Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 what are we doing fucking here?

Aşağa gitmek 
4 posters
YazarMesaj
Nathaniel Argent

Nathaniel Argent


Lakap : Nathan, Nate
Rp Sevgilisi : Erica. Ek olarak Brendan'ı da ona kuma getiriyorum boş vakitlerimde. ashfjasf
Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 14/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimeC.tesi Ağus. 25, 2012 9:29 am

what are we doing fucking here? C8dvu
Resim değiştirelecektir, kafa yarı uçmuş haldeyken shop yapılmıyormuş a dostlar.
Yarın, yarın her şey daha güzel olacak bu başlık adına
.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nathaniel Argent

Nathaniel Argent


Lakap : Nathan, Nate
Rp Sevgilisi : Erica. Ek olarak Brendan'ı da ona kuma getiriyorum boş vakitlerimde. ashfjasf
Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 14/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimeC.tesi Ağus. 25, 2012 10:46 am

    Koşuyordu. Bir kurt adam için oldukça normal bir durumdu belki. Kurt formunda değildi ancak, kurt formuna dönüşemeyecek kadar sarhoştu çünkü genç adam. Bir yandan kahkahalar atıyor, öteki yandan yan gözle Brendan'a bakıyordu. İki genç kurt, iki beta, iki türünün en güçlü bireyi... İki deli sarhoş. En azından düşünebildiğini düşünüyordu ki Nathan, bundan da pek emin değildi. Peşlerinde hiç değilse en az on beş tane vampir vardı. Düşünüyordu, pekâla. Bu ise durumu kurtarmıyordu. Bu ormanın bu kadar karmaşık olduğunu hiç düşünmemişti genç adam daha önce. Salton Ormanı, itina ile üzeri karalanmış yasak bölge. Vampirlerin küçük ve pembe panjurlu yuvası. Ah, elbette ki bir kurt adam burayı yasak böyle ilan ederdi. Tabii, burada bahsi geçen iki kişiden sıradan biri olarak bahsetmek, tüm bu insan halinde atılan depara haksızlık olurdu. Çünkü Nathan daha önce bu kadar hızlı koşabildiğini bilmiyordu bile. Bu vücutta iş vardı ve böyle olmayı da seviyordu aslında. Hey, bu yakışıklı yüzü kim sevmezdi ki? "Ne düşünüyorum biliyor musun bro?" Bağırarak söylediği sözcükler ormanda yavaşça yankılandı. Arkadan gelen ayak sesleri git gide azalıyordu. Kaçmayı başarmışlar mıydı? Hiç sanmıyordu Nathan, dolayısıyla koşarken bağırmaya devam etti. "YANIMIZDA BİRER HATUN OLMALIYDI!" Kahkahası yanındaki adama karıştığı sırada artık yürüyecek hali bile kalmamıştı genç adamın. Ayakları istemsizce durduğunda, soluklanmak için elleriyle dizlerine yüklendi. Bir süre sessizce -tamam, pek sessizce değildi, hayvan gibi nefes alıyordular ki ikisinin de özünün hayvan olduğunu düşünürsek, normaldi- nefes alıp verdi yalnızca ikisi de. Kafasını çevirip arkaya bakan genç adam, hiçbir kıpırtı olmadığını görerek rahatladı. Eğer birazdan ağaçların birinden üzerine vampir düşerse, buna şaşırmazdı haliyle. Çünkü onlar, asla vazgeçmeyi bilmeyen çirkin yaratıklardı. Özellikle, dişleri gözükürken.

    Köpek dişleri ortak noktalarıydı, her iki ırkın da. Düşününce tek ortak noktaları buymuş gibi geliyordu zaten. Nathan isterse simsiyah tüyleri ve iri vücuduna rağmen tatlı bir kurt olabilirdi. Ama hayır... Vampirler bunu yapamazdı. Onlar hep kana susamış, hep vahşilerdi. Bu yüzdendir ki, onlardan nefret de etmezdi Nathan. Genç adamın alaycı kişiliği buna aykırıydı. O dalga geçerdi, her zaman. Vampirler ona göre dalga geçilmek için yaratılmıştı, nefret etmek için değil. Nefret ettiğin biriyle savaşırdın, dişe diş. Oysa alaya aldığın birine karşı daima bir adım öndeydin. Bu da demek oluyordu ki; senin dişlerin daha sivri. Genç adam aklında böyle düşünceler olması üzerine bir kahkaha koyverdi. Brendan'ın kalın kaşları çatılmış, kıvırcık saçları mümkünü varmış gibi daha da karışmıştı. Kendisine merakla bakıyordu ki, omuz silkerek ağaca yaslandı Nathan gözlerini ondan ayırmadan. "Beş dakika içerisinde en az yirmi kişi gelecekler, tanrım. Bu eğlenceli olacak, öleceğiz," dedi pis pis sırıtırken. Canına mı susamıştı bu ikisi diye düşünebilirsiniz, normaldir. Zira bu ikili hep canına susuyor. Yaptıkları en çılgınca şey birlikte vampirlerin ormanına piknik yapmaya gitmek değildi elbette ki. Onlar hayatlarını delicesine geçirmek üzerine kurmuşlardı. Sadece, bu piknikte içmek... Ve sarhoş olmak? Tamam, belki de bu cana susamak olarak değerlendirilebilirdi.

    Genç adamın kanı kaynıyordu adeta içerisinde. Brendan'ın ortalığa küfür savurduğunu duyabiliyordu; duyamasa da hissediyordu en azından. Gülümsemesi neredeyse kulaklarına kadar varan Nathan, o an bunu ne kadar da sevdiğini düşündü. Brendan onun için bu hayattaki en değerli kişiydi, hiç kimse bunu değiştiremezdi. Küçüklüklerinden beri kardeş gibi büyümüşlerdi, her zaman bulundukları yerleri yıkıp geçerken. İkizini kaybettikten sonra tanışmıştı Nathaniel onunla. Tanrının bir lütfu sayılabilirdi, o bunu hep böyle değerlendirmişti. Şu an Alfa olan Taylor, onlar için ikinci bir baba gibiydi. Alfa ve iki betası. Bir keresinde alfa öldüğünde hangisinin onun yerine geçeceğini sormuştu biri. İkisi de bu soruyu kahkaha attıktan sonra aynı anda cevaplamışlardı. Bizden başka kim olabilir? Asıl soru, içlerinden hangisinin geçeceğiydi. Cevap ise oldukça açıktı. Anca beraber, kanca beraber. Onlar için bu durum hep öyle olmuştu. Derin bir nefes aldı genç adam. Damarlarındaki sıcak sıvının adrenalinin etkisi ile kaybolduğunu hissediyordu. Kalbi hala o koşunun üstesinden gelememiş, küt küt atıyordu. Ve pekala karşısında kendisinin aynısı duruyordu.

    Bir dakika, NE? Genç adam bunu sesli söylediğini Brendan'ın ona tek kaşını kaldırarak bakması üzerine fark etti. Bakışlarının takıldığı yerde duran kişi, kendisi miydi, ona mı öyle geliyordu? "Tanrım. Bir daha bu kadar içmemeliyiz." Sözlerine kendisi de inanmadı ama Brendan'ın "what the fuck man" dediğini duyar gibiydi. Bu iş daha da garipleşebilirmiş gibi, kendi yakışıklı bedeni klonlanmış gibi karşısındaydı. "Mugglelar!" diye düşündü önce. Yine sesli söylemişti, farkında olmadan bir kez daha. "Hadi oradan! Vampirler ne zamandır şekil değ- uzaylılar. Tanrım. Neden ben? Neden her zaman ben?" Yaslandığı ağaca sırtını iyice dayadı. Uzaylıların onu klonlaması saçma olurdu, değil mi? Uzaylılar var mıydı ki? Gerçi düşünüldüğünde yaşayan onlarca muggle için ne kurt adamlar ne büyücüler ne vampirler vardı. Uzaylılar da gerçek olabilirdi. Yine de tüm o karına garip işaretler çizmek fantezi olmalıydı. Güzel vücuduna bunu yapmalarına izin vermezdi Nathan. Hem aya ne kadar yaklaşırsa, o kadar güçlenirdi muhtemelen. Böyle olmasını varsaysa da düşüncelerden eninde sonunda sıyrıldı. Ve kendi sonu gelmez düşüncelerini durdurması için Brendan'a sonu gelmez bir bakış fırlattı. Genç adamın ağzından çıkacak kelimelere odakladı kendisini karşısında duran kendi bedenine bakarak. Elbette ki, Brendan'dan duyacakları kelimelerin normal olmasını beklememişti. Ne yani, siz bekliyor musunuz? Çünkü eğer öyle düşünüyorsanız, bu büyük bir hata olurdu. Çok büyük.


    RP OUT: Bazı yerlerin İngilizce oluşu tamamen o olaylara Türkçe tam oturan bir karşılık bulamamamdan kaynaklanmaktadır. Zira bro yerine gidip de kanka yazmak istemedim.Razz
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Brendan O'Doyle

Brendan O'Doyle


Rp Sevgilisi : Ya aslında bir kız varda, neyse
Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 14/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimePaz Ağus. 26, 2012 7:18 am


    ]Bir kurtadamın yapması gereken en son şeydi herhalde Salton Ormanında sözde piknik yapmak. Söz konusu olan ikili Brendan ve Nathan olunca bu kulağa hiçte garip gelmiyordu. Hangi akla hizmet böyle bir şey yapmış ve yapmaya karar vermişlerdi? En ufak bir fikri bile yoktu Brendan’ın. Burası kesinlikle bir kurtadamın girmemesi gereken bir yerdi; vampirlerin bölgesi. Kana susamış, kırmızı gözlü, çirkin yaratıkları büyük ihtimalle Tanrı onları kazara yaratmıştı başka açıklaması olamazdı. Elinden geldiğince hızlı bir şekilde koşmaya çalışıyordu ki bu insanımsı bir haldeyken pekte kolay değildi. Yorulduğunu hissediyordu, yorulmaması imkansızdı! Kim bilir ne zamandır koşuyorlardı. Bir vampir sürüsü peşinizden koşuyor ise ne kadar koştuğunuzun pekte bir önemi olmuyor elbet. "Ne düşünüyorum biliyor musun bro?" Bunu bilmek mümkün müydü? Bazen Brendan için Nathan’ı anlamak kolay oluyordu ama o öyle şaşırtıcı bir insandı ki ne yapacağını kestirmek neredeyse imkansızdı. Vampir ormanına gelmek onun fikriydi ya zaten. Brendan bir an düşündü gerçekten onun fikri miydi? Yoksa bu fikri o mu öne sürmüştü? Bunun cevabını gerçekten bilmiyordu. "YANIMIZDA BİRER HATUN OLMALIYDI!"sözcükler ağzından çıktıktan birkaç saniye sonra Brendan da Nathan gibi kahkahalarla gülmeye başladı. Evet kesinlikle yanlarında birer hatun olmalıydı! Nathan’ın durduğunu gördüğünde o da durdu ve ağaca yaslanarak derin soluklar alıp verdi.

    Görünürlerde vampirlerin olmaması Brendan’ı biraz da olsa rahatlatmıştı. Aslında endişeli de değildi. Eğer ölecekse Nathan ile birlikte ölmeyi tercih ederdi. Nathan, Brendan’ın tek ailesiydi. Her şeyiydi; bir kardeş, arkadaş, sırdaş olabileceği her şey. Çok uzun zamandır tanıyorlardı birbirlerini. İlk tanıştıkları anda çok yakın arkadaş olacaklarını anlamıştı Brendan. Her zaman birbirlerini desteklemişlerdi, biri diğerinin haksız olduğunu bilse bile asla onu desteklemekten vazgeçmemişti. Birbirlerini çok iyi anlıyorlardı, Brendan kendisini çok şanslı hissediyordu çünkü Nathan gibi bir dostu vardı.Birlikte yapmadıkları haylazlık başlarına açmadıkları dert kalmamıştı. Ne olursa olsun Nathan ile her şey eğlenceliydi. "Beş dakika içerisinde en az yirmi kişi gelecekler, tanrım. Bu eğlenceli olacak, öleceğiz," dedi Nathan sırıtarak. Çok doğru söylüyordu. Büyük ihtimalle burada birlikte gebereceklerdi ve onlar hala gülüyordu! Bu kesinlikle delilikti. Evet delilik, onlar birer deliydi zaten. Bu yüzden çok iyi anlaşıyorlardı ya! Daha birlikte yapacakları çok şey vardı, bu kadar erken ölecek olmaları gerçekten kötü olmuştu. Eğer tekrar hayata dönerlerse birbirlerini bulacaklarından emindi belki o zaman kaldıkları yerden devam edebilirlerdi. Bir şey olurda buradan sağ çıkarlarsa Gölge ırkının mekanına girmeyi düşünüyordu Brendan. Nathan kesinlikle buna bayılırdı! Vampirlerden sonra Gölge ırkı çok iyi olacaktı.

    Nathan’ın sesli bir şeyler söylediğini fark ettiğinde ona doğru döndü nereye baktığını merak ederek Nathan’ın şaşkınlıkla baktığı yere baktı. "Tanrım. Bir daha bu kadar içmemeliyiz." Evet evet kesinlikle bu kadar çok içmemeleri gerekiyordu. Gözlerini sımsıkı yumup yeniden açtı hayal görüyordur diye ama hayır bu hayal değildi. Karşısında ki Nathan’dı. Yanında duran herifte Nathan’dı! Ne sikim oluyordu burada? Deliriyor muydu? Hayır hayır o zaten öyleydi. "Mugglelar!" Diye haykırdığını duydu Nathan’ın. Brendan ikinci veya birinci ah kafası tamamiyle karışmıştı. Karşısında duran Nathan’a odaklanmıştı diğerinin ne dediğini pek anlamıyordu. Sarhoş olmasının bunda büyük bir etkisi vardı. "Hadi oradan! Vampirler ne zamandır şekil değ- uzaylılar. Tanrım. Neden ben? Neden her zaman ben?" Şimdi bazı şeyler yerlerine oturuyordu! Geçen gece uyandığında Nathan yatağında değildi. Nerede olduğunu merak etmişti! Meğer uzaylılar onu kaçırmış ve bir klonunu yapmıştı! iki tane Nathan bu iki tane Brendan gibi çekilmezdi kesinlikle. Uzaylıların yaptığı klonun daha zeki olduğuna emindi. Uzaylılar zeki yaratıklardı, yani büyük ihtimalle öylelerdir. Kalkıpta Nathan gibi sikimtrak bir herifin aynısını yapacak değillerdi ya bir işlerine yaramazdı! Kendi bildiğini yapardı.

    “Dostum, neden sen? Neden uzaylılar beni kaçırıp benim klonumu yapmadı! Senden daha iyi bir klon olacağıma eminim. Zeki halimi görmeyi çok isterdim.” dedi ve üzüntüyle başını iki yana salladı Brendan. Hey ya karşısında ki gerçek Nathan’sa. Yanında duran herif sahteyse? Hangisinin gerçek olduğuna karar vermek imkansızdı! Tıpatıp aynılardı! “Hey Nathan.” dedi ve durdu yanında ki Nathan’ı dürttü ve karşısında duranı Nathan’ı eliyle göstererek “Sen sensen, bu kim? Yoksa o Nathan mı? O zaman sen ne oluyorsun?” Gerçekten bu mümkün müydü? Şu klonlama olayı, saçmaladığının farkına varması pek zaman almadı. Karşısında ki klon falan değildi, aslında bir yani hâla buna inanıyordu. Şu Nathan’a benzeyen herife dikkatlice baktığında onun Nathan olamayacağından emin oldu, Nathan asla böyle giyinmezdi! Yanında ki Nathan karşısında ki ise klon olmayan bir şeydi işte. “Dostum bu klon falan ve senin gerçek olduğunu biliyorum sen asla bu kadar düzgün giyinemezsin!” Gördüğü şeyin hayal olma olasılığının olmadığına emindi eğer öyle olsaydı onu Nathan’da görüyor olmazdı. İkisi de aynı hayali göremezlerdi. Belki de pis büyücülerden biri bunlarla kafa buluyordu, etrafına bakındı ama kimse gözükmüyordu. Zaten kimse ikisiyle dalga geçecek kadar cesaretli olamazdı. “Hey Nathan çakması sen
    nesin?”


    Öhöm efenim böyle ben uzun yazmaya çalışınca rp bu hali alıyor işte saçmalıklarla dolu oluyor dklfgjdflkgdh
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adrian B. Argent

Adrian B. Argent


Lakap : Lakap takın da dişlerimi boynunuza geçireyim. He, he?
Rp Sevgilisi : Ya bi gızan var ama. Söylemiyim imdi.
Mesaj Sayısı : 125
Kayıt tarihi : 27/05/12

Özel
Rp Puanı:
what are we doing fucking here? Left_bar_bleue95/100what are we doing fucking here? Empty_bar_bleue  (95/100)

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimeÇarş. Ağus. 29, 2012 9:09 pm

    Genç adam içindeki tüm fırtınalara, acılara rağmen dik duruyordu. Vampir Leydi'sinin verdiği emri uygulamak üzere buraya gelmişti. Sahi emir neydi? İşte yine olmuştu. Yine unutmaya başlamıştı. Bundan nefret ediyordu. İçindeki saf kurt genleri, vampir genleriyle birleşince unutkanlık ortaya çıkmıştı. Zihnini biraz zorladı. Gözlerinin önünde Ophelia ile yaptığı konuşma geçti. 'Bul onları' diyordu. 'Bul ve bana getir'. Hafifçe başını eğişi ve kapıya doğru çevik adımlarla kapıya doğru yürüyüşünü izledi. Ve işte olmuştu, neden burada olduğunu, ne yapması gerektiğini ve kimleri Claymore'a götürmesi gerektiğini hatırlamıştı. Yaslandığı ağaçtan hafifçe uzaklaştı. Üzerinde durduğu dal yerden yaklaşık beş metre yükseklikteydi. Elleri cebinde dinleyeme başladı Adrian -yada diğer adıyla Blade.- Hızla alınıp verilen soluklar, bir çok ayak sesi. Ve bir kaç gülüşme. Bu gülüşmeleri biliyordu sanki. İnanmadığı tanrısına dua ederken gördü onları. İkisi de bıraktığı gibiydi. Kendisine benzeyen tıpatıp bir kopya, sarı saçlı bir erkek. İçindeki acı git gide arttı. Alışıktı acı çekmeye. O lanet olası günden beri acı çekiyordu, genç adam. Kimseye söyleyemiyor, sessiz sedasız yaşıyordu içindeki fırtınayı. Ve dolunay zamanları... Kesinlikle ölmek istiyordu.

    Karşısındaki adamların konuşmalarını izledi. Henüz onu fark etmemişlerdi. Öne, boşluğa doğru bir adım attı ve kendini yumuşak toprak zeminde buldu. Yüzü kaskatı kesilmişti, ne bir ifade, ne de başka bir şey. Ruhsuzdu o yüz. Zaten genç adamın ruhu yoktu artık. Neşeli, güler yüzlü tarafını mezarlığa gömeli çok olmuştu. Kendi elleriyle, bundan tam 6 sene önce. Ve adamı fark ettiler. Konuşmaları dinlerken gülse mi, ağlasa mı yoksa arkasını dönüp kaçsa mı bilemedi. Muggle'lar? UZAYLILAR? Şöyle bir süzdü karşısındakileri. Buram buram içki kokusu yükseliyordu genç adamlardan. Yüz ifadesini biraz daha yumuşattı. Nasıl denir? Daha insancıldı artık. "Ben ne uzaylıyım, ne de klonum. Teknik olarak uzaylı da sayabilirsiniz beni. Ben Doktor'um. Son Zaman Lord'u. Tardis'imle beraber buraya geldik," dedi genç adam. Sesi cana yakın çıkıyordu artık. Yüzünde gülümseme vardı, ama öyle içten değil. Buz gibi bir gülümseme. Gözlerine ulaşmayan, ulaşsa bile bir faydası olmayan bir gülümseme.

    Ufak ve sinsi adımlarla ikiliye yaklaştı. Her adımda gülümsemesi soluyor, yerini ifadesiz ve kıpırtısız dudaklara bırakıyordu. Gözlerini Nate'den alıp Brendan'a çevirdi. Genç adamı uzun zamandır görmemişti. Sarhoş olmasına rağmen kurnazlıkla ve neşeyle parlıyordu gözleri. Tıpkı bir zaman Adrian'da olduğu gibi. Tekrar Nate'e döndü. Göz kenarlarındaki hafif kırışıklıklar yıllar boyu güldüğünü gösteriyordu. Adrian'da ise o kırışıklıklar artık gitmişti. Yıllardır gülmüyordu adam. Tebessüm ettiği bile çok zor görülürdü. Belki evindeyken yüz kasları gevşerdi ama o kadar. Ötesi yoktu. Evi dediği yerde Barty'lerin eviydi. Barty en zor zamanlarında adama yardım etmiş, onu her şeyden ve herkesten korumuştu. Kendisinden 4 yaş küçük olmasına rağmen ona ağabeylik yapmış, şuan ki konumuna gelmesini sağlamıştı. Ve bir de Barty'nin kardeşi. Nancy. Neyse oralara girmeyelim.

    Bir adım uzaklıkta durdu genç adam. Elleri tekrar ceplerindeydi. Üzerindeki pahalı takım elbisesi jilet gibi ütülenmişti, ne bir kırışıklık ne de bir toz zerreciği vardı. Ne de kan lekesi. Beslenirken üzerine kan sıçratmamayı çok önce öğrenmişti. Çünkü her an leydisinin karşısına çıkabilirdi. O yüzden daima temiz ve düzenli olması gerekiyordu. Düşüncelerine ara verip o çok özlediği ikizine döndü. İçindeki acı gitgide büyürken, sol tarafındaki bir yerler acıdı. Ne kadar da özlemişti onu. Zaman geçtikçe yakışıklı yüzü çökeceği halde, daha da gençleşmişti sanki. Brendan'ın da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Acaba Amanda nasıldı? Onun gittiğine üzülmüş müydü? Amanda kendisine tapardı. Adrian'da kardeşine tapardı, belki en sevdiği kardeşiydi Amanda -bunu Nate'e söylemeyin.- Gereksiz -ve itiraf etmek istemese de titrek- bir nefes aldı. Ve beklemeye başladı. Bakalım ne zaman tanıyacaklardı onu.

    *rpnin içine sıçanzi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nathaniel Argent

Nathaniel Argent


Lakap : Nathan, Nate
Rp Sevgilisi : Erica. Ek olarak Brendan'ı da ona kuma getiriyorum boş vakitlerimde. ashfjasf
Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 14/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimeÇarş. Ağus. 29, 2012 10:46 pm

    Sarhoş olmak. Dertlerden kaçmak, düşünmemek, rahatlatamak... Nathaniel'ın o kadar çok derdi vardı ki genç ad- elbette ki böyle bir şey yoktu. Nathaniel Argent içerdi, içmişti ve deli gibi sarhoştu; çünkü genç adam kesinlikle adrenalin bağımlısıydı. Brendan ve Nathan'dan başka kim vampirlerin bölgesinde içecek cesarete sahipti ki? Hiç kimse. İşte bu yüzden bu iki gencin kendilerine göre bir tarzı vardı. Eh, dolayısıyla çoğunlukla hayatlarını ortaya koymalarına şaşmamak gerekirdi. “Dostum, neden sen? Neden uzaylılar beni kaçırıp benim klonumu yapmadı! Senden daha iyi bir klon olacağıma eminim. Zeki halimi görmeyi çok isterdim," dedi Brendan cidden üzgünmüş gibi görünürken. Bu fikirle kaşlarını çattı Nathan. O bir kere yeterince zekiydi; ama ya uzaylılar? Tamam. Bu kısımda Brendan'a hak verebilirdi yine de bir klonu olacak o Nathan'ın olmalıydı. Olmuştu da. “Hey Nathan. Sen sensen, bu kim? Yoksa o Nathan mı? O zaman sen ne oluyorsun?” What the hell, dememek için gözlerini pörtleten genç adam bir şey diyemedi. Omuz silkerek yeniden karşısındakine odaklandı. Nathan kendisiydi, kendisi olmalıydı. Dolunay aşkına! Kafası o kadar karışıyordu ki bir an için kendisinin Nathan olmadığını bile düşündü. Sonra suratına yayılan pis sırıtış Brendan'ın aklını okuması ile gerçekleşti. “Dostum bu klon falan ve senin gerçek olduğunu biliyorum sen asla bu kadar düzgün giyinemezsin!” Brendan O'Doyle'a on puan! Tamam, genç adam her daim görünüşüne dikkat ediyor olabilirdi. Giydiği giysiler de oldukça güzeldi ama takım elbise ile ormanda dolaşmak? Yok artık. Herhalde bunu yapsaydı Brendan ona ömrünün sonuna kadar gülerdi. Muhtemelen kendisi de gülerdi kendi kendine. Takım elbise giydiği tek günü hatırladı Nathan bir an için. Amanda daha küçük bir kızdı o zamanlar ve küçük kızların her daim sıkıcı baloları olurdu. Ve tabii, bu balolara onları götürmesi için zorlanan abileri. Doğru bildiniz, buradaki kurban Nathaniel'dan başkası değildi. Ne olmuştu peki? İşte bu kısmı bilmek oldukça zor olurdu. Çünkü Amanda'ya baloda iki kişi eşlik etmişti. Nathan ve Brendan. Balo bittiğinde ise takım elbiseleri alevler içerisinde yanıyordu, salonun geri kalanıyla beraber. Üzerlerine püskürtülen suları hatırlayınca genç adamın yeniden gülesi geliyordu. Basınçlı su ile banyo yapma düşüncesi o zamanlar henüz ergenlik çağında olan iki oğlan için oldukça eğlenceliydi. Üzerindeki cici elbisesi sırılsıklam olan ve saçları yanan Amanda için öyle değildi tabii. Hayır, sorumsuz değildi ikili kesinlikle. Yine de Amanda'nın yanık saçları onları epey eğlendirmişti zamanında.

    Aklına gelen düşünceden sıyrıldığında en yakının karşısındaki klon-uzaylı-ya da ne olduğu belirsiz kendisine benzeyen şahsiyete laf attığını duydu. Cevabı merakla beklerken, aradığı cevap onu çok beklettirmedi. "Ben ne uzaylıyım, ne de klonum. Teknik olarak uzaylı da sayabilirsiniz beni. Ben Doktor'um. Son Zaman Lord'u. Tardis'imle beraber buraya geldik," dedi neredeyse kendi sesi. O an için dünya durdu. Çünkü Nathan ile Brendan birbirlerine bakarak, aynı anda bağırdılar. "TARDİSİ GÖRMELİYİM." Genç adamlar hevesle yeniden diğer adama döndüklerinde bu öneriyi çoktan kabullenmişlerdi. Nathan'ın ise egosu tavan yapmak üzereydi. Kendisine benzeyen bir zaman lordu. Bunun havası da bir başka olurdu tabii. Acaba Tardis'i bir süreliğine kullanmalarına izin verir miydi, sonuçta göz hakkı yani, o kadar görmüşlerdi! Duraksadı. Göz hakkı mı? Bir an için içinden hayvansal bir kahkaha yükseldi genç adamın. Bu terimi onun duymamış olması gerekirdi muhtemelen. Ah, içinde yatan Türk damarı işte ne yaparsınız. Bozkurt'a dayanıyor bunların soyu. Kafasındaki düşüncelerin bu kadar karışmış olması olağan dışı bir şey değildi, ancak bu sefer ciddi anlamda yerin dibine doğru hızla çöküyordu. Etrafta ne Tardis, ne de doktorun fıstık görünümlü kız arkadaşı yoktu. Yanında duran fıstığı görmek isterdi; ama genç adamın kendilerine yavaşça solan gülümsemesiyle yaklaşmasını izledi. Genç adam yanı başlarında durduğunda, Brendan'a doğru mırıldandı. "Dostum. Kesinlikle daha iyi bir espri anlayışına sahibim," dedi. İkisinin kahkahaları yeniden boğazlarına dizilirken, ikisi de kendilerini engellemeyi başardılar. Durum artık o kadar komik gelmiyordu çünkü Nathan'a. İçine Adrian'ın ruhu kaçmış gibi hissediyordu, eğlenmek istemesine karşın bir şeyler onu engelliyordu.

    Adrian. Bir an için afalladı genç adam. Sırtını yasladığı ağaçtan çekmiş, bir adım gerilemişti. Takım elbiseyi asaletle taşıyan adamı süzüyordu kahverengi bakışları. Bu asil duruş ona yabancı değildi, bu bakışlar, bu gözler... Karşısındaki Adrian'dı. Bunu nasıl anlayamamıştı? Gözleri bir an için acıyla parıldadı. Suratındaki gülümseme gitmişti. Dimdik bir şekilde bakıyordu önündekine. Ölü ikizi geldi aklına. Onun ölüşü. Onu ölüme terk etmek istememişti; asla. Kurt iç güdülerini henüz kontrol edemiyordu o zamanlar, peşlerinde yüzlerce vampir varken kurda dönüşemeyen ikizini koruyamamıştı. Hayatındaki tek acısıydı Nathan'ın. Belki de bu yüzden vampirlerden nefret ederdi, Adrian'ı ondan çaldıkları için. Kaşlarını çattı. Beyni o kadar hızlı çalışıyordu ki, neredeyse içkinin etkisinden kurtulmuştu bedeni. "Brendan..." diye fısıldadı. Sesi o kadar alçak çıkmıştı ki, Brendan dehşet dolu bir ifadeyle döndü kendisine. Ne söyleyeceğini merak ettiği belliydi. Ve Nathan kesinlikle onu şaşırtmayacaktı. Ama ben, ben sizi şaşırtacağım. Böyle başlayan bir hikayenin, böyle bitmesini beklemiyorsunuz değil mi? Ah... Yapmayın. Nathan yutkundu ve adeta haykırdı. "Tehlike numara on yedi, tekrarlıyorum, numara ON YEDİ." Brendan'ın kalın kaşları havaya kalktı. O kadar şapşal gözüküyordu ki bir an için karşısındakini unutup sırıttı. Sonra yeniden onunla göz göze geldi. Onun da en az Brendan kadar şaşkın olduğu belliydi, o da ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Ve tabii, siz de. Nathan ve Brendan, hayatlarını hiçbir zaman normal yaşamamışlardı. Onlar doğaüstü şeylere inanırlardı, belki de kendileri de doğanın en güzel eserlerinden biri oldukları için. Ve oldukça işsizdiler de, boş zamanları düşünüldükçe. Evet, onlar kendilerine mutantlardan ejderha kafalı kertenkeleye -bunu Nathan rüyasında gördükten sonra listeye eklemişlerdi- kadar uzanan bir tehlike listeleri vardı. Ve tehlike on yedi... Lanet olsun, Brendan hatırlamıyordu.

    Ona doğru bir adım attı. Dirseğiyle onu hafiften dürterek dikkat çekmemek için fısıldadı. "Zombiler, adamım, ZOMBİLER!" Fısıldayışı yerini haykırışa bıraktığında ikisi dehşetlerini birebir ortaya koyan bir ifadeyle gerilediler. Bir adım, iki adım... Üç adımın sonunda ellerini yumruk yaparak gardlarıını aldılar. Nathan karşısında ikizini görmenin verdiği acı ile belli etmese de neşesini yitirmişti az da olsa. Neden Adrian olmak zorundaydı, lanet olası zombinin teki? Neden, dünyada başka ölü mü kalmamıştı? Kaşlarını çattı. Suçluyu köşeye sıkıştırmış bir polisin silahını yere bırak evlat -tamam Rıza baba- demesi gibi, ciddi bir ses tonuyla atıldı. "Kaçamazsın, zombi. Adrian'ın bedenini hemen yere bırak." Söylediği şeyin ne kadar saçma olduğunu fark ettiğinde suratını buruşturarak sağa doğru çevirdi kafasını. Brendan da ona aynı öyle bakıyordu. Bu cümle kesinlikle bir zombiye uygun olmamıştı. Yeniden denedi Nathan. "Ne kadar yakışıklı göründüğün umrumda değil beyinsiz, seni paramparça edeceğiz." Bu sefer Brendanla birbirlerine gülümseyerek kafalarıyla onayladılar. Bu oldukça fiyakalı olmuştu. Eve döndüklerinde takım elbiseli bir zombiyi öldürmeleri oldukça cool bir hikaye olacaktı. Tabii, zombinin espri anlayışı olabilme ihtimali tamamen kafasından çıkmıştı Nathan'ın. O durumda beyinsizi oynayanın kendisi olduğunun da farkında değildi belki de. Sarhoştu, sarhoşluğun etkisi geçmiyordu. Ve o hep hayal gücü geniş olanı oynamıştı. İşin ucunda Brendan da olduğunda... Dolunay'ın güzel tanrıçaları aşkına, kimse onları suçlayamazdı. Hiç kimse.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Brendan O'Doyle

Brendan O'Doyle


Rp Sevgilisi : Ya aslında bir kız varda, neyse
Mesaj Sayısı : 42
Kayıt tarihi : 14/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimePerş. Ağus. 30, 2012 1:05 am


    Her şey şaka gibiydi! Salton Ormanında vampirler tarafından kovalanmanın yanında birde Nathan çakması ne idüğü belirsiz bir yaratık çıkmıştı başlarına. İyi giyinimli ne olduğunu kestiremediği şeyin vereceği cevabı merakla bekliyordu. "Ben ne uzaylıyım, ne de klonum. Teknik olarak uzaylı da sayabilirsiniz beni. Ben Doktor'um. Son Zaman Lord'u. Tardis'imle beraber buraya geldik," Şok içerisinde dinlemişti sözlerini. Nathan görünümlü bir Uzay Lordu; Doktor. ‘Tanrım bu gerçekten şaka olmalı’ diye düşündü Brendan. Ve onun Tardisi var! Hep bir Tardis’e binmeyi istemişti Brendan ilk gideceği yerin henüz neresi olacağına karar verememişti çok fazla seçeneği vardı! Aslında herhangi bir yerde olabilirdi, güzel kadınların olduğu herhangi bir yer. "TARDİSİ GÖRMELİYİM." iki gençte büyük bir heyecanla bağırmışlardı. Kesinlikle Tardis’i görmeliydiler! Sevgili Doktor kesinlikle onlara Tardis’i emanet ederdi. Brendan ve Nathan kadar güvenebileceği kimseyi bulamazdı ki şüphesiz. Hayır hayır bu düpedüz yalandı. Brendan ve Nathan’a bir şeyinizi emanet ederseniz onu geri aldığınızda ya yarısı alevler içerisindedir ya da yanabilecek bir yarısı yoktur. Tabii bu emanet ettiğiniz şeye göre değişiklik gösteriyordu.Pekala emanet etmesine gerek yoktu birlikte yolculukta yapabilirlerdi. Bu eğlenceli olabilirdi! Doktorlar hep eğlenceli insanlar, hayır onlar insan değil uzaylı neyse eğlenceli uzaylılar olmuşlardı değil mi? Aha! Adamım bunlar eğlencenin dibine vuracaklardı! Hep şu kabarık elbise giyen soylu bakirelerden birini becermek istemişti! Bu hayalini gerçekleştirebilirdi! Ama bir gariplik vardı görünürlerde Tardis yoktu. Belki de buradan uzak bir yere park edip ormanda gezintiye çıkmıştı Doktor. Tardis park edilir miydi yahu! "Dostum. Kesinlikle daha iyi bir espri anlayışına sahibim," Diye mırıldandı Nathan iki genç kahkahalarla gülmemek için kendilerini zor tutarken Brendan’ın kafasına dank etti. Tardis falan yoktu bu herif Zaman Lordu’da değildi. İkisiyle de taşak geçmişti! Bu gerçekten korkunç bir davranıştı Brendan’ın bütün hayalleri suya düşmüştü.( ama yüzme biliyorlardı dfkgjdkfjdkh)Aldatılmış hissediyordu kendisini.

    Biri bu genç adama insanların duygularıyla oynamaması gerektiğini söylemeliydi! Ailesinden hiç terbiye almamış mıydı bu? Hey bir dakika eğer bu Zaman Lordu değilse neydi? Bunun cevabını hâla vermemişti."Brendan..." Genç adam büyük bir merakla arkadaşına baktı. Söyleyeceği şeyi gerçekten çok merak ediyordu. "Tehlike numara on yedi, tekrarlıyorum, numara ON YEDİ." On yedi? Numara on yedi mi ? Bu Brendan’a bir şeyler çağrıştırıyordu ama o kadar çok içmişti ki şuanda biri ona annesinin ismini sorsa ona bile yanıt veremezdi. Sahi annesinin adı neydi? Brendan gerçektende annesinin adını hatırlamıyordu"Zombiler, adamım, ZOMBİLER!" Ah nasıl olurda hatırlayamamıştı? Nathan ile birlikte özenle hazırladığı tehlike listesinde on yedinci sırada zombiler yer alıyordu. Aslında o listeye örümcekleri de ekletmeye çalışıyordu Brendan ama Nathan örümceklerin bir bok yapamayacağı konusunda diretiyordu ve onları listeye eklemiyordu! Örümcekler ölümcüldür! Ve bütün eklem bacaklılar. Bu konuda çok dalga geçmişti Nathan Brendan’la. Bir beta’nın örümceklerden korkması o kadar da gülünç değildi! Yani ne kadar ufak olurlarsa olsunlar örümcekler size zarar verebilirdi, o iğrenç dokununca elinize yapışan ağlarıyla sizi örümcek ağına kaplayabilirdi bununla ilgili milyon tane rüya görmüştü Brendan.

    "Kaçamazsın, zombi. Adrian'ın bedenini hemen yere bırak."Adrian mı? Evet, bu isimde bir yerlerden tanıdık geliyordu. Beynini(!) biraz zorlayınca Adrian’ın Nathan’ın ölen ikiz kardeşi olduğunu hatırladı. Hey bu herif şuanda annesinin ismini hatırlamıyordu ama Nathan’ın ölü kardeşini hatırlayabiliyordu! Ah Adrian’ı Brendan’da çok severdi. Evet, belki Nathan’la olduğu kadar yakın değillerdi Adrianla ama Brendan için hep özel bir yeri olmuştu. O öldüğünde Brendan gerçekten kahrolmuştu ama güçlü durup dünyanın şüphesiz en iyi arkadaşı olan –çok şanslı ki bu kişi Brendan’ın en yakın arkadaşı- Nathan’a destek olmuştu. Zombie Adrian’a dikti gözlerini bu gerçekten iğrenç bir şeydi! Ölü ve çürümüş bedeniyle karşılarında duruyordu. Ama bedeni çürümemişti ki! Zombilerin bendeleri çürürdü tıpkı şu zombi dizisinde olduğu gibi ah Tanrı biliyor ya o diziyi ilk izlediğinde bütün gece rüyasında zombilerden kaçmıştı. Büyük ihtimalle aynı tarz rüyayı görmüş olacak ki Nathan’da, iki genç kalktıkları anda söyledikleri ilk şey ‘Zombiler! 17 numara!' olmuştu. "Ne kadar yakışıklı göründüğün umrumda değil beyinsiz, seni paramparça edeceğiz." Nathan’ın söylediği şeyi Brendan başını sallayarak onayladı. Hayatında ilk defa bir zombi öldürecekti bu gerçekten heyecan vericiydi! Biraz önce ki büyük hayal kırıklılığının ardından bu gerçekten mükemmel olacaktı. Bunu herkese anlatmak için can atıyordu, tabii önce zombiyi öldürmesi gerekiyordu ama bu önemsiz bir ayrıntıydı. Büyük ihtimalle kimse onlara inanmayacaktı ama bu önemli değildi çünkü Brendan ve Nathan neyin doğru olduğunu biliyordu. “Meredith!” diye haykırdı Brendan birden. Annesinin adı buydu sonunda hatırlamıştı. “Dostum annemin adı Meredith!” dedi sevinçle ve ardından büyük bir kahkaha attı. Biran için karşısında Adrian’ın zombi bedeninin olduğunu unutmuştu.

    Vampirler hâla gelmemişlerdi acaba o iğrenç burunlarıyla Adrian’ın kokusunu mu almışlardı? Tanrım vampirler zombilerden korkuyordu! Eğer gerçekten öyleyse ölü Adrian’a zarar vermek güzel olmazdı. Belki ona tasma takıp etrafta dolanabilirlerdi! Ah evet! İşte o an vampirlerin yüzünde ki ifadeyi görmek isterdi. Ama Nathan buna asla izin vermezdi. İzin vermemekte de haklıydı büyük ihtimalle Brendan’da ikizine tasma takıp etrafta dolaştırmak istemezdi ama eğlenceli olabilirdi. Belki de Nathan’a sorup şansını denemeliydi. Hayır hayır bu gerçekten berbat bir fikirdi! “Dostum kardeşinin zombi olduğuna inanamıyorum. Ve Nathan biliyor musun bence eve gidince örümcekleri listeye eklemeyi tekrar düşünmeliyiz.” dedi Brendan gardını alırken. Acaba etrafta onun gibi zombiler var mıydı? Ya sürü halinde geziyorlarsa! Bu korkunç olurdu önce onların kafataslarını parçalar sonra beynini çıkarıp, kalbiyle yer değiştirebilirlerdi! Sonra da büyük ihtimalle bu iki kafadarı afiyetle yerlerdi. Kesinlikle aklında böyle bir ölüm yoktu Brendan’ın. Daha acısız ve iğrençlikten uzak bir şekilde ölmek istiyordu. “Nathan ya bunlar sürü halinde dolaşıyorlarsa?” dedi Brendan aslında bu tam olarak bir soru değildi hemen ardından tekrar konuşmaya başladı. “İşte o zaman boku yeriz, böbreklerimle beynimin yerinin değişmesini istemiyorum.” diye mırıldandı. Brendan kocaman bir kahkaha attı ve Nathan’a dönerek “Adamım en azından biz ölürken birileri eğlenecek” dedi ve Nathan’a bir beşlik çakması için elini uzattı. Eğer düşündüğü gibi değil de tek zombi Adrian’sa bu durum pekte sorun yaratmayacaktı kesinlikle. İkiye tek kurt çocuklar daha avantajlıydı her açıdan. Evet birazdan ya bir zombi sürüsü tarafından parçalanacaklardı yada bu zombi çocuğun kıçını tekmeleyeceklerdi Brendan fazlasıyla heyecanlıydı.


En son Brendan O'Doyle tarafından Cuma Eyl. 07, 2012 11:25 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adrian B. Argent

Adrian B. Argent


Lakap : Lakap takın da dişlerimi boynunuza geçireyim. He, he?
Rp Sevgilisi : Ya bi gızan var ama. Söylemiyim imdi.
Mesaj Sayısı : 125
Kayıt tarihi : 27/05/12

Özel
Rp Puanı:
what are we doing fucking here? Left_bar_bleue95/100what are we doing fucking here? Empty_bar_bleue  (95/100)

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimePerş. Ağus. 30, 2012 4:45 am

    Hayatında bir sürü çılgınlıklar yapmıştı Adrian. Sarhoşken bir köprüden atlamış, kolunu ve bacağını kırmıştı. Brendan ve Nate ise günlerce dalga geçmişlerdi genç adamla. Genlerinden gelen hızlı iyileşme sayesinde bir haftada ayağa kalkmıştı ama ne yaparsınız, bir kere dillerine düşmüştü onların. Bazı günler adama bakıp, evlenme yaşı gelmiş genç kızlar gibi kıkırdaştıklarını görmüştü Adrian. Elinde değildi işte, onlar dalga geçmeyi severlerdi. Hoş, Adrian'ın da aşağı kalır yanı yoktu. Bir keresinde Nate bir rahibeyi baştan çıkaracağını söylemişti. Ve tabii ki iddiaya girdi üç kafadar. Bulundukları bölgenin rahibelerini iyi bildiği için Nate'in aleyhine, Brendan ise lehine iddiaya girdi. Sonuç mu? Tabii ki de Adrian kazanmıştı. Nate ise gözüne sıkılan biber gazıyla ve münasip yerlerine yediği tekmeyle kalmıştı. Bir kaç gün kadınsızlık iyi gelecekti genç adama. Kaybedenler bölgenin en yaşlı ve en çirkin hanımıyla bütün gün sohbet edip ve çay içeceklerdi. Eh, ne kadar felaket bir şey olduğunu yazmama gerek yok sanırım? Furia'nın* tekiyle oturup çay içtiğinizi ve pembe dizilerdeki milleti çekiştirdiğinizi düşünün. Sanırım anlatabildim. Ve bir daha Brendan ve Nate ikilisi Adrian'la uğraşmadılar. Sonuçta derslerini en acılı taraflarından -münasip bir yerlerinden- almışlardı.

    "TARDİSİ GÖRMELİYİM," diye bağırdı karşısındaki iki kafadar. Adrian ise gülmemek için kendini o kadar kasıyordu ki çene kemikleri kırılacaktı yakında. "Brendan... Tehlike numara on yedi, tekrarlıyorum, numara ON YEDİ." Sabinus aşkına neyden bahsediyorlardı? Altı sene önce böyle bir icatları yoktu bunların. Sanırım Adrian gittiğinden beri bazı şeyler değişmişti. İkisi daha bir afacan olmuşları sanki. "Zombiler, adamım, ZOMBİLER!" Zombi mi? ZOMBİ Mİ?! Adrian kesinlikle kafayı yemek üzereydi. Sinir kat sayısı yavaş yavaş yükselmeye başlamıştı. Eski günlerde yaptığı gibi kafalarının ortasına tokadı geçirmek istiyordu. 'Kendinize gelin be adamlar' diye bağırmak istiyordu. "Kaçamazsın, zombi. Adrian'ın bedenini hemen yere bırak." Adrian'ın boğazından komik bir ses fırladı. Gözlerini Nate'in gözlerine dikti. Beni gör, demek istiyordu. Gör ve tanı. "Ne kadar yakışıklı göründüğün umrumda değil beyinsiz, seni paramparça edeceğiz." Hah! Belki eskiden zayıftı. Kurtadam'a dönüşemediği için belirli bir zayıflık gösteriyordu ama şimdi, her şey değişmişti. Önceleri hızlıydı, bir kurtadam ile yarışamazdı belki ama vampir olduktan sonra her şey mükemmelleşmişti. O kadar hızlı koşuyordu ki neredeyse görünmez oluyordu. Güç mü? O 'güç'tü. Bir yolcu gemisini kaldırabilecek güce sahipti. Ailesi daima Nate'i ön planda tutmuşları, çünkü o ucube değildi. Kendisi ise kurtadama dönüşemeyen, ucubenin tekiydi. İçinde safkan bir kurt kanı varsa -ve bu kan Bozkurt'lara kadar uzanıyorsa- dönüşmek zorundaydın. Ötesi yoktu.

    "Meredith!" diye bağırdığını işitti Brendan'ın. Meredith Teyze'de nereden çıkmıştı şimdi? Kadının siması gözlerinin önüne geldi. Annesi kadar sevdiği, ailesinin aksine bu afacan üç kafadara daima güler yüzle yaklaşan bir hanımefendiydi. Sarı saçları dalgalar halinde beline uzanırken, ne renk olmayı karar vermeyen gözleri ışıl ışıl parlardı. Güzelliğini sadece yüzünün sol tarafındaki yara izi bozuyordu, ki oda bozmak yerine harika bir görüntü almasına yol açıyordu. Nasıl ve neden olduğunu bilmiyordu, sadece çok uzun bir zaman önce olduğunu biliyordu o kadar. Brendan'a dikkatle bakınca görüntüsünün tamamını annesinden almıştı. Aynı saçlar, aynı ışıl ışıl parlayan gözler. Brendan ve Nate'in konuştuğunu duyumsadı. Anılara o kadar çok dalmıştı ki karşısındaki iki insanın -pardon kurtadamın- saldırı pozisyonuna geçtiğini gördü. Oyun mu istiyorlardı. Peki, öyle olsun. Ellerini ceplerinden çıkardı ve ceketini kollarından sıyırdı. Uzun zamandan beri ilk kez kendi benliğiyle hareket edecekti, ne Vampir Blade olarak, ne de saf kurt olmasına rağmen dönüşemeyen, zavallı, ucube Adrian olarak. Karşılarında Adrian Blade Argent vardı ve o Oscar ödülünü almış insandı. Birisini kandırmak onun için çocuk oyuncağıydı ve bugün canı biraz eğlenmek istiyordu.

    Kollarını havaya kaldırdı ve parmaklarını bükerek zombi pozisyonuna girdi. Yüzü dehşet içindeki bir insan gibi kırış kırış olmuştu. Sesiyse... eh tahmin edin işte. Bildiğiniz zombi sesi. Kusma sesini de andırıyor biraz. "Gelin buraya sizi köpekler! İkinizi de çiğ çiğ yiyeceğim," dedi kalın bir sesle. Brendan ve Nate ise ne yaptı tahmin bile edemezsin. Ya da edebilirsiniz, bilemiyorum. Justin Bieber görmüş ergen kızlar gibi çığlık atıp kaçmaya başladılar. Zaman zaman nereye gittiklerini fark etmedikleri için bazen birbirlerine tosluyor, zaman zamansa ağaca veya bir çalılığa tosluyorlardı. Bu görüntü eğer bu kadar komik olmasaydı Adrian rolüne devam ederdi ama... Sabinus aşkına! Felaket bir görüntüydü. Çıkardığı seslere devam ederek telefonuna uzandı ve videoya çekmeye başladı. Dostlar, intikam soğuk yenen bir yemektir ve Adrian hiç bir zaman için kendisine yapılanları unutmaz.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Nathaniel Argent

Nathaniel Argent


Lakap : Nathan, Nate
Rp Sevgilisi : Erica. Ek olarak Brendan'ı da ona kuma getiriyorum boş vakitlerimde. ashfjasf
Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 14/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimePaz Eyl. 02, 2012 9:35 am

    Örümcekleri düşünüyordu genç adam o sırada. Evet, karşısında zombi yakışıklı yüzü ile sırıtırken genç adamın aklından geçen örümceklerdi. Brendan'ın onlardan korkmasını asla anlayamayacaktı; ancak bu onunla sonsuza dek dalga geçmesine engel değildi. Bir keresinde Nathan'ın yatağının üzerine tarantula bıraktığı gün dün gibi aklındaydı. Düşündü. O zaten dündü değil mi? Gülmemek için kendisini zor tuttuğu anda Brendan'ın annesinin adını tekrarlayışına bir anlam vermeye çalışmadı, bu çocuk hiç değişmeyecekti, bunu biliyordu Nathan. Kesinlikle Brendan'ın annesinin adı Meredith'ti. Peki ya kendi annesinin? Bunu düşünmeye vakti olmadı genç adamın, zira kelimeler zihninde bomba etkisi yarattı. "Gelin buraya sizi köpekler! İkinizi de çiğ çiğ yiyeceğim." Bundan sonra olanlar kesinlikle Nathan'ın zihninde yer almıyor. Ertesi gün uyandığında tek söylediği şey, sarhoştum hatırlamıyorum olsa da, biz Nathan'a fazlasıyla güzel hatırlattık. İşin aslı, Adrian'ın çektiği video internette izlenme rekorları kırdı. Doğru tahmin, bunu yapan Amanda'dan başkası değildi. Yine de o zamana geri dönersek... Çığlık atıyordu Nathan tüm ormanı yerinden kaldırmak istercesine. Belki içinden bir ses zombiyle savaşmaya hazır olduğunu söyleyebilirdi ama o? Yapmayın! Sarhoş bir kurdun bir zombiyi yendiği nerede görülmüş? Cevap elbette ki; biz neyin kafasındayız? Nathan'a dönelim, genç adam hayran olduğu ünlüyü görmüş fangirl gibi bağırıyordu hala. Kaçtığı yönü bile bilemiyordu. Eh bunun üzerine ağaca kafasını çarpmasını yadırgamadı. Yıldızlar sardı görüş alanını ya da hayır, yıldızları göremezdi zira filmlerde bu hep kafanın üzerinde olurdu. Geriledi. Brendan'a çarptığı anda oğlanın az önce haykırdığı annesine en içten selamlarını iletti. Ve yere yığıldı.

    Keskin bir koku geliyordu genç adamın burnuna. Çorap? Ah, bu kokuyu nerede duysa tanırdı. Brendan, diye düşündü gözlerini açmadan suratını buruşturarak. Birisi ona arada çoraplarını değiştirmesi gerektiğini söylemeliydi. Ve hayır, bu kurban asla ama asla Nathan olmayacaktı. Çünkü biliyordu ki bunu istediği anda Brendan çorabı çıkarıp fırlatacaktı. Tam kafaya. Ve herif asla ıskalamazdı. Daha önce de ıskalamamıştı. Yüzünü on kere yıkamıştı Nathan ama bu koku ile arasında oluşan bağlar... Gözlerini açtı. Hala ormandaydı. Göz gözü görmüyordu karanlık tamamıyla onları sarmalamışken. "Brendan," diye mırıldandı hafifçe. Neler olduğunu düşünüyordu ancak bulmasının imkanı olmadığını da anlayabilecek kadar ayılmıştı. Tekrar fısıldadığında genç adamın ismini göğsünün üzerine bir el çarptı. Sırt üstü yatan Nathan göz ucuyla kenara baktığında Brendan'ın dudaklarını büzmüş, buraya gel seni çılgın kız dediğini algıladı. Ah hayır, hayır, hayır. Nathan yerinden öyle bir hızla fırladı ki ayağa kalkmasıyla yüz üstü yere çakılması, düştüğü odunun diğer tarafının havalanarak Brendan'ın kıçına çarpması, Brendan'ın haykırması bir oldu. Zincirleme kaza diye bir şey varsa, işte bu ta kendisiydi. Kahkaha koyveren genç adam Brendan'ın gözlerini açıp bağırmasıyla kendisini durdurdu. Az önce de bu bağrışları duymuştu. Tanrım, ne halt oluyordu orada? Kaşlarını çatarak dehşet içerisinde etrafını süzdü. Kimse yoktu. Yapmayın, birileri mutlaka olmalıydı. Ağaca doğru adımını attığında ağacın arkasından fırlayan şey ile geriledi. Böö sesi kulaklarında çınlarken bir çığlık daha attı. Ve o an hatırladı. Zombiler.

    Filmlerde genellikle yakışıklılar önce ölürdü. Bu demek oluyordu ki Brendan'ın kendisini kaçıp kurtarması için zamanı vardı. Zira ilk kurbanın kendisi olduğundan fazlasıyla emindi. Onu göremiyordu, hemen arkasındaydı. Onun ne ara bayıldığını da bilmiyordu işin aslı. Ya da kendisinin. Aklına sonradan düşmüş gibi kafasını eğerek göbeğine baktı. T-shirtünü kaldırdığında derin bir nefes aldı. Böbreği hala yerindeydi. Tabi eğer... Hayır, böbreğinin farklı yerlerden alınmış olma olasılığını düşünmedi, o kadar iğrençleşmeyecekti! Geriye doğru adım adım giderken yeniden karşısında zombi olduğu gerçeği ile yüzleşti. Yaşamak istiyordu, ölmek için çok gençti! "Sana her gün çiğ beyin getiririm. Benim içim bozuktur, ciddiyim, çok kuru fasulye yed-" derken sözlerini bitiremedi. Adrian'ın gözleri büyüdü. Dudakları genişledi, dişleri açıldı... Hayır o kırmızı başlıklı kızın büyük annesi değildi. Ve peşinden, kahkaha geldi. Yüz yıldır atılmamış gibi gözüken kahkaha. Suratını buruşturdu Nathan. Zombiler gülmezdi. O kadar film yalan söylemezdi, değil mi? "Dostum," diye mırıldandı. Kafasını Brendan'a çevirdi. İkisinin gözleri bu sefer çakıştığında ağızları açıldı. Sustular. "Zombiler gerçekten yok değil mi?" Brendan kafasını umutsuzca salladı. İnanmıştı buna genç adam körü körüne. Zombiyi pataklayacak ve buradan sağ çıkacaktı. Peki ya şimdi? Tüm hayalleri suya düşmüşken -onunkiler yüzme biliyordu, hahah, çatlayabilirsin Brendan- kafasını kaşıdı. Karşısındaki hala gülüyordu. Nathan, sonunda aklı başına gelen Nathan, bir süre için yasını tuttu var olmayan zombilerin. Sonrasında ise bu sesi fazlasıyla iyi tanıdığına kanaat getirdi. Bu gülüş, öz Adrian'dan başkasına ait olamazdı. Çünkü kimse gülerken o sesi çıkartamazdı. Eh, şey. Nathan dışında hiç kimse.

    Rp out: Biliyorum çok geç yazdım, biliyorum bu sefer batırdım.. Ama ilhamilerim nereye gitti bilmiyorum. Sanırım beynimi zombiler yedi fsajas
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Gianna de Laurentis
Ravenclaw VII. Sınıf Öğrencisi
Ravenclaw VII. Sınıf Öğrencisi
Gianna de Laurentis


Lakap : Gia, Anna ya da boynuzkuyruk diyorlarmış.
Rp Sevgilisi : alexander ama... aması var işte hayırlısı *kim bu alexander? - simon*
Mesaj Sayısı : 287
Kayıt tarihi : 30/08/12

what are we doing fucking here? Empty
MesajKonu: Geri: what are we doing fucking here?   what are we doing fucking here? Icon_minitimeCuma Ekim 09, 2015 10:16 am

LAAAN BU RPYİ OKUYUP HÂLÂ GÜLÜYORUM ZAAAAAAAAXDXDXDXD
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
what are we doing fucking here?
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: V A M P İ R B Ö L G E S İ :: Salton Ormanı-
Buraya geçin: