : 1216
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
Erna Alize Wynne Left_bar_bleue100/100Erna Alize Wynne Empty_bar_bleue  (100/100)

Erna Alize Wynne Empty
MesajKonu: Geri: Erna Alize Wynne   Erna Alize Wynne Icon_minitimeC.tesi Eyl. 10, 2011 6:21 am

;; Betimleme: 21/30
;; Akıcılık: 6/10
;; Yazım Kurallarına Uyum: 8/10
;; Sayfa Düzeni: 7/10
;; Renklendirme: 4/5
;; Kurgu: 19/25
;; Uzunluk: 10/10

Puanınız; 75!
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Erna Alize Wynne
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Karakter İşlem ve İstek Geçmişi-
Buraya geçin: