Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Cadılar Bayramı | Parti Salonu

Aşağa gitmek 
+3
Celia Annabeth Right
Morrigan Buarainech
Anna Lizzie Malfoy
7 posters
YazarMesaj
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue100/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (100/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimePaz Eyl. 09, 2012 12:37 am

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Cu7dq

    Beş etabı da tamamlayanlar kendilerini burada bulurlar. Etapları tamamlayanların genellikle ruh halleri bozulur, ancak burada kendilerine gelmeleri için imkan tanınır. Müzik, eğlence ve topluluk! Kurtulanlar birdenbire burada yeniden dünyaya gelmiş gibi olur, dünyanın değerini yeniden hatırlarlar. Ancak unutmamalı ki yanlarında birilerini getirenlerin gözü daima kapıdadır. Ya geri gelemezse diye.
    Salonun içerisinde bir kişinin isteyebileceği her şey vardır. Yemekler, içkiler, kızlar, erkekler... Ancak istemeyecekleri de. Tüm yaşadıklarından sonra etapların içinde olanlar göz önüne özellikle konulmuş gibi, duvarlarda bulunmaktadır. Ateşten duvarların içinde aynalar, böcekler, ağaçlar... Her şey size etapları hatırlatmaya yöneliktir.
    Ancak unutmayalım ki bu bir parti.
    Kendisini toparlayan, bu müthiş partinin tadını çıkarabilendir. Bu yüzdendir ki bu tehlikelerden kurtulmayı başaranlar, her sene bunu yeniden göze alırlar. Bilinen odur ki, bu partinin bir eşi daha yoktur dünyada.

    İYİ EĞLENCELER.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Morrigan Buarainech

Morrigan Buarainech


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 23/08/12

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue100/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (100/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimePtsi Eyl. 10, 2012 1:49 pm


    Her şey gerçekten bitmiş miydi? Her şey sonuna ulaşmış mıydı? Bundan asla artık emin olamazdı Morrigan on yedi yıl boyunca yaşadıkları tek bir geceye sığdırılmıştı, tek bir gecede hayatı ya tamamen değişecekti ya da her şeye aynen devam edecekti. Bütün bunların kararını partiden sonra vermeyi düşündü, odayı incelerken aklından güzel şeyler geçirmeye çabaladı fakat başaramadı. Hayatında geçirdiği en korkunç cadılar bayramını yaşamıştı, en kötüsü de asla unutamayacağı bir bayram olmuştu. Ona geçmişini hatırlatmış geleceğini düşündürmüştü. Bu geceden sonra Morrigan artık eskisi gibi olamayacaktı çünkü artık geçmişinin peşine düşecekti. Deniz mavisi gözleri odanın içini tararken o sadece huzur bulmak için içkilerin olduğu masaya doğru yöneldi. Partiye ilk gelen kişi kendisiydi veya daha gözü kimseyi göremeyecek durumdaydı. Emin olamadı, eline aldığı kadehten bir yudum içki aldı. Boğazını yakan tanıdık tat onu kendine biraz olsun getirmeye yetmişti. Masanın hemen ucunda duran sandalyeye oturan Morrigan çantasından çıkardığı ayakkabılarını bütün baş dönmelerine rağmen yavaş, yavaş giydi. Ayakkabılarını giydikten sonra kendisine en yakın olan aynaya giden cadı asasını üstündeki kıyafete tuttu ve “Aklapakla.” Dedi. Kıyafet ilk giydiği haline dönerken Morrigan parti salonunu incelemeye koyuldu. Her şey çok özenli görünüyordu; duvarlar hariç. Odaya adım attığından beri her şeye bakmıştı sadece duvarlara bakmamıştı belki de gözleri duvarları görmemesi için kendini uyarmıştı. Unutmaya çabaladığı tüm olaylar şimdi karşısında duruyordu; kanlar, örümceler, ağaçlar ve daha demin kendine bakarken fark edemediği ateşler. Duvarlardan uzaklaşırken aklına sadece geçmiş geldi, gelecek o anda silinip gitti.

    Kendini bir sandalyeye bırakırken düşündüğü tek şey unutmaktı, sadece unutmak. Gözlerini kapatan Morrigan her şeyin silinip gitmesini yüreğinden istedi, ama başarılı olamadı çünkü hiçbir şey silinmedi. Gözlerini ne kadar açıp kapatsa da görüntüler hep aynıydı, ona bu geceyi hatırlatmak için özenle yerleştirilmiş görüntüler hep aynı, zihninde dolaşan düşünceler hep aynıydı. Yaşadıklarından kurtulmak adına kendisine bir içki daha alan cadı bardağındaki içkiyi bir dikişte içti, unutması için ona gereken yegâne şey belki de sarhoş olmaktı. İçkisini yudumlarken konuşabileceği birilerinin gelmesini diledi ve bekledi. Kendini toplaması için zamana ihtiyacı vardı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue100/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (100/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeSalı Eyl. 11, 2012 7:37 am

Ekler:

    Bunun için fazla yaşlı hissettiğini düşündü genç kadın, dudaklarına kırmızı rujunu sürerken balo salonunda. Dağılmış topuzunu düzeltti asasına dahi gerek duymaksızın. Aynaya baktı sakince, bunun normal bir ayna olmasına şükrederek. Kaşlarını çatmıştı ister istemez durduğu yerde. Aslında, Anna'nın kaşları genellikle çatıktı ki genç kadın için bu artık alışkanlık haline gelmişti. En son ne zaman suratında cezbedici bir gülümseme ile dolaştığını hatırlamayacak kadar karanlıklar içerisindeydi yıllardır. Derin bir nefes aldı henüz etrafında kimsenin olmamasından faydalanarak. Aynadaki görüntü kusursuzdu, yeniden. Tıpkı baloya gelmeden önceki gibi görünüyordu baştan aşağıya, en ufak bir çizikten dahi eser olmaksızın. Buna karşın ruhundaki çizikleri saklayamıyordu kendisinden genç kadın hiçbir büyüyle. Etaplar onun için zorlayıcı değildi, olmasını da beklememişti. Her hamleyi kolaylıkla geçtiğinde kendi gençliğini hatırladı. On sekizindeydi buraya adımını son kez attığında. O zamanlar daha mı korkutucuydu, hatırlamıyordu Anna. Kendisi böyle şeylere hiç inanmamıştı, hele ki on dokuz yaşındayken... Hayır, genç kadının korkuları yoktu. Onu avlayabilecekleri en ufak bir zaafa sahip değildi. Sadece beş dakika önceyse, bir gölge sürüsüyle baş ettiği gerçeği çarptı suratına tokat gibi. Tek korkusu, tek zaafı. Elinin tersiyle alnındaki küçük ter damlacığını sildi ve müziğin sesine kulak verdi. Uzun topuklu ayakkabıları yine zarif ve küçük ayaklarını sarmalamıştı kadının. Üzerinde her zamankinin tam tersine beyaz bir elbise vardı. Toplu saçları onu Anna yapmaktan çok uzaktı; zira onu şimdiye kadar hiç kimse böyle görmemişti. Kendisinin dahi gördüğünden şüpheliydi kadın. Biçimli bacakları ile parti salonuna daldı. Ve istemsizce gözleri etrafı taradı, neler olup bittiğine bakmak için.

    Öğrenciler her yerdeydi, her yerde. Buraya geldiğinde yalnızca bir avucu geçmeyecek kadar insan vardı; ancak o içeride düşünürken sayısı yüze ulaşmış gibiydi. Suratındaki çakma gülümsemeyi silmedi yine de. Öğrenciler tarafından tanınması oldukça normal olacaktı, buna neden şaşırıyordu ki? Her gün suratınıza sizi öldürecekmiş gibi bakan bir profesörü, böyle bir cehennemde gördüğünüzde tanırsınız. Ve genç kadın, bunu göze alarak gelmişti. Yine de herkes kafası o kadar dumanlı görünüyordu ki, Anna belki bir umut buradan birileriyle çatışmadan kurtulabileceğine inandı. Kendisini kandırdığını bile bile. Birdenbire beline sarılan parmaklar üzerine ani bir refleks göstererek arkasını döndü. Belki de saniyeden daha kısa bir sürede asasını belini kavrayan kişinin boynuna geçirdiğinde, karşılaştığı adeta camdan yapılma gözler üzerine bir adım geriledi. Kendisine bakan gözler adeta yanıyordu; belki de, genç kadını yakıyordu. Adamın eli elinin üzerine kapandı. Okşarcasına bir şekilde asasını indirdi kadının. Gözleri birbirine odaklanmışken, burunları birbirlerine çarpacak kadar yakındı. "Ağır ol Malfoy," diye mırıldandı genç adam, elleriyle Anna'nın omzunu kavrayarak bu sefer. Silkinerek geri çekilen genç kadın, adamın alaycı sesini taklit ederek ona takıldı. "Hızlı olmak doğamda var. Ve sen Maurëll? Geç kaldın." Sırıtan Anna, Marcus'un dudaklarından öpücük çalmasına izin verdi. Başlarından o kadar çok şey geçmişti ki, bu küçük öpücükler ikisini de hayata bağlayan şeylerden başkası değildi. Yine de Anna Lizzie Malfoy, Hogwarts'ın katı ve disiplinli, yüzü güldüğü neredeyse hiç görülmeyen müdiresi, öğrencilerin kaynadığı bir yerde ulu orta boy göstermekten çekinirdi böyle. Ama umursamadı o gün. Bu cadılar bayramıydı, değil mi? "Kendimi burası için fazla yaşlı hissediyorum," dedi adam elini kavradığında onu bara doğru sürükleyerek. "Yine de, bunu duyana kadar bekle, Ravenclawlardan bir çocuk bana asıldı. Beni tanımadı. Gururum okşanmalı mı, yoksa kahrolmalı mıyım emin olamıyorum." Sırıttığı sırada Marcus bir kahkaha patlattı. Adam o kadar mükemmel görünüyordu ki, yanına ondan başka hiç kimsenin yakışmayacağını biliyordu Anna. Ve onu affettiği için pişman olmayacağını.

    "İşin aslı tatlım, buradakilerden yalnızca birkaç yaş büyük olduğunu unutuyorsun bazen," dedi alaylı ses tonunu bozmaksızın. Anna buna sinir oluyor muydu? Evet, kesinlikle oluyordu. Yine de sesini çıkartmadı. Onun cümlelerini bitirmesine izin verdi, onu kaybetme korkusunu yaşadığı o anlardan sonra. "Ve meşhur Malfoy'un bu kılıkta tanınmaması da oldukça normal. Müdiremiz gençliğini yaşıyor! Ama eminim ki benimle salonda sevişmeyecektir." Gözlerini devirdi kadın istemsizce. Kendisini alayla kahkaha atarken bulduğunda tek kaşını kaldırdı. "Karşımda oturan sihir bakanı mı? Ah hey... Fransa Sihir Bakanı alemlere akıyor, ah hayır, yanındaki bayan çatık kaşlı mı? Tanrım!" Sesini iyi kullanmayı bilen kadın oldukça usta bir şekilde taklidini bitirdiğinde Marcus eliyle genç kadını vurma işareti yaparak, bam diye mırıldandı. "Böyle müthiş bir bakana sahip olduğu için şanslı olmalı Fransa. Ve sen de öyle, bana sahipsin değil mi Anna?" Anna Lizzie Malfoy, gözlerini devirdi bir kez daha. Kafasıyla onayladığında, bıyık altından gülüyordu aslında. Güldüğünü belli etmemeye çalışsa da Marcus onu çenesinden kavradığında bunu daha fazla gizleyemedi. Beyaz dişleri partinin ışığı ile aydınlanırken, Marcus kulağına eğildi. "Söyle bakalım, Kelid Aynasında mı daha yakışıklıyım, burada mı?" Genç kadın bu sözler üzerine ne yaptı, aslında düşünmeye pek gerek yok. Elbette ki; kaşlarını çattı. Aynada gördüklerini de unutmak istiyordu, bu geceye dair diğer pek çok kötü anısıyla yüzleşmesi gibi. "Aynaya bakarken düşündüğüm, saçımın bozulmasından başka bir şey değildi. Ancak senin duvarların arasında neredeyse öleceğini duydum, Maurëll. Yoksa ellerinden kayıp gidişim mi korkuttu seni? Ah, kuzum." Burnunu inatçı bir şekilde havaya kaldırdı genç kadın. Suratında zafer işareti varken, savaşı kazanmıştı. En azından ardından gelen tutkulu öpücüğü bilen Marcus, onun kazanmasına izin vermişti.

    Dudaklarını dudaklarından ayırdığında ani bir atakla sarsıldı. Bugün kendisini o kadar zorlamıştı ki, Marcus'un asası kendisine doğrulduğunda her şeyin yeniden başa sardığını düşündü. Parti yalan olabilir miydi? Bunun bir etap olması... Ah, saçmalıyordu. Korku dolu bakışları Marcus'u süzerken, gözleri asaya kilitlendi. Ve asadan çıkan sarı ışığa. Ne olduğunu anlamadan saçları omzundan aşağı dökülüverdi. Siyah saçları menekşe kokusunu yayarak salındığında, şaşkınlıkla tek kaşını kaldırdı. "Onu yapmak için ne kadar uğraştığım hakkında en ufak bir fikrin var mı, Maurëll?!" Adamın okşayıcı parmakları kadının önüne gelen saçları kulağının arkasına atarken nefesini tuttu Anna. Adamla bakıştıkları kısa bir süre içerisinde, "Benim uğraştığım kadar olamaz, erkek saçını yapmak o kadar kolay mı sanıyorsunuz?" Güldü bir an için. Ve ardından ciddileşti genç adam. "Benim Anna'm bu. Tanınmamak için bu kadar uğraşmamalısın. Anna, sen gülmeyi pekala biliyorsun. Öğrencilerine rol yapmak zorunda değilsin," dedi alnına öpücük kondurarak. Bir süre dudaklarını çekmedi adam. Peşi sıra, devam etti. "Yirmi üç yaşında, taş gibi bir müdiresin. Güçlüsün, işin ve görevlerin her şeyin üzerinde. Bu yüzden kimse seni yargılayamayaz, bir martini içiyorsun diye." Anna neredeyse ağzındaki püskürtecekti ki, son anda kendisine hakim olmayı başarabildi. Lanet olsun, diye düşündü. Yaptı, yine yaptı! Anna Lizzie Malfoy ateş viskisi içerdi, daima. Üstüne basa basa düşündü; daima. Ve Marcus da bunu bozmaya çalışırdı, her zaman. Oflayarak ellerini sen kazandın anlamında havaya kaldırdı. Gülümseme yerleştirdi dudaklarına içkisinden büyük bir yudum alarak. "Gecenin sonunda, seni lanet olası evime atacağım Maurëll. Merlin bunu iliklerinde hissediyor." Merlin hissediyor muydu bilmiyordu ama Marcus'un hissettiğinden emindi. Gülümsedi genç kadın. İlk kez dertlerinden uzaktı aylar sonra. Gölgeleri, bilinmeyeni, kaderin defterini umursamıyordu. Etrafında dolanıp kendisine dehşetle bakan öğrenciler bile umurunda değildi. "Ama bilmelisin ki aynada gördüklerin asla gerçek olmayacak." Marcus'un yüzünde oluşan ne gördüğümü nereden biliyorsun ki bakışını aldırmadı. Onu elinden tutup piste dans etmeye götürürken, düşündüğü şey, aynadaki Marcus'la ikisine ait sarışın bebeğin görüntüsüydü. Onun da bunu düşündüğünü hissediyordu kadın. Yine de ikisi de asla dillendirmeyecek olsalar da biliyorlardı, tüm bunlar bitene kadar hepsi yalnızca bir hayalde kalacaktı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Celia Annabeth Right

Celia Annabeth Right


Lakap : Cel. Lia. Sally.
Mesaj Sayısı : 491
Kayıt tarihi : 28/05/12

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue90/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (90/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeÇarş. Eyl. 12, 2012 2:16 am


    O bakış:
    Etaplar bitmiş, parti başlamıştı. Celia tanıdık yüzler görmeye başlıyordu.Herkesin elinde içkileriyle gülen eğlenen yaşıtlarını, köşelerde yiyişen çiftleri, bir de kendisi gibi toparlanmatyı başaramayan ezikleri görüyordu. O eziklerin arasında Slytherin'in en popülerlerinden tutun da Gryffindor'un seksi kızları, Ravenclaw'un yere bakan yürek yakanlar da vardı ama olsun. Bir partide köşede durun etrafa bakan herkes eziktir. Celia ezik statüsüne girmeye aldıracak ruh halinde değildi, asla da olmamıştı. Partilerden nefret ederdi. Asla topluma kolayca karışabilen biri olmamıştı ve bu boktan ruh hali hiç de yardımcı olmuyordu. Fiziksel yaraları da bir hayli göze batıyor olmalıydı. Boynunu sıkan kütük hariç hiçbir acısını hissetmiyordu. Acı seviyesi çok yüksek bir kızdı, ama boğulmak? Bunun acıyla alakası yoktu, ölümdü. Şimdi yutkunmakta güçlük çekiyordu ve hızlı hızlı nefes alacak durumda değildi. Harika. İçki içmemek ve dans etmemek -hatta sevişmemek- için güzel bir bahaneydi.

    Düşünmeye çalışıyordu ama yüksek sesli müzik buna engel oluyordu. Buradan çıkınca hayatı ne olacaktı? Cadılar Bayramı hayatını değiştirmiş miydi? Kelid Aynası'ndaki suratı gerçekleştirecek miydi? Uzayıp giden bu soruların tek bir cevabı vardı: dıp tıss dıp tıss dıp tıss. Git gide yükselen ve ritm kazanan müzik yerini sallanan bedenlere bırakırken Celia onlara imrendi. Lanet olsun! O etaplarda kendisinden başka kimsenin ağzına sıçılmamış mıydı? Sol eli, akciğerleri, ayak bilekleri hasarlıydı ama etrafındakilere bakarlarla yılan gibi kıvrılacak kadar sağlamdılar. En büyük hasarı psikolojisine almış olan Celia'nın aksine "Harika, beni öldürecek beş tane etaptan geçtim, şimdi bunu kutlama zamanı," diye düşünüyor olmalıydı herkes. Gerçi Cel şikayet etmemeliydi, buraya sırf etaplar için gelmişti. Partilere alışın değildi zaten.

    Bu böyle olmayacaktı. Burada salak gibi dikilerek hiçbir şey eline geçmeyecekti. İplerini gevşetirse kaybolacak değildi ya. Yanda duran içki dolu bardaklardan birini alıp yudumlamaya koyuldu. Şimdiye kadar hiç sarhoş olmamıştı ama şimdi sarhoş olmayı gerçekten istiyordu. İki, üç... Müzik şimdi daha iyi gelmeye başlamıştı kulağına. Dans pistinde birini gözüne kestirdi gülümseyerek ve içkisini bir yana bırakarak esas partiye karıştı.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Xavier Shane Raymond
Slytherin VII. Sınıf Öğrencisi
Slytherin VII. Sınıf Öğrencisi
Xavier Shane Raymond


Lakap : Xavie. -evet tek bir harf fark ediyo asdf-
Rp Sevgilisi : Alyssha.
Mesaj Sayısı : 91
Kayıt tarihi : 05/06/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue98/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (98/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeCuma Eyl. 14, 2012 5:32 am

    Doğum acısı zordur der kadınlar, bilmem kaç kemiğin kırılmasına eş değermiş. İşin aslı, ondan daha beter bir acı olduğu düşünülemezmiş. Yalan. Xavier Shane Raymond, kasıklarına yediği tekme ile bunun kesinlikle ve kesinlikle yalan olduğunu biliyordu. Zira bir topuklu ayakkabının kasıklarını delercesine bir kuvvetle uçuşa geçmesi? Hayır. Xavier emindi ki bu gece kesinlikle yalnız yatağında yatarken bitecekti. Tekmeye gelmeden önce, işin aslına dönmek lazım. İşte size müthiş gecenin hikayesi. Genç adamın omuzları çökmüştü odaların birinin yatağına kendisini atmışken. Gözlerini tavana dikmiş, yürüyen örümcekleri izliyordu ağır çekimde gibi. İster istemez tüyleri ürperdi genç adamın. İkinci etap aklına gelirken yanmış pelerini hatırladı. Genç adam Superman'di bir zamanlar. Hala süper bir erkek olduğu doğruydu ancak, artık kostümü ışıldamıyordu. Çıplak göğsünün üzerine taktığı kırmızı pelerini ve -kesinlikle tayt giymeyi reddetmişti- dar pantolonu ile gelmişti partiye. Şu anda ise yalnızca göğüs kasları şov yapıyordu duvara karşı. Pantolonu da duruyordu tabii, kızlara keşke durmasaydı derdirtse de. Kapı açıldığında kafasını kaldırıp bakmak için çaba harcadıysa da, yalnızca homurdanmakla yetindi. Giren kişinin soluması ve haykırışı yeterli olmuştu çünkü. "En sonunda Xavier, en sonunda." Krystof'un yatağa kendini attığını fark ettiğinde kafasıyla onayladı yalnızca. O kadar zor bir gün olmuştu ki, ağzını açmak da zorlanıyordu. Ama Bartolomej kardeşler? Hayır. Krystof hiçbir zaman Krystelle'ın namına yetişemeyecek olsa da, çenesi açıldığında... O da kesinlikle ikiziyle arasındaki bağı belli ederdi. "Seni bulmak için üç odaya daldım. Üçte üç adamım. Bugün odalar pek yoğun. Bir üçlü teklifi aldım." Genç adam sırıtırken en sonunda yan gelip yatmayı bırakıp yavaşça doğruldu. Yatağın üzerinde bağdaş kurup oturdu, Krystof'un suratını görecek şekilde. "Ve?" Krystof'un kahkahası inledi boş odada. Örümceklerin birkaçı kaçışırken, genç adam omuz silkti. "Rekorum dört kız ve ben. Lütfen, iki erkek tek kız? Beni bozar, adamım." Sarışın genç adamın bundan şüphesi yoktu, hele ki kendi bekarlığını hatırlarken. Çapkın günlerini özlüyor muydu, evet, kim özlemezdi ki? Ancak Alyssha'nın yokluğunu özleyeceği kadar değil. Hele ki bugün bunu fazlasıyla tattıktan sonra, asla değil.

    "Aşağıda kıyametin koptuğuna eminim," dedi Xavier Krystof'a dehşet dolu bir bakış fırlatarak. İki genç adam, Slytherin'in iki altın çocuğu, iki piçi, kesinlikle piçlik üzerinde çalışıyorlardı o gece. Xavier'ın salona adımını ilk attığı anda sarılmak istediği tek kişi sevgilisinden başkası değildi... Yine de şu an bir yatağı Krystof ile paylaşıyordu. Kaşlarını çattı, bu düşünce ile ürperirken. Krystof onu anlamış gibi kendisine suratını buruşturarak baktı, su yeşili gözleri parıldarken. Aslında iki genç adamın zihninde yankılanan soru belliydi, ikisi de dile getirmese de. Kızları korkutmaktı amaçları, pekala. Aşağıda kızlar onları göremedikleri her an delirecek, çıldıracak... Korkacaktı. Yapmayın, bu cadılar bayramıydı! Korkmazsalar ne anlamı kalırdı ki? "İyilerdir," dedi ikizini düşünen genç adam. "Bahse varım, Krystelle gevezelik ediyordur." Öyle olmadığını tahmin ediyordu ama bozuntuya vermedi, fikir onundu. Şimdi vazgeçer miydi? "Ve Aly de aslında hiç korkmadığı hakkında övünüyordur." Xavier cümlesini söylediğinde iki genç adam bakıştılar. Yataktan fırlamaları aynı anda oldu. "Bir baksak iyi olur, ha?" Sözcükler dudaklarından döküldüğünde Xavier'ın, ikisi de çoktan odadan çıkmışlardı. On beş dakika geçmişti, her ikisi de çıkalı etaplardan. On beş dakika yeterdi elbette ki kızları korkutmak için. Üzerini kontrol etti Xavier, başka yara kalmış mı diye. Teninde en ufak bir çizik gözükmezken, Krystof'a kaydırdı gözlerini. Elbette ki muhteşem Krystof'un yaralarla gezmesini beklememişti, bu yüzden en yakın arkadaşına sırıttı. İkisinin de göğsü çıplak ve kusursuzdu. Tenleri ateşlerle ısınmış, içten içe çökmüş bir ruh halinde olsalar da her zamanki gibi ateşli görünüyorlardı. Biraz sonra ateşe düşeceklerini bilmeksizin.

    Partinin tam ortasına düştüklerinde, kızları görmeleri pek zamanlarını almadı. Slytherin grubu her zamanki yerlerine dizilmişti, tam ortalarında Alyssha ve Krystelle varken. İkisinin suratı aslında yeterli olmalıydı iki adamın arkasını dönüp kaçması için. Oysa onlar, derin bir nefes koyvererek kızların arkalarından dolaşmayı tercih ettiler. Yaptıkları ikinci büyük hata oluyordu bu da. Kızların tam arkasına geçtiklerinde diğerlerine sus işareti yaparak birbirleriyle bakıştılar. Kafalarını salladıkları sırada onların gözlerini kapatacaklardı ki... Gerisi için en başa dönüyoruz! Xavier acı içerisinde ahlayıp kasıklarını tuttuğu sırada, Krystof'un da ondan pek farkı olmadığını gördü. Canı acıyordu Xavier'ın, ulu Merlin adına, adeta ölüyormuş gibi hissediyordu kendisini. Homurdanmaya dahi fırsat bulamazken, iki kız her zamankinin aksine kahkaha dahi atmadılar. Suratları o kadar ciddiydi ki, Xavier Alyssha'dan daha önce hiç böylesine korktuğunu hatırlamıyordu. "Öldüğünüzü sandık! On beş dakika. Sizi sersemler. On beş dakika! Çoktan çıkmış olmanız gerekirdi..." Genç kız yutkunduğunda onun ne kadar korkmuş olduğunu fark etti acı içerisindeki Xavier. Ona sarılmak için hareket yapsa da kız bir adım geri attı şiddetle. Superman'in küçük adamı gitmişti oysa, Xavier'ın onu kovalamaya gücü yoktu. "İçimde bir şeyleri öldürdüğüne yemin ederim." Karşısında duran genç kızın ifadesi birdenbire değişti o an. Sinirli bakışları yerini güleç bir ifadeye bırakırken, kahkaha atmak üzere olduğuna on galleonuna bahse girerdi Xavier. Oysa şu an bunu konuşmayacaktı. Çünkü çapkın ikizinin kıvranışlarından canice zevk alan Krystelle'ın vaktiydi. Ve, herkes bilirdi ki o konuşurken başkası konuşamazdı. "Sanırım Krystof bu gece yatağına kız atamayacak, değil mi sevgili kardeşim?" Alyssha ile ikisi en sonunda kahkahayı bastıklarında iki genç adam aynı anda homurdandılar. Kısasa kısas diye düşündü en sonunda dikleşmeyi başaran Xavier. "Birileri de öyle." Alyssha'ya tek kaşını kaldırıp baktığında genç kız ona yavaşça yaklaşarak fısıldadı. "O kadar kötü mü?" Umutsuzca kafasıyla onayladı genç adam içerisindeki gülme isteğini bastırarak.

    Alyssha'nın sövdüğünü duydu, Krystelle'ın kahkahasını, Krystof'un homurdanmalarını. Diğer Slytherinlilere odaklanamıyordu o an, zaten henüz az kişilerdi. Bugün yaşadıkları üzerinde sağlam tek yeri kalmamıştı genç adamın. Ancak kalbinde sağlam olan bir şeyler vardı. İkizleri baş başa bırakarak, Alyssha'yı kollarından kavradığı gibi piste sürükledi. Genç kıza tek kelime etmeden haşin bir şekilde sarıldı ona. Siyah saçlarına öpücük bıraktı önce. Ardından kızın başını hafifçe kaldırarak dudaklarından tutkulu bir an çaldı. Elleri kızın yanaklarını kavradı yavaşça. Alnını onun alnına dayadığında fısıldadı. "Seni seviyorum Alyssha." Sözcükleri kısa ve netti. Fazladan cümleler yoktu, gereksiz süslemeler de öyle... Genç kız ve adam, iki senedir kuşkusuz ki en gözde çifttiler. Birbirleriyle o kadar çok şey yaşamışlardı ki, gereksiz şeyler onlara göre değildi. Hissettikleri, söyledikleri, düşündükleri. Hepsi içten, hepsi doğaldı. Genç adam bugün Alyssha'nın yokluğunu tatmıştı her hücresiyle. Lanet olası duvarlar üzerine gelirken ölmeyi umursamıyordu bile. Ölmek onun çekindiği bir şey değildi. Onun tek korkusu, eğer ölürse Alyssha'ya neler olacağıydı. Tapılası bir grupları vardı, evet. Hepsi birbirinin kardeşi, hayatları, her şeyiydi... Krystof, Krystelle, Xaviera, Nathaniel, Kimberly, Julius... Slytherin'in gümüş grubu. Ancak öyle bir şey vardı ki, Xavier kendisine bir şey olursa Alyssha'nın asla aynı olmayacağını biliyordu. Bu yüzden sıyrılabilmişti tüm yalan dolanlardan. Tüm o sahne etaplardan. Dördüncü etapta, onun tek başına bir köşede ağladığını görmüştü. Ağlamayan Alyssha, sakince ağlıyordu. Gözleri kızarmıştı ve yalnızca boşluğa bakıyordu. Ölü bakışlarıyla. Onun o şekilde kalmasına katlanamazdı Xavier. Onun üzülmesine dayanamazdı. Onsuzluğa dayanamazdı. İster yaşarken, ister ölüyken.

    Dudaklarına bir öpücük daha kondurdu kızın belini sararken. "Aynada sen vardır Xavier," dedi kız tüm o sert imajını bir kenara atarak. Alyssha, belki Slytherin'in korkulan prensesiydi sert mizacı ile küçük bir Anna'yı andırmasıyla. Bunu ona asla söylemezdi genç adam; ancak kardeşlerin kaderinde vardı bu. Ancak genç adama gelince, Alyssha iç dünyasını açabilirdi. Onun iç dünyasına tapıyordu genç adam. Ona, onunla ilgili her şeye... "Ve her şey gerçek olamayacak kadar güzeldi. Duvarlar; duvarlar ise..." Konuşmasına daha fazla izin vermedi genç kızın. Onun üzüldüğünü görebiliyordu açık açık. Susturdu dudaklarıyla onu. "Biraz daha konuşursan, sevgilim, sakat dostumuza işkence edeceğiz. İstemezsin değil mi?" Genç kızın gözlerindeki bakış değişirken kahkaha attı Alyssha genç adamın burnuna sevimli bir öpücük kondurduktan sonra. Hareketli dansa eşlik ederek onu döndürmesine izin verdi. "Seni seviyorum Xavier. Ama kesinlikle işkence edeceğiz."

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcella Oswald
Ravenclaw VI. Sınıf Öğrencisi
Ravenclaw VI. Sınıf Öğrencisi
Marcella Oswald


Lakap : Ella.
Rp Sevgilisi : Gabe.
Mesaj Sayısı : 223
Kayıt tarihi : 05/08/12

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue99/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (99/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeCuma Ocak 04, 2013 6:10 am

Ekler:


    Nefes dahi alamıyordu genç kız kendisini dışarı attığında. Gözlerinden süzülen yaşları engelleyemiyordu, engellemeye bile çalışmıyordu aslında. O kadar dağılmış bir haldeydi ki, hiçbir şeyi düşünemiyordu. Yanmış bacağı acıyordu üzerine yüklenmediği halde. Topuklu ayakkabılardan hayatında ilk defa nefret ediyordu. İşin aslı... O an her şeyden nefret ediyordu. Buraya neden gelmişti, neden bunlara katlanmıştı? Acı içerisinde gözlerini sıkıca kapadı. Gözlerinin önündeki görüntü gitmiyordu sanki ona inat. Yeniden o duvarların arasına gidiyordu, güzelliğinin çöküşüne, hiç kimsenin onunla konuşmayışına... Gözlerini açtı. Öyle bir şey olmayacaktı, nefes aldığı müddetçe. Toparlanabilmek adına birkaç saniye duvara yaslandı. Tanıdık birinin onu görüp görmediğini düşünüyordu ki, etrafına bir bakış attı. O an onu gördü. Hans Landers'ı. Genç adam yanında hiçbir zaman ayrılmadığı en yakın arkadaşı Gordon'la konuşuyordu; ta ki kızı görene kadar. Bakıştılar, yalnızca bir an için. Genç adamın kostümü zombiyi andırıyordu, tipi de öyle. O da dağılmış olmalıydı, korumaya çalıştığı mağrur bakışlarına karşın. Bunu tahmin edebilmesi için görücü olmasına gerek yoktu Marcella’nın, o bunu iliklerinde dahi biliyordu. Tıpkı kendisinin de öyle yapması gerektiği gibi. Güçlü olmalıydı, burada böylece su koyuveremezdi. Bu kadar dağılmış haldeyken, Hans’ın kendisine bakmasına izin vermemeliydi. Doğruldu. Adamın kendisine doğru bir adım attığını gördüğünde acıyan ayağına aldırmadan hızla yürümeye başladı. Köşeyi hızla döndü ve kendisini kadınlar tuvaletine attı. Gözlerindeki yaşlar bir kez daha boşalırken, hıçkırıklarına bıraktı kendisini. Dudaklarına değen gözyaşını yaladığında tuzlu tat ile ürperdi. Gözyaşının tadını her zaman acı olarak hayal etmişti zihninde. Ağlamazdı o çünkü, dudaklarına hiçbir zaman erişemezdi gözyaşları. Ağlamak güçsüzlerin savunmasıydı. O güçsüz değildi. Peki ya, şimdi? Toparlanması gerektiğini söyledi durdu kendisine. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Dehşet dolu bir bakış ile ayağını süzdü. Yanık o kadar kötü görünmese de, acıyordu, deli gibi. Asasını kavrayarak bir iki büyü mırıldandı. Acı geçmedi; ancak o çirkin görüntü ortadan kalktı. Karşısında boydan boya dizilmiş aynalar duruyordu… İşin aslı, buranın her yerinde lanet olası aynalardan vardı. Genç kadın, aynaya bakmaya korktuğunu o an anımsadı. Duvarlar ona etapları anımsatıyordu. Aynalar gördüklerini… Yutkundu. Bunu yapabilirdi. O, Marcella Oswald’dı. Yenilmez kaltakların bir numarası. Topuklarını yere vura vura ilerledi aynanın dibine kadar. Ellerini lavaboya dayayarak başını kaldırdı omuzlarının üzerinden. Korkunçtu.

    Genç kızın sarı saçları dağılmış, yanmış, küf kokuyordu. Makyajı tamamıyla akmıştı ve bu da yetmezmiş gibi, kıyafeti islerle dolmuştu. Suratında yara izleri vardı, hayır; sıradan yara izleri değil, kendi tırnaklarının izleri. Bunları ne ara yapmıştı? Yumruklarını sıkarak yüzünden başladı kendisini düzeltmeye. Asanın her dokunuşuyla suratı yeniden can bulurken, nefes alışverişi hala aynı hızdaydı. Kalbinin atışını yavaşlatamıyordu çünkü genç kadın. Bu yüzden, işini bitirdiğinde ne kadar zamanın geçtiğini anlamamıştı bile. Asırlar geçmiş gibiydi, yorgundu bedeni. Yeniden mükemmellikle buluşmuş vücuduna karşın, ruhen o kadar çökmüş vaziyetteydi ki aynadaki kendi yansımasına bakarken ister istemez elini aynaya götürdü. Kendi yansımasıyla el ele kaldı bir an. Sonrasında elini çekerek topuklarında döndü. Bu bir partiydi ve Marcella daima partilerin aranan kadınıydı. Emindi ki, bir tekilanın düzeltemeyeceği şey yoktu. Hepsini unutacaktı, yalnızca sabretmeliydi. Lavabonun kapısını yeniden açarak kendisini salonun gürültülü kollarına bıraktı. Yeniden Marcella olmuştu işte. Küllerinden dirilmiş bir şeytan. Sarı saçlarını savurdu salona girerken, kalçalarını da salladığı gibi. Salonun tam ortasına gelene kadar durmadı, yürüdü ve yürüdü. Birden durduğunda ise, hissetmiş gibi arkasını döndü. “Holden.”

    Adam kusursuz görünüyordu, en az Marcella kadar. Köşeli suratı yakışıklılıkla parlıyordu parlamasına ama genç kadın onun gözlerindeki acıyı görebiliyordu. Tek kelime etmedi başka. Ona kocaman sarıldığında, adamın kendisini saran kollarına bıraktı kendisini. Göğsüne dayadı başını ve kokusunu içine çekti. Güven diye bir şey yoktu Marcella’nın defterinde. Ancak bunun güven olduğunu, o bile anlayabilirdi. Sıcak kollarda, huzuru tadıyordu. Gülümsedi, o erkeklere karşı kullandığı çekici gülümsemeyle değil, hayır; sımsıcak bir gülümsemeyle. “İyi olacağını biliyordum,” dedi özgüvenle. “Hadi, Celia’yı bulmalıyız koca oğlan.” Genç adam duraksadı. Kafasını iki yana salladığında, Marcella’nın aşırı tepki vermemesi için ellerini tuttu. “Sen bul, ben sizi sonra bulurum hayatım. Bulmam gereken başka biri var.” Ha? Ella tek kaşını kaldırdığında, Holden çoktan toz olup uçmuştu bile. Arkasından bakakaldı genç kadın. Sinir krizinden olsa gerekti, titredi. Tüm hücreleri sarsılırken, Holden’ın bu hızlı gidişine anlam vermeye çalıştı. Muhtemelen içerinin küflü havası kafa yapmış olmalıydı… Değil mi? Colton’ı düşündü peşi sıra. O an, suratına büyük bir gülümseme geldi. Holden’ın Colton’ı bulmaya gitmiş olduğunu umarak, Celia’ya bakmak için arkasını döndü. Kızın çıkmış olması gerekirdi o lanet delikten. Zira birlikte adım atmışlardı kapıdan. Celia asla bu kadar geçe bırakmazdı kendisini. Bu kadar geçe kalması tek şeyle açıklanabilirdi… Hayır. Marcella bunu düşünmedi. Hayatında sevdiği tek bir tane kız vardı ve o, bu aptal oyunlarla baş edebilecek kadar güçlüydü.

    Oswald’ın mavi gözleri, dans pistine yoğunlaştı kararlılıkla. Celia’yı arıyordu istemsizce. Her siyah saçlı lanet kadının o olmasını beklese de, o olmuyordu. Sonra birden gördü; elinde içkisiyle duran, kırmızı başlıklı kızı. Kurt olup onu avlayacaktı ki, çıplak beline değen soğuk eller ile yerinden sıçradı. Yaşadıklarından olsa gerek, böyle bir durumda normalde kur yaparak arkasını dönecek olan Marcella, asasını karşısındakine tutarak en sert bakışını takındı. Krystof ile göz göze geldiğindeyse, saniye düşünmeden asasını indirdi. Adamın bakışları oldukça baştan çıkarıcı bir gülümseme ile süslenmişti. Göğsü çıplaktı, Marcella’nın defalarca gördüğü gibi. Genç kadın yutkundu o an için. Pek çok erkek tanımıştı, pek çok erkekle beraber olmuştu, hepsini baştan çıkarmıştı… Yine de söyleyebileceği bir şey varsa, o da tanıdığı en mükemmel erkeğin Krystof olduğuydu. “Seni Cennet’ten kovanın aklından şüphe ederim ben,” dedi tembel tembel sırıtarak. Kadının şeytanlığına atıfta bulunuşu güldürdü Marcella’nın. Cennet’e gitmeyeceğini biliyordu. Bu yüzden, kovulma şansı da olmayacaktı değil mi? “Bu gece siz kimsiniz, bay bakın-kaslarım-mükemmel?” Gözleri istemsizce önce adamın göğsüne ardından Adonis kaslarına kaydı. Pekala kalçaları da mükemmel gözüküyordu. Ama bu gece, bunlar bile kızın dikkatini toplamaya yetmiyordu. Krystof onun çenesini nazikçe tutup, gözlerine bakmasını zorladığında tam olarak bunu düşünüyordu. Oysa o an tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Kendisine doğru bakan su yeşili gözler oldukça göz alıcıydı, başka şeyleri düşünmeye gerek yoktu. “Adonis. Kusursuzluğun tanrısı.” Başıyla onayladı Marcella. Eğer bir tanrıçası olsaydı, o Marcella olurdu.

    Birden genç kadın aklına gelen düşünceyle başını çevirdi. Mağrur ve sinirli bir bakış takınmıştı suratı Krystof’a bakarken. Fark etmişti genç adam da bunu. Gardını aldığı sırada genç kadının bir şey demesine kalmadan onu belinden tuttuğu gibi piste sürükledi. “Bu dansın benimdir Oswald.” İtiraz etmese de Marcella, dudaklarını büzdü. “Sevgili ikizin görürse ne der Bartolomej?” Sesi oldukça tiz çıkmıştı, kin her tarafından belli oluyordu. Piste adımını attığında saçlarını savurarak ellerini adamın boynuna doladı. “Kıskançlık mı seziyorum bayan?” Hahladı Marcella. Gözlerini devirerek adamın ellerinin beline dolamasının yarattığı histen keyif aldı. Çevresinde dans edenlere bakmak için döndüğünde bahsi geçen kişiyi gördü; Krystelle Bartolomej. Ve kollarında olduğu adamı. Hans. Gözleri büyüdü istemsizce. Kalakaldı olduğu yerde. Sesi öyle çıkmıştı ki, kendisine bile yabancıydı. “Bunu görmen gerek.” Krystof itiraz etmeden kadının baktığı yere baktı. Ve o da gördü. Bir Gryffindor aslanın kollarında süzülen yılanı. Aynı anda derin nefes aldılar kızla… Duyulan tek şey, çalan slow parça oldu. İkilinin yutkunmasını saymazsak.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue97/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (97/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeCuma Ocak 04, 2013 10:42 am

    Her adımında ortamın neşeli seslerini daha çok duyuyordu. Başlarda mırıldanmayı andıran sesler şimdi uğultuya dönüşmüştü ancak henüz pek ses olmadığını düşünüyordu. Daha çoğu kişi kurlarda oyalanıyor olmalıydı. Üzerindeki kurumuş toprağın yüzünü iyice çamura bulayacağını bilmesine rağmen sert bir hareketle gözlerini sildi, dolmuş gözleri akıtamadı yaşlarını böylece. Her zamanki mağrur bakışlarını takındı ve suratına hoş bir gülücük iliştirdi, o aptal oyunların hepsi bitmişti, artık eğlenme zamanıydı. bir nefes aldı ve partiye ilk adımını attı.

    Büyük salona girer girmez gözleri tanıdık birileri için aranmaya başladı. Salon, Hogwarts'daki Büyük Salonun en az üç katıydı ve geçen seneki Cadılar Bayramı ile kıyaslandığında en az yüzde yirmi beş fark atmıştı. Bu sene her şeyin daha özenli olduğunu düşündü, keşke bu özeni oyunlarda bu kadar abartmasalardı diye geçirdi içinden. Yürüyüşü bir zombininki gibiydi; düzensiz, yorgun adımlar; yönü belli olmayan sadece ilerleyen. Kostüm sadece vücudunu değil davranışlarını da kamüfule ediyordu sanki veya kostümden arda kalanlar. Zaten özenle mahvedilmiş kostümü şimdi tamamen mezardan çıkmış gibi görünüyor olmalıydı. Suratında isterik bir gülümseme belirdi ve durup dikkatlice etrafı süzdü tekrar. Her zamanki yerde buluşacaklardı yani, sahnenin altında. Cadılar bayramı için belirledikleri sihirli yer orasıydı, kurlardan çıkan herkes diğerlerini orada beklerdi. Bu sene pek bahsi geçmemiş olsa da Gordon'ın da böyle yapacağına adı gibi emindi Hans. Ancak ne yazık ki ileri de parıldayan kral tacı adına pek bir şey görülmüyordu. Tekrar kendisini oraya yürümeye zorladı. Her yeni adımında ayağı haykırırcasına sızlıyor ve düşmenin etkisiyle morarmaya başlamış kasları zonkluyordu. Umduğu şifacı grubunun hangi odada olduğuna dair bir işaret görmemişti, aslında dikkat de etmemişti. Gordon diye düşündü, onu bulduktan sonra gerisini hallederlerdi zaten. Hele bi gelse...

    Orada tek başına dikilirken dördüncü etaptaki sahne tekrar tekrar gözünün önünden geçiyordu. Kendisine benzeyen o takım elbiseli adam durmaksızın tekrar ediyordu. Başaramadı Hans, ikinci etapta... O öldü. Sesli bir küfür mırıldanarak düşünceyi kafasından def etmeye çalıştı. Gordon başarırdı. O, bunu sadece Gordon olduğu için başarırdı, asla sonu salak böcekler ve küçük alevler yüzünden olmayacaktı! Peki nasıl olacaktı? Kaşlarını çattı, neler düşünüyordu böyle! Ardından gözlerini giriş kapısına dikti ve tamamen kapıdan gelenlere odaklandı. Salon tek tük birkaç kişi haricinde boş sayılırdı, öyle ki müzik bile resmen başlamamıştı. Cebinde herhangi bir sigara olmaması canını sıkıyordu -keşke Shane olsaydı-, burada gelecek kişileri beklemek canını sıkıyordu. Yalnız olmadığını fark etti. Celia da oradaydı. Ancak kendisinden kat be kat sıkılmışa benziyordu. Kırmızı başlıklı kız kostümünün altındaki somurtkan, esmer kız çocuğuydu. İtiraf etmeliydi, bu kostüm cidden Celia'ya yakışmıştı, onun üzerinde daha iyisini hayal edemezdi. Ve tam o anda genç kızla göz göze geldiler. Selamlarcasına gülümsedi Hans ve nazik bir hareketle başını önüne eğerek kısa bir referans yaptı. Kızın buna karşılık verdiği soğuk bir burun çevirmeden farklı bir şey değildi. Hans'dan haz etmiyordu, Hans da bunun farkındaydı. Bunun nedenini az çok tahmin edebiliyordu. Marcella... Marcella birden fazla şeydi genç kız için ve Hans'ın onunla olan ilişkisini biliyordu. Arkadaşının canını yakacağından korkuyordu, belki de tekinsiz biri olduğunu düşünüyordu. Zihnefend yapmadan ne düşündüğünü hissetmek kolaydı Celia'nın. Onun bir serseri olduğunu düşünüyordu, Marcella'nın yanındaki bir diğer ucube... Konuşamayacak kadar uzaktaydılar, ancak ne kız adım attı ne de kendisi yakınlaştı. Son olarak kızın bakışlarının, kulağının arkasında rahatlıkla görülebilen barış dövmesine, odaklandığını hissetti. Bu dövmenin anlamını ikisi de biliyordu, nasıl, neden yapıldığını, kime adandığını... Bakışlarını Celia'dan kaçırdı.

    Aradan geçen zaman yeni dakikalarla bir yeni insanlarda getiriyordu. Yüzünde en umursamaz tavırla gelişini izlediği kişiyse hiç şüphesiz Alyssha Malfoy olmuştu. Xavier zübbesinin daha kendisi salona ilk adım attığı sıralarda ortalarda dolandığı fark etmişti ve şimdi Alyssha'nın yüzünde tuhaf bir ifadeyle giriş kapısına geri bakışı, yüzünde alaycı bir gülümseme bıraktı Hans'ın. Ardından Alyssha'nın sert bir ifade takınıp her zamanki dik yürüyüşüyle ilerlemesini gözlerini kısarak izledi. Vücut hatlarını ortaya koyan hoş bir kostümdü üstündeki. Hans kısa boylu olduğunu düşündü. O kızdan nefret ediyordu. Arkadaşlarını beklerken kapıdan onun çıkmasından da nefret ediyordu, aynı havayı solumak zorunda olmaktan bile! Ve birden tanıdık bir ses yankılandı kulaklarında "Aaa, Hans!", dönüp baktığında sonunda partinin aydınlanmaya başladığını fark etti. "Aaa, Freja!" İçten bir gülümseyişle Freja'ya doğru ilerledi ve arkadaşça sarıldılar, "Bi an hiç gelmeyeceksiniz sandım!" Birlikte etaplar hakkında muhabbeti yarıladıklarında salon iyiden iyiye dolmaya başlıyordu, ve sonunda beklenen adam göründü. Gordon, salonun bir köşesinden yanlarına doğru gelirken her şeye rağmen tacını düşürmemiş krallara benziyordu. Pelerini öylece dalgalanıyor ve yırtılmış pantalon dizinden kesik görünüyordu. İçinin titrediğini hissetti Hans. Bir an her şey durmuştu, herkes susmuştu. Gitti ve Gordon'a sarıldı. Öyle bir sarılmaydı ki bu sanki var olduğundan emin olmak istiyordu. Gordon da ona sarıldı. Birbirlerini bıraktıklarında kırık bir gülümsemeyle konuşmaya başladı, en sonunda gözleri mutluluk ışıltısına kavuşmuştu. En sonunda kardeşi gelmişti ve Hans tamamlanmıştı. Shane, partiye gelmek istemediğini söylediğinde ona kızdığını hatırlıyordu ancak şuan içten içe iyi ki gelmemiş diye düşündü, onun için endişelenmeyi de göze alamazdı çünkü.

    Diğerlerinin yanına gittiklerinde hararetle konuşmaya başladılar. Nasıl geçtiyse, ne olduysa. Son etaptaki sincabı anlattı Hans, sadece gülünecek bir şeyler için. Başarılı da oldu. Dördüncü etabıysa hiç yaşanmamış gibi geçiverdi. Eski morlukların yavaşça dindiği kesiklerin kapandığı gözleniyordu. Büyü olduğunu söyledi Chanel, alınan yaralar köşkten çıktıkten on beş dakika sonra tamamen yok oluyordu. Bu da demek oluyor ki Hans yalnızca altı-yedi dakika tek başına beklemişti. Çevredekiler yavaşça dağıldı, Gordon ve Hans'sa Roxana'yı beklemek üzere orda kaldı. Hans onu cesaretlendirmeye çalışıyordu ancak Gordon'ın ne kadar endişeli olduğunu görebiliyordu. "Dördüncü etaba geldiğimde," dedi, sakin görünmeye çalışıyordu ancak ses tonunu ayarlaması için durması gerekti. "senin öldüğünü sandım. Sen ve-" zaten devam etmekte zorlanırken, perişan bir halde durakalmış Marcella ile göz göze geldi. Güçlü görünmeye çalıştığı apaçıktı genç kızın ancak şuan o kadar yıkılmış görünüyordu ki. Hans düşünmeden yanına gitmek için bir adım öne çıktı. Yanına gitmek, iyi olacağını söylemek ve elini tutmak istiyordu ancak genç kız hızla doğrularak ortadan kayboldu, istemsizce Celia için bakındı. Ancak bu kez göremedi.

    Yalnızca üç dakika sonra, Roxana sonunda gelmiş ve Hans genç çifti yalnız bırakıp başından beri hayalini kurduğu dans teklifini yapmak üzere yalnız bıraktı. Yolda ilerlerken gülümsemesine engel olamıyordu. Yanlarına vardığında Phoenix ve April'i konuşurken buldu. April ile küçükken çıkmışlardı ancak sonra birer arkadaş olarak daha iyi devam etmişlerdi, Phoenix ise zaman içinde gözünde apayrı bir yere sahip olmuştu. Phoenix'e karşı hissettiğinin ne olduğundan emin değildi, gözlerine bakamıyordu, rahatça konuşamıyordu, yanında kendisini tuhaf hissediyordu. Neydi bunun adı? Aslında emin değildi ancak arkadaşlıklarını bozacak herhangi bir şeyse bu, öğrenmek de istemiyordu. Belki sadece hayranlıktı, evet. Her ikisiyle de arası oldukça iyiydi, genelde yanlarına gittiğinde konuşmaya hemen dahil olabilirdi. Ancak bu sefer, arkada ilk dans müziği yükselirken, çok daha ciddi bir giriş yapmıştı. April sıcak bir gülümsemeyle karşıladı onu ve o da kibar bir karşılık verdi. Ardından Phoenix'e döndü ve hoş bir referansla eğilerek avuç içi üstte kalacak şekilde elini uzattı ve beyaz dişlerini biraz göstererek gülümsedi "Acaba, ilk dansı bana lütfeder misin?" Hans'ın kendi kalp atışlarını hissedebildiği bir-iki uzun saniyeden sonra Phoenix elini tuttu.

    Salonun ortasına doğru ilerlerken kızın elinin sıcaklığının tüm vücudunu ısıttığını hissetti. Bu gece Phoenix, sanki olabilirmiş gibi her zamankinden de hoş görünüyordu, belki de yalnızca Hans'a öyle geliyordu. Sonra ilk kez kendi çamurlu suratını düşündü, keşke zombi makyajını tazelemiş olsaydı! Hayır, lütfen, kız gibi düşünmeyi kes dedi kendi kendisine. Ardından kızın belini kavradı ve onun ellerini kendi omzuna koymasına izin verdi, sıradan ritme uymaya çalışmaya başladılar. İlk denemelerinde ortaya çıkan şey hüsrandı ardından ikisi de gülüp adımlarını doğru atmayı denediler, Ve ufak iki gösterimden sonra tamamen işi kıvırdılar. Derken müzik sona erdi. Kibar bir hareketle birbirlerini selamlayıp ayrıldılar.

    Başka bir şarkı çalmaya başlamışken masalar ve servislerin olduğu bölüme doğru ilerledi, kendisine bir bardak içki koyup bir kolonla duvar arasında kalan bir köşeye dayandı ve yudumlamaya koyuldu. Neliydi bu veya doğru soru: neydi bu? Bilmiyordu, onlarca çeşit arasından rengini beğenip koymuştu sadece. Açık mavi buz gibi bir içki. Hoştu.

    Kalabalığın arasından sarışın bir kız hızla gelip kızgınlıkla duvara yakın olan sandalyelerden birini çekip oturdu. Öyle ki kızın yürüyüşündeki rüzgarı hissedebilmişti. Ancak yüzünü görememişti ve şuanda sırtı kendisine dönük olduğundan hala da bir fikir sahibi değildi. Kız büyük ihtimal kendisini fark etmemişti bile. İçkiden bir yudum daha aldı. Tahminde bulunmaya çalıştı ama bu kızı tanımadığına dair yemin edebilirdi, sandalyenin arkasından görünen küçük tavşan kuyruğu dudağının küçük bir gülücükle kıvrılmasına neden olurken kızın sinirle masaya vurduğunu fark etti. Canı sıkılmış olmalıydı, peki canını sıkan neydi? Güzel bir parti başlıyordu. İnsanlar dans ediyor ve herkes mutluymuş gibi görünüyordu. Peki bu kızı mutsuz kılan neydi? Elindeki bardağı büyük masaya bıraktı ve olduğu yerde, sırtını duvara dayayarak aşağı doğru kayıp oturdu. Artık tamamen masanın arkasında kaldığı içim kız onu arkasını dönse bile göremeyecekti. Ardından sesin geldiği yönün belli olmaması için ufak bir büyü yaparak yalnızca sesli tahminde bulundu.
    "Bugs Bunny'n öldü mü?"
    Kız kendisine hitap edildiğini anladıktan sonra ne söylenildiğini anlamaya çalışarak etrafa bakındı ve "Ne?" diye seslendi.
    Hans masanın altından yanızca kızın hala kendi masasında oturduğunu görebiliyordu. "Nevermind!" dedi "Muggle something."*
    Kızın sesinden merak okunuyordu, "Bugs Bunny de ne? Sen kimsin ve nerdesin!?"
    "Bugs Bunny is a cool bunny and really handsome for the others, but he has a girl friend who called li- I suppose I forgot the name but she was Bunny Girl, like you."**
    "Ve?"
    "İdare eder mi bilmiyorum ama istersen bu akşam senin Dead Bunny'n olabilirim." Ardından yavaşça doğruldu ve ilk kez senin nereden geldiğini belli ederek konuştu "Bu dansı bana lütfeder misin?" Ayağa kalkmış olan kız arkasını dönüp ona bakacakken, yüzüne etkileyici bir gülümseme kondurdu. Mavi gözleri ışıltıyla parlıyordu. Ardından ufak bir referansla elini uzattı.

    Sarışın kız tahmin ettiğinden daha güzeldi. Açık yeşil gözleri, bembeyaz teni ve geri kalan her şeyiyle. Onu Hogwarts'da daha önce görmediğine emindi. Daha bu lafı düşünürken bile oldukça klişe olduğunu biliyordu ama böyle birini görse kesinlikle unutmazdı. Başka bir okuldan olmalıydı, hatta belki başka bir ırktan? Hayır, partiye melekler katılmıyordu ki. Kıza, bir tavşan kız kostümü bir insana ne kadar yakışabilirse o kadar yakışmıştı. Kız hala onu cevaplamayınca başını küçük bir çocuk gibi yana büktü ve adeta gözleriyle lütfen dedi ve kız hayatında gördüğü en tatlı gülümsemelerden biriyle elini tuttu ve yeni şarkıyla bir salonun ortasına cisimlendiler.

    İğne deliğinden geçmek gibi bir his; aslına bakarsanız cisimlenmek hiç de önemli bir his değildi şuan. Her ikisinin gözünde de ışıltılı bakışlar ve dudaklarında büyümeyi bekleyen tebessümler vardı. Hans kollarıyla kızın belini kavradı ve günün ikinci dansı için pozisyon aldı. En azından Hans'ın ikinciydi. Kız kollarını adamın omzuna koyduktan sonra uyumlu hareketlerle dans etmeye başladılar. Onunla dans etmek kolaydı. Tüm dans büyülü bir ahenkle ilerliyor gibiydi müziğin en hızlandığı yerlerde bile ayak uydurmayı başarıyorlardı. Bir anda gülmeye başladılar ve müzik daha da hızlanırken ellerinden geldiğince devam ettiler. Her ikisi de geri kalan hiç kimseyi düşünmeden kahkaha atmaya başladılar. Son adımda kızın ayağı takıldı ve kendisini Hans'ın kollarında buldu. Müzik halen devam ederken Hans'ın umursadığı şey artık ritim değildi. Kızın su yeşili gözlerinde kaybolmak istiyordu adeta, çok geçmeden kibar bir gülümseyiş eşliğinde ufak bir dans figürüyle kızı tekrar iki ayağının üzerine bıraktı. Müzik sona erip yerine yavaş bir şeyler başladığında, adımlarını buna uydurdular ve devam ettiler. Hans uzundu ve dans için partnerinin boyu düşünüldüğünde kendisi için idealdi. Artık slow dansa döndükleri için daha yakın ve daha yavaş olmaları gerekiyordu. Kızı belinden nazikçe kendisine doğru çekti ve kız adımlarını yavaşlattı.

    Kıza adını sordu ve kız ilk onun söylemesi karşılığında adını söyledi. Krystelle. Kızın bakışlarında bir şeyler düşünüyormuş gibi muzur bir ifade vardı, "Bir zombiye göre gereğinden fazla eğlencelisin." dedi. Hans gülerek omuz silkti "Zombiler de insandı, değil mi?" Kız, müzik dinlendirici bir tonda devam ederken başını Hans'ın yarısından fazlası görünen göğsüne dayadı ve duyulabilinecek şekilde mırıldandı. "Hayatımda gördüğüm tatlı zombisin." Hans, bu lafı kızın gördüğü zombi sayısı ile orantılayacak olsaydı bu yeterli bir iltifat olarak görünmeyebilirdi ancak şu an böyle bir saçmalık yapacak değildi, konuşurken kendi kendisine itiraf ediyormuş gibiydi "Aslına bakılırsa tavşanları daima tatlı bulmuştum ancak senin tatlıdan çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum." Sesinde en ufak bir çatlama bile yoktu, duru ve öz bir cümle, tamamiyle içten. Krystelle, Hans'a baktı ve gülümsedi. Ne düşündüğünü anlamak zordu. Hans gülümseyip dansı sürdürmeyi seçti. Kendilerini süzen iki çift gözden tamamen habersizdiler. Öyle ki o an Salon'da olan biteni de pek umursamıyorlardı. Sanki sadece o ve Krystelle vardı. Yalnızca adını bilse de, sonsuza dek burada durup onunla dans edebileceğini düşündü Hans. Ama Bunny Girl'ün eninde sonunda Bugs Bunny'e döneceği aşikardı. Kız, Hogwarts'tan bile değildi. Kayıtsız bir ses tonu kullanmaya çalışarak, "Biliyorum," dedi ancak sesi üzgün küçük erkek çocukları gibiydi "Bugs Bunny'ye geri döneceksin."
    "Peki ya sen Bay Frankenstein?" dedi Krystelle, onun bu Muggle hikayesini bilmesi Hans'ı şaşırttığı kadar gülümsetmişti de. "Aslına bakarsan, yarı zamanlı kurbağayım," dedi Hans "bazen sadece oturup beni Prens'e dönüştürecek olan öpücüğü beklerim."
    "Yani Prensesi."
    "Prensesi." diye tekrarladı Hans, bakışları birbirinin üzerindeyken. Kızın bakışları cüretkardı, sanki Prensesin bu kez Prens'e dönüştürmek için ayağına kadar gelmeyeceğini söyler gibi. Ve Hans kızı öptü. Kızın küçük elleri kendi boynunu sarmışken, sol elini kızın beline koydu ve sağ elini kızın sarı saçlarına dolayıp hafifçe okşamaya başladı* Kızın kendisine daha sıkı sarıldığını hissedebiliyordu. Onun sıcak dudaklarını kendi dudaklarında hissederken daha da tutkulu öptü. Kızın kokusunu son bir kez içine çekti, ardından geri çekildi yavaşça ve mırıldandı "You're the princess of halloween."**


_
*:


En son Hans F. Landers tarafından Çarş. Ocak 30, 2013 4:32 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Krystelle Bartoloměj
Slytherin VI. Sınıf Öğrencisi
Slytherin VI. Sınıf Öğrencisi
Krystelle Bartoloměj


Lakap : Krys, Stelle, Xtelle.
Rp Sevgilisi : Tamam yalana gerek yok, Hansey.
Mesaj Sayısı : 529
Kayıt tarihi : 19/08/10

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue99/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (99/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeC.tesi Ocak 05, 2013 7:34 am

Ekler:



    Bu gece beni dışarı çıkar... İnsanların ve müziğin olduğu bir yere. Genç ve yaşayan insanların olduğu bir yere. Çalan şarkının sözlerine kulak verdim istemsizce. Sol ayağımla ritim tutmaktan vazgeçemezken, bu kadar çabuk toparlanabildiğim için Merlin'e şükrettim. O kadar yorgun ve o kadar bitkin hissedebiliyordum ki, o kapıdan çıktığım an bu partinin asla güzel geçmeyeceğine inandırmıştım kendimi. Hangi salak, bunları yaşadıktan sonra mutlu olabilmeyi düşünebilirdi ki? Gözlerimin aradığı ilk insan Krystof olmuştu içimin çekildiğini hissederken. Onun yeşil gözlerine bakmayı, ona sıkıca sarılmayı düşünmüştüm. Onu ne kadar sevdiğimi... Ancak o, o yoktu. Alyssha'yı gördüğümde koşmuştum ona. Sıkıca sarılmıştık birbirimize, sapasağlam bir biçimde karşılaştığımız için. Yaşadığımız için. Ancak; itiraf etmekten korktuğum bir biçimde, konuşamamıştım. Hala o duvarlar gelirken gözümün önüne, konuşmaktan korkmuştum. Beni ciddiye almamasından, sesimin çıkmamasından... Oysa o, ondan beklenmeyecek kadar dehşet dolu bir biçimde fısıldamıştı adeta. "Xavier ve Krystof... Yoklar." Hiç yok kelimesinin anlamı üzerine kafa yordunuz mu? Ben yordum. Koca bir boşluk hissini tadıyorsunuz düşünürken dahi. Yok. Öyle bir şey var olmadı, bulunamadı, öldü, gitti. Ona ulaşamazsın. İmkansız. Tüm düşünceler zihnimde sıralanırken, onların o engelleri geçebileceğine kanaat getirdim. Onlar hayatımda tanıdığım en güçlü erkeklerdi. Geçmek zorundalardı. Böyle aptal bir çukurda ölemezlerdi. Hayır, bizim için başarırlardı yaşamayı. Doğru düşünmüştüm zaten, on beş dakika sonra Krystof'un hayalarına tekmeyi attığım zaman bunu kanıtladım. Tüm gücümle vurmuştum ikizimin sevgili Krystofy'isine. Bu ismi o değil ben taktım, çok yakışıyor değil mi? Ah... Ne diyordum? Acıdan ölüyordu. Gözlerinin dolduğuna yemin bile edebilirim. Tıpkı Xavier'ınkinin de dolduğu gibi. Alyssha da sıkı bir vurucuydu, kim reddedebilirdi?

    İşte, biz tam olarak buradayız. Alyssha bana göz kırpıyor, Xavier'ı elinden tutup yukarıya sürüklerken. Yukarıda neler olabileceğini tahmin ederek gülüyorum, bu gece en azından birileri eğlenecek. Julius'u düşünüyorum istemsizce. Genç adamın kusursuz gülümsemesi beliriyor gözlerimin önünde ve gülümsüyorum. Ardından bakışlarım uzaklara dalıyor. Nereye baktığımın farkında bile değilim oysa. Neden sorusu yankılanıyor zihnimde. Neden gelmedi? Kızgınlık hissini tadıyorum her hücremle. En azından onun hakkında endişelenmek zorunda değilsin Krystelle. Susmalısın iç sesim, konuştukça batıyorsun! Çünkü şu an tek istediğim şey, birisine sıkıca sarılmak. Sarılmak ve bırakmamak. Ayakta zor durduğumu göremiyor musun? Birisine ihtiyacım olduğunu ve Julius'un burada olması gerektiğini? Kahrolası. Bana bencil de istersen, ki ben bencil biriyim, Julius burada olmalıydı. Ve kendi kaybetti. "Hadi." Düşlerimden Krystof'un çapkın gülümsemesinin bana yönelmesi ile sıyrılıyorum. Elimi kavradığı gibi beni dans pistine götürüyor. Merlin aşkına, bu çocuk bu enerjiyi nereden buluyor, birisi bana söyleyebilir mi? Ben dahi bulamıyorum, ben! Dudağımı ısırıyorum, sesim neredeyse çıkmıyor. "Ölü gibi hissediyorum Krys." Krystof bunu cevap olarak kabul etmiyor. Elleriyle belimi kavradığında, kollarımı onun omuzlarına doluyorum. Çalan şarkının duygusal ağır bir şarkı olduğuna şükrediyorum. Genç adama iyice sokulduğumda başımı göğsüne yaslıyorum. Krystof çok... Krystof kokuyor? Gülümserken gözlerim doluyor; ama hayır, ağlamıyorum. "Gelmemeliydik belki de. Duygusal açıdan ağır yaralar aldım. Ve yaptığınız şaka... Daha sert vurmalıydım." Homurdanmaya devam ederken Krystof bir kahkaha ile omuzlarını sarsıyor. İster istemez başımı kaldırıp onun gözlerinin içine bakıyorum. Dansı bırakıp, yanaklarımı kavrıyor tüm kabaran ikizlik duygularıyla. "Yaşıyorum. Yaşıyorsun. Senin kılına zarar gelmesine izin vermem Krystelle. Hepsi birer oyundu. Şimdi buradayız, müzik çalıyor, etraf yakışıklı ve güzel insanlarla dolu. En mükemmelleri biz olsak da." Sırıtışım bir kahkahaya dönüşüyor. Tanıştırayım, Bartolomejler ve egoları. Memnun oldunuz, biliyorum.

    Krystof haklı... Değil mi? Artık hepsi geçti. Buradayız ve biz buradaysak, gerideki her şey yalandır. Çünkü kader bizim ellerimizde. Çünkü şu an, anı yaşıyoruz. Gülerek başımla onaylıyorum. Hareketlenen şarkıya eşlik ederek küçük bir bacak hareketi yapıyorum. Kalçalarımı salladığımda arkamdaki küçük kuyruk da sallanıyor. Kostümüme bayıldığımı söylemiş miydim? O kadar sevimliydi ki, ilk gördüğümde bunu giyeceğime karar vermiştim. Öyle de oldu. "Julius gelmeliydi," derken bulduğumda kendimi Krystof etrafına bakmaktan vazgeçip yeniden bana dönüyor. "Evet gelmeliydi. O bir gerzek." Gülüyorum, Krystof'un beni neşelendirme çabaları o kadar tatlı ki, gülmeden edemiyorum doğrusu. "Yine de... Gelmeyerek kendisi kaybeder. Böyle bir güzellik balo salonunda asla yalnız kalmaz." Başımla onaylıyorum. Öyle bir niyetim de yoktu zaten der gibi tek kaşımı kaldırıyorum. Zira ikizim sonuna kadar haklı. Oturup yaşadıklarımın acısını çekersem burada, onlar kazanmış olur. Krystelle Bartolomej daima kendisi kazanır. Bu yüzden başımı dik bir biçimde kaldırıyorum. Okulun iki avcısı olarak, ikimiz de bakışlarımızı piste çeviriyoruz. Dans edebileceğimiz olası insanları gözlerimizle değerlendirirken, Krystof beni koluyla çeviriyor. "Saat bir yönünde taş hatun bulundu. Gitmeme izin veriyor musunuz Matmazel?" Vermeli miyim? Ne dersem deyim, gideceğini biliyorum. Başımla onaylarken, genç adama son sözlerim, "Marcella'dan uzak dur," oluyor. Ardından o bana öyle bir bakış atıyor ki, anlıyorum... Saat bir yönündeki hatunun Marcella olduğunu.

    İşte tam burada, erkekler neden bu kadar gerizekalı diye düşünmeden edemiyorum. Pistin ortasında öylece kalakaldığıma değil sinirim. Titriyorum olduğum yerde. Elimi yumruk yapıyorum. Tırnaklarımı geçiriyorum etime. Hayır, gerçekten, durduk yere sinirlenmedim. Derin bir nefes alırken, gözlerim Marcella ile Krystof'u buluyor. Adam kıza öyle bir kur yapıyor ki, yüz kilometre bile olsa anlamamak imkansız olurdu. Bundan nefret ediyorum. Krystof'un Marcella'yla konuşmasından, ona yaklaşmasından dahi nefret ederken... Ona kur yapmasından, nefret ötesi nefret ediyorum. Anlayabiliyor musunuz? İnsanlardan nefret etmem ben, en azından onları tanımadan. Oysa Marcella, bu konuda oldukça farklı. Genç kadın öyle bir şeytan ki, o kostüm ondan başka kimseye o kadar yakışamazdı. Krystof'a defalarca söyledim bunu. Defalarca kadının yaptıklarını, söylediklerini, yalanlarını anlattım... Ne var biliyor musunuz? Krystof, ikizim, hayatımın anlamı. Bana inanmadı, inansa dahi yalnızca omuz silkip geçti. Bana aldırış etmedi. Hayatımda ilk defa, ilk defa! Gözlerimin yandığını hissediyorum adeta. Alevler saçıyor bile olabilirim, kim bilir? Derin derin nefesler alarak en yakınımdaki bir sandalyeye çöküyorum. Gözlerimi sıkıca kapatıyorum. Bu durumu durdurmalıyım. Durdurmak zorundayım. Eğer adım Krystelle'sa, yapacağım da. "Bugs Bunny'n öldü mü?" Bir an tüm dikkatim dağılıyor. Kelimelerin bana söylenmediğine emin olsam da, içimden bir ses bana söylendiğini söylüyor. Oysa sesin nereden geldiğine bile emin değilim. Şaşkınlık nidası koyveriyorum farkında olmadan. Ve ses yeniden, her nereden geliyorsa o cehennemden geliyor. "Nevermind, muggle something." Normal bir Slytherin olsa muggle lafını duyduğu anda omuz silkerdi; ancak ben normal bir Slytherin değildim. Ben Krystelle Bartolomej'dim. Her şeyden önce, merak duygusuyla hareket eden biri. "Bugs Bunny de ne? Sen kimsin... Ve neredesin?" Aklımdaki soruları saklamıyorum. Gözlerim etrafta aranırken, bir ipucu arıyorum. Bugs Bunny? Tanıdık gelmiyor, hem de hiç.
    "Bugs Bunny is a cool bunny and really handsome for the others, but he has a girl friend who called li- I suppose I forgot the name but she was Bunny Girl, like you." Gülümsüyorum. Gelen sesin sahibini bulabilmek için elimden geleni yapıyorum; ama yok. İçten içe meraktan ölmek üzereyken, ses yeniden konuşuyor. "İdare eder mi bilmiyorum ama istersen bu akşam senin Dead Bunny'n olabilirim." Ve, birdenbire arkamdan beliriveriyor bir genç adam. "Bu dansı bana lütfeder misin?" Hızla ona dönüyorum. Elini bana doğru uzattığı an... Durun bir saniye, nefes almayı unuttum. Ciğerlerime oksijeni doldururken adamın suratına bakıyorum yalnızca şaşkınlıkla. Dikkatimi ilk çeken her yerindeki dövmeler oluyor. Peşi sıra çapkın gülümseyişi, kendisine güvenli sesi... Onu tanımıyorum. Onu daha önce hiç görmedim. Ve Merlin aşkına, herif deli gibi yakışıklı! Dudaklarım aralanıyor istemsizce. Bir şeyler söylemem gerekiyor; ama kelimeler ağzımdan çıkmıyor. Gözlerinde takılı kaldım. Masmavi gözlerinde. Öyle güzel gülümsüyor ki, bedenim ürperiyor. Fazla sessiz kalmış olsam gerek, başını hafifçe sola yatırıyor. Tatlı kedi yavruları gibi. Ah, bu haliyle Kryssy'e benziyor. Kıkırdayarak -omg Krystelle, o nasıl bir kıkırdamaydı?!11- elini tutuyorum. Ellerime sıcaklık yayılırken tek kelime etmeden, yokluğa karışıyoruz.

    Pistte vardığımızı gözümü açmadan da söyleyebilirim. Herkes söyler pekala. Gözlerimi aralıyorum yavaşça. Yeniden o muhteşem gözlere odaklanıyorum. Adamın elleri belimi kavrıyor, kollarımı onun boynuna doluyorum. Müziğin hafifliğine kulağımı verirken sağa doğru adım atıyorum. O da benimle aynı uyumda atıyor adımını. Ve dönüyoruz. Ve gülüyoruz. Bir adım daha sağa doğru... Ardından sola. Vücutlarımız ahenkle dans ederken müzik hızlanıyor. Bir kahkaha atıyorum, onun kahkahası kahkahama karışıyor. Sesi melodik, en az benimki kadar. Şarkının sözleri duyuluyor yalnızca kahkahalarımız dışında. They don't know how long it takes, waiting for a love like this. Every time we say goodbye, i wish we had one more kiss. Gülümsüyorum sözleri ayrımsadığımda. Daha önce hiç böyle hissetmediğimi düşünüyorum. Sahi, ben şu an ne hissediyorum? Gözlerim genç adamın gözlerine odaklı bir şekildeyken, düşünemiyorum ne hissettiğimi. Tanrım, ben ne yapıyorum? İçimde bir şeyler alev alıyor. O an aklımda artık ne Marcella var ne de bir başkası. Adamın insana aşıladığı duygunun ne olduğunu o an çözüyorum. Huzur. Birinin kollarında ona sıkıca sarılmak istiyordum ya hani, işte bu hissi bu adam yalnızca bakışlarıyla bile sağlayabiliyor. Adını bile bilmesem de, bunu yapabiliyor. Ayağım takılıyor bunu düşünürken. Beni belimden sıkıca kavrayarak kendisine çekiyor delikanlı. Birkaç saniye öyle kalıyoruz. Büyülü ortamı bozmamak için tek kelime etmiyorum, benden beklenmeyecek bir şekilde. Ancak bir şeyler yapmam gerektiğini de biliyorum. Gülümsüyorum ve doğruluyorum ayaklarım üzerinde. Sıkıca basıyorum yere.

    Normalde çok konuşanın ben olması beklenir; ancak o konuşa kadar konuşmuyorum. En sonunda adımı sorduğunda, önce onun söylemesini söylüyorum. Ateşle barut gibiyiz şu an, her ne olursa olsun. Onu tanımıyorum... O beni tanımıyor. Tehlike içerisinde yüzüyorum, umurumda bile değil oysa. İsmini mırıldanıyor. Ve... Hans. Hans yani, bildiğin Hans. Gözlerim büyürken, Krystelle diyorum ancak ona biraz daha sarılıyorum bunu derken. Zihnimde tüm parçalar birbirine oturuyor gibi. Hans ismi, dövmeler, küpeler... Hans Landers. Bilmecenin cevabı, anahtar kelime. Gryffindor'un Hans'ı. Alysshalardan o kadar çok duymuştum ki Hans, Gordon ve Shane isimlerini tanımakta zorluk çekmiyorum. Kaçmalıyım. Arkama bile bakmadan. Belki de asamı çekip, adamı burada lanetlemeliyim. Tekme de atabilirim. Yanlışlıkla ayağına mı bassam? Xaivera bir seferinde Hans'ın şeytanın dölü kadar itici olduğunu söylemişti. Dövmelerin yakıştığını sandığını ama iğrenç durduğunu. Kimberly adamın taklidini yaparak, aksanıyla dalga geçmişti. Alyssha yalnızca suratını ekşitmişti. Evet, ayağına basmalıydım. Durdum. Tam basacaktım ki, yeniden o gözlere baktım. Aklımdan hepsi silindi gitti. Bu adam, anlatılanlar kadar itici bir adam olamazdı. Bu adam mükemmeldi. İşte tam bu sırada, ağzımdan çıkan kelimeleri zincirlemeyi bıraktım. "Bir zombiye göre fazla eğlencelisin," dedim ve adam omuz silkerek karşılık verdi. "Zombiler de insandı, değil mi?" Gülümsedim. Başımı onun göğsüne dayadım. Dayamamak için savaşmıştım kendimle ama... Engelleyememiştim işte bunu. "Hayatımda gördüğüm en tatlı zombisin."

    Sözlerimden çekinmediğimi herkes bilir. Gözüme birini kestirdiğimde avımı bırakmadığımı. Tam bir erkek avcısı olduğumu. Tamam, iki aydır Julius'tan başkası yoktu hayatımda. Tanrım, Julius. Bu gerçekle yüzleşsem de zihnimin kuytu köşelerine gömdüm. Gelmeyerek kendisi kaybetmişti, şu an onu düşünemezdim. "Aslına bakarsan tavşanları daima tatlı bulmuştum ancak senin tatlıdan çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum." Aww diye bir ses çıkarmamak için alt dudağımı ısırdım. Aldığım ne ilk iltifattı ne de en güzeli. Yine de en tatlısı olduğu bir gerçekti. Sesimi çıkartmadım. Çünkü biliyordum; her şey adamın bir Slytherin olduğumu öğrendiği an bozulacaktı. Adamı tanımak zorunda değildim bunu anlamak için. Duyduklarımın bir ortak noktası varsa, buydu. "Biliyorum. Bugs Bunny'e geri döneceksin." Öyle sevimli bakıyordu ki... Küçük ve afacan oğlan çocuklarını andırıyordu. "Peki ya sen, Bay Frankenstein?" diye sordum. Bugs Bunny'i bilmiyor olabilirdim; ancak zamanında muggle psikopatı bir bakıcımız olmuştu. Kadın bize hikayeler anlatırdı. Özellikle korkunç olanlarını isterdik. Zira, bizi aşağısı kesmiyordu. Kadın ise peri masallarına takıktı. Kovulması uzun sürmemişti. Bartolomejlerin evinde öyle biri barınamazdı çünkü. "Aslına bakarsan, yarı zamanlı kurbağayım. Bazen sadece oturup beni Prens'e dönüştürecek olan öpücüğü beklerim." Başımı hafifçe sağa yatırdım. "Yani Prensesi?" Sesim tiz çıkmıştı. Olduğundan daha fazla. O duyulan kalbimin atışları mıydı? Yok artık... "Prensesi." Sözlerimi tekrar eden genç adam bana baktı. Ona bakmayı sürdürdüm. Gözlerim dudaklarına kaymıştı. Uzanıp, dudaklarının tadını öğrenmek istiyordum. Sıcak nefesini nefesimde hissetmek, onun ellerini tutmak. Tüm bunları hissetiğim için kendimden korkuyordum ama her şey o an sona erdi. Adamın dudaklarını dudaklarımda bulmamla.

    Bu gökyüzüne doğru uçmak gibiydi. Karıncalar, kelebekler... İçimde hayvanat bahçesi mi vardı, ben bilmiyordum? Adamın elleri saçlarımı okşarken, onun saçlarını kavradım. En can alıcı öpücüğümle karşılık verdim. Vücutlarımız birbirlerine değiyordu ve nefes almakta zorlanıyordum. Bu çok... Güzeldi. Bir adım geri çekildiğimizde, her şeyin bittiğine inanamıyordum ya da her şeyin gerçek olduğuna. Bugün peri masalındaydım. Bugün peri masalının kahramanı bendim. "You're the princess of halloween." Bugün prenses bendim. Tıpkı prensin, karşımdaki kurbağa prens olduğu gibi. Küçük bir tebessüm fırlattım genç adama. Sözleri içimi okşuyordu, bunu her hücrem hissediyordu. Ellerimle dağılan saçlarını düzelttim adam yeniden belimi kavrarken. Küçük burnumu havaya kaldırdım. O an, adamın arkasından bize doğru atılan bakışları yakaladım. Krystof. Marcella. Yutkundum. Sinsice bir gülümseyiş belirdi dudaklarımda. Krystof'un delirdiğini sezebiliyordum; ya da Marcella'nın nefret dolu bakışlarını. Aldırmadım. Şu an kafama takmak istediğim onlar değildi. Julius değildi. Başka hiç kimse değildi, Hans'tan başka. Yine de, her şeye rağmen bunun yalnızca bir peri masalı olduğunu da biliyordum. Bir gece sürecek. Öyle olmak zorundaydı çünkü; genç adamın asi bakışları bile bunu söylüyordu bana. "Bu gece senin Cinderella'nım, eğer prensim sensen. On ikiye kadar. Sadece sen ve ben. Başkası yok." Cinderella'yı biliyor olduğuma şükrettim. Ve adamın dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp geri çekildim. Tekrarladı genç adam sözlerimi. "Sadece sen ve ben." Ardından, ellerimiz birbirlerini buldu. Parmaklarımız parmaklarımıza kenetlenirken, midemde hissettim o duyguyu... O heyecanı. O tatlılığı. Hiç bitmesin istedim, mutluluktan uçuşurken kelebeklerim.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue97/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (97/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeC.tesi Ocak 26, 2013 2:30 pm

    "Bu gece senin Cinderella'nım, eğer prensim sensen. On ikiye kadar. Sadece sen ve ben. Başkası yok." Ve yaklaşıp ufak bir öpücük daha kondurdu Hans’ın dudaklarına. Dudaklarında farklı bir tat vardı, yumuşak dokunuşuyla tüm vücudunu dolaşan bir ışıktı sanki. İnsanın kan akışını hızlandıran tatlı bir etki. Kızın dudakları kendisininkilerden ayrıldığında olabildiğince sakin bir tonda mırıldandı Hans "Sadece sen ve ben." ardından elleri kızınkilerle buluştu ve onları sıkıca kavradı. On ikiye kadar olsa da bu prenses onundu.

    Kızın göğüslerini yarı çıplak göğsünde hissedebiliyor ve kalp atışlarını sezebiliyordu. Salondaki uğultular sıradan bir hal almıştı, sadece ortamı tamamlayan bulanık figüranlar... Olmasalar olmazdı ancak varlıkları şuan Hans için pek bir anlam ifade etmiyordu. İçlerinde tanıdıkları vardı: dostları, düşmanları; hiç tanımadıkları da vardı: günün birinde elbet hayatlarına dokunacağı. Ancak o gün bu gün değildi. Her şey bir rüya gibi ilerliyordu. İlk dansı Phoenix'le yapmıştı ve ikincide de karşısına bir masal kahramanı çıkmıştı! Yüzündeki küçük, tatlı gülümsemeyi oradan atamıyordu ki bir zombi olarak gülümsemesi yanlış sayılırdı. Büyük ihtimal 'ulusal zombi federasyonu' diye bir yer varsa onu kovabilirdi, bunun için üzülmedi. Aslına bakarsanız en güzeli kendi mutlu ifadesini partnerinde de görebilmekti.

    "Sanırım, eş değiştirmeliyiz."

    Bu aptal ses tonunun sahibini tanıyordu, bakışları çaba harcamaksızın kararırken sesin sahibine döndü. Aslında dönmesine gerek yoktu, bu yalnızca bir formaliteydi. Bartoloměj'in kıvırcık sarı saçları gördüğü ilk şeydi, incelemeden bakışları küçümser bir tavırla çıplak vücuduna kaydı, belinde beceriksizce yapılmış bir dövme vardı. Suratında isterik bir gülüş oluştu, o sarışın arkadaşı olmadan nasıl bu kadar yakınına gelebilmişti ki? Öfke damarlarında öylece hareketlenmişken Bartoloměj'in eşinin Marcella olduğunu farketti. Daha önce de gördüğü gibi neredeyse çıplaktı. Kız oldukça rahat görünüyordu, Krystelle ve kendisini bu kadar yakın görmesine rağmen suratında en ufak bir kıskançlık belirtisi yoktu, aksine gülümsüyordu.

    Ellerini hafifçe gevşeterek soru sorar bir şekilde Krystelle'a döndü, kız, Bartoloměj'in soğuk bakışlarına odaklanmıştı ve suratında oldukça kararsız bir ifade vardı. Hans istemiyorsa devam edebileceklerini mırıldandı kıza, belki kaba bir durumdu ama dans reddetmek bu kadar sorun olmamalıydı, kızın kendisini duyduğundan emindi. Ardından kız "Sadece bir dans." dedi yavaşça ancak sanki kendisiyle konuşur gibiydi, Hans her ne kadar içinden küfretse de dışından oldukça kibar bir şekilde kızı teslim ederek Marcella'yı eline aldı. Sadece bir danslığına.

    Kızın tüm o rahat tavrı göz önüne alındığında kendisinin de davranması gereken şekil buydu. Umursamaz, mutlu, sakin. Ama sorun şu ki hiçbiri değildi. "Keşke, siz ikiniz çıplak gelseydiniz." dedi elinde olmadan. Oysa neydiler ki onlar, ne hakkı vardı ki? Yine de sesindeki ufak sitem hissedilebiliyordu. Marcella bunun üzerine gülümsedi ve Hans'ın boynundaki kendisine ait olan dövmeye bir öpücük kondurdu.



Spoiler:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcella Oswald
Ravenclaw VI. Sınıf Öğrencisi
Ravenclaw VI. Sınıf Öğrencisi
Marcella Oswald


Lakap : Ella.
Rp Sevgilisi : Gabe.
Mesaj Sayısı : 223
Kayıt tarihi : 05/08/12

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue99/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (99/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeCuma Şub. 01, 2013 12:46 am

    Tüm kıvrımları açıktaydı genç kızın, vücudunu neredeyse Krystof'unkiyle bir bütün haline getirdiği sırada. Kollarını ona sarmışken adamın nefeslerini alnında hissediyor ve hafif bir biçimde gıdıklanıyordu. Onun ellerinin belini okşayışının farkındaydı; hatta arada aşağı iniyor oluşunun da. Gururlu bir ifadeyle adama bakıyordu, bundan oldukça zevk alırken. Gülümsedi Krystof'a. Dans başladığından beri bakışlarının ikizine kaydığını görebiliyordu Marcella. Hep söylerdi kız, ikizin varsa derdin vardı. Sana benzerdi, senin gibi kokardı, senin gibi gülümserdi... Ama tam bir işe yaramaz olurlardı. En azından, Irené öyleydi. Marcella'nın ezik, asla eli ayağına dolanmadan yürüyemeyen, Tanrı vergisi güzelliğini boşu boşuna harcayan ikizi. Kızla aynı ortamda nefes bile almaktan nefret ederdi Ella. Onun gözlerine bakmaya katlanamaz, kendisine zıt olan ikizinin yaranma çabalarına gelemezdi. Bu yüzdendir ki; okula başlarken Marcella babasına en şeker bakışını atıp Hogwarts'a gelmiş, kız kardeşi ise Beauxbatons'daki kaderine razı olmuştu. Krystelle da öyleydi. Marcella'nın gözünde en azından. Baş belası gülümsemesiyle ortalarda dolaşıyordu, erkekleri kendine çekiyor, Marcella için bir numaraları rakiplerin başını çekiyordu. Ve şimdi, onun erkeğiyle dans ediyordu! Kaşlarını çattı. Dansın başından beri bir kez olsun dönüp onlara bakmamış olsa da, içi içini yemiyor değildi. Genç kızın bakışlarını kaydırmak istememesinin nedeni barizdi; bakarsa kaybederdi. İnsanlar Marc'ın umursamaz olduğunu bilirlerdi, Hans da öyle. Genç adamla gizliden gizliye bu kadar şey paylaşmış olmalarının nedeni de buydu. İkisi de asla belli etmezlerdi duygularını. Asla kıskançlık göstermez, asla açık vermezlerdi. En azından, sesli bir biçimde diye düşündü genç kız. Ona bakarak kendisini yenilmiş saymayacaktı. Yine de, bu durumdan kurtulmanın bir yolu vardı. Sırıttı Marcella. "Benimle mi dans ediyorsun, yoksa gözlerinle Gryffindor çocuğu mu öldürmeye çalışıyorsun, hayatım?" Krystof'un su yeşili büyüleyici gözleri kıza kaydı. Birkaç saniye dalgın bir biçimde baktıktan sonra, omzunu silkti Adonis. Tüm harikalığı ile. "Onun yalnızca basit bir Gryffindor çocuğu mu olduğunu söylüyorsun yani?" Bu söz üzerine sıradan bir insan üç şey anlayabilir.
    A-) Herif ilişkilerini biliyor! Her şeyi biliyor ve Marcella'ya yem atıyor
    B-) Yalnızca onun en nefret ettiği Gryffindor olduğunu söylemeye çalışıyor.
    C-) Onu basit bir insan olarak görmüyor.
    Tamam, aklı başında olan bir insandan bahsediyorsak üçüncü ihtimali düşünmez bile. Slytherin, Gryffindor daima ezeli rakip ilişkisine sahip olmuştur evet. Ancak bu tartışmanın patlak verdiği en büyük zamanların birindelerdi. Slytherin grubu hiç olmadığı kadar güçlü, Gryffindor grubu hiç olmadığı kadar kalabalıktı. Çekişme ölümcüldü. Marcella ise çift ateş altında kalmamak için, tüm kartlarını oynardı. Bu durumda ilk şıkka oyunu kullanırsa; ve eğer adam bilmiyorsa her şeyi açık etmiş olurdu. İkinci şıkkı oylarsa, adam eğer gerçeği biliyorsa ona yalan söylediğini anlayacaktı. Krystof'a sinirli bir bakış atmamak için kendisini zorladı. Kızın beynini zorlayan nadir insanlardan biri oluşunu seviyordu Marcella; ama bu durumda değil. "Şu an düşündüğüm, partnerimin bakışlarını kendi üzerimde toplayamayacak kadar yeteneksiz olup olmadığım. Ve bu düşünce kalbimi kırıyor," dedi Marcella buruk bir bakışla. Marcella'dan tavsiyeler vol1 nedir biliyor musunuz? Hangi cevabı vereceğini bilmiyorsanız, soruyu kaynatın. Bir öpücük de işe yarayabilir tabii.. Sexy bir bakış? Tamam. En azından Marcella için hepsi işe yarar bir seçenek.

    "Öyle olmadığını biliyorsun, seni küçük şeytan. Gözlerini senden ayırabilen insan ancak ve ancak aptaldır," diyen genç adam kızı döndürdü. Ona güven dolu bakışlarla bakıyordu ki; Marcella Krystof'a bilmediğim bir şey söyle bakışı atmak yerine gülümsedi. Bu konuşmanın devamının olduğunu hissediyordu. Bekledi. Şaşırmadı da. "Ve ikizimi gözlerimin önünde dudaklarından öpen insan da." Ha? Marcella boş gözlerle baktı. HANS. HANS LANDERS. Bir partinin ortasında, hem de Marcella'nın önünde? Hem de böyle zorlu bir günün ardından?! Genç kız hücrelerinin kaynaştığını hissedebiliyordu. Tüyleri diken diken olabilirdi; eğer tüyleri olsaydı. Bunların hepsinin çaresine çoktan bakmıştı o. Dişlerini sıktı ve Krystof'un kulağına eğildi. "Eş değiştirelim." İki kelime, basit, sıradan iki kelime. Krystof ona önce soran bakışlarla baktı; ardındansa zeki kızın dudaklarına küçük bir öpücük kondurup elini kavradı. İkisi ortamı aydınlatarak ilerlerken, Marcella ilk kez o an karşısında dans eden ikiliye net olarak bakabildi. Tavşan kız ve zombi. Bir ölüm hikayesi? "Sanırım, eş değiştirmeliyiz," dedi Krystof kendisinden emin bir biçimde. Hans'ın tepkisine bakmadı bile Marcella. Gözlerini Krystelle'a dikmiş, kızın paniğinden keyif almakla meşguldü. Krystof'un onu parçalayacağını biliyor olmalıydı. Bakışlarından fikirler hızla akarken, Hans onun kulağına bir şeyler mırıldandı. Marcella da Hans'a birazdan o dudakları kullanamayacaksın bakışı attı. Ve kız yalnızca bir dans olduğunu belirterek elini ikizine uzattı. Krystof ile Marcella son kez bakıştı. Başlarıyla selam verdiklerinde, yalnız ve yalnız Hans ve Marcella kalmıştı baş başa, görkemli salonun tüm karmaşasının içinde.

    Adamın gözlerine baktığında, bunların hiçbirini umursamıyormuş bakışını takındı Marcella. O hep rol yapan olmuştu, hayatı boyunca. Duygularını saklamak onun için nefes almaktan daha kolaydı. Annesi olacak kadın, bir keresinde ona onun bir şizofren olduğunu haykırmıştı. Kahkahalarla gülmüştü Marcella. Hepsinden akıllı olduğu için, kendisini kıskanmasına gerek olmadığını söylemişti. Peşi sıra annesine referans yapıp odadan çıkarken, babasının annesini aldattığı kadının annesi olmasını tercih edeceğini söylemişti. Kadın çok daha güzel ve akıllıydı. Hem abisini hem babasını elinde oynatıyordu zira. Bu kadınla tanışmayı kafasına koymuştu Marcella. Elbette babasının biricik kızı olarak. Ona Ice Queen derlerdi. Hoş bir lakaptı. Marcella'yı daha buradan kazanmıştı. Bu dansta yeri yoktu ama. Adamın kokusunu içine çekti kız. Hans en sonunda, boğuk bir sesle mırıldandı. "Keşke siz ikiniz çıplak gelseydiniz." Genç adamın tatlı kıskançlığı üzerine, kulağının hemen alt çaprazındaki dövmeye dudaklarını bastırdı kız. Bu dövme onun içindi. Bu, Hans'ın ona sevgisini gösterme yoluydu. Bu Marcella'ya adanmış, en tatlı hediyeydi. Ellerini ona sıkıca sararak başını adamın göğsüne yasladı kız. "Düşünmüştüm..." dedi ve biraz bekledi. "Ancak bu kadar zorlu etaplardan kurtulan erkeklerin kalp krizinden ölmesini istemedim." Hans homurdandı. Ağzından ne kadar duyarlısın kelimesini ayırt edebildi bir tek Marc. Öyleydi. Erkekler konusunda. Ancak bu adam bir başkaydı. Elleri onun boynuna bir kuğu edasıyla dolanırken, göğüsleri adamın göğüslerinin üzerindeydi. Kalp atışları birbirlerine karışıyor, nefesleri birbiriyle çakışıyordu. Hans ve Marcella. Birlikte her şeyi yapmışlardı, her şeyi. Marcella onunla tatile kaçıp gittikleri günü hatırlayınca suratındaki gülümsemeyi engelleyemedi. Bu adam onun için 'bir adam'dan fazlasıydı. Daima hayatlarında başka insanlar olacak olsa da, buna itiraz edemezdi. "Ağına bir tavşan yakalamışsın, sevgilim." Son kelimesi alaycı bir biçimde söylenmişti. Marcella böyle kelimeleri herkese söylerdi, kimse yadırgamazdı. Ancak bu sefer ki, fazla alaylıydı. Genç adam bunu fark etmiş olmalıydı. "Yaramaz bir zombisin..." Sağ elini narin dokunuşlarla adamın göğsünden aşağı kaydırmaya başladı. Hans'ın irkildiğini hissetmişti. Şevkle devam etti. Eli adamın kasıklarına geldiğinde durdu. Onun aklını dağıtmak istiyordu kız. Ona Krystelle'ın hayalini unutturmak, ona yalnızca sahip olacak olan kadının kendisi olduğunu göstermek. Bir başkasına izin veremezdi. Başını kaldırdı tutkuyla. Adamla göz göze geldiler. Hans'ın gözlerinde parlayan tutkunun esiri oldu Marcella. İki eliyle adamın saçlarını kavradı tüm vücudunu ona bastırarak. Dudaklarını öpmedi, dişledi. Dili genç adamın dudaklarının üzerinde dolaşırken, zevkin dalga dalga parmak uçlarına yayılmakta olduğunu hissedebiliyordu. Normalde topluluk içerisinde böyle bir şey yapmazdı genç kız. En azından Hans'la. Holden'ın bunu görürse onu yeniden etaplara götürüp, aklının başında olmadığını söyleyeceğini biliyordu. Holden'ın bunları görüyor olmamasını umdu. Hatta Celia'nın da. Celia, Marcella'nın sevdiği, umursadığı tek kadın. Hans'tan o da nefret ediyordu. Hans onlara ne yapmıştı ki? Düşünmedi. Adamın yerinden çıkacakmış gibi atan kalbini hissettiğinde dudaklarını çekti. "Sen bir şeytansın," dedi şehvetin körelttiği boğuk bir tonla Hans. Kız gülümsedi. "Biliyorum. Ve hiçbir tavşan benim gibi öpüşemez sevgilim."

    Adamla bakıştıkları sırada, tam arkasında duran Krystelle ile göz göze geldi. Kıza inadına bir kez daha öptü adamı. Bartolomej çiftinin kendilerine doğru geldiğini görünce, eş değiştirmenin zamanı geldiğini anladı. Vücudunu adamın vücuduna sürttükten sonra, *Marcella da amma bitch ha* kulaklarına fısıldadı. "Bu gece kaçırdığın şeyleri hissedebiliyor musun, my little child?" Adamın ellerini tuttu. Eş değiştirmeden önce, adama son bir cümle kurabilecek zamanı verdiği sırada.

    *:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue97/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (97/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeÇarş. Mart 06, 2013 4:29 am

    Kızın soğuk dudaklarını kendi teninde hissederken son birkaç saniyedir Krystelle’ın oğlanla gidişini süzen gözlerini kapattı ve nefes verdi. Gözlerini kapattığında Krystelle’ın bu anı görmemesini umarken buldu kendisini, oysa görmediğine emindi: birbirlerine henüz söz vermelerine rağmen Bartolomej’in teklifini reddedememiş; şuandaysa ritmik adımlarla ilerlerken o salağın ellerini tutuyordu. Sonuç olarak kendisine dönecekti, değil mi? Düşünmeyi kesip Marcella’nın saçlarına yaklaştı ve kızın yoğun kokusunu içine çekti. Bu bir nevi uyuşturucu gibiydi: sigaradan daha az rahatlatıcı ancak çok daha güzel. Bahsettiği şey artık sadece koku değil kızın kendisiydi. Marcella Oswald. Her güzel his gibi bağımlılık yapıcı ve bağımlılık yapan her şeye denildiği gibi zararlı. Hans’a göre bu, klişe bir saçmalıktı.

    Kız konuşmaya başladığında kokusunu son bir kez daha içine çekti ardından gözlerini açtı. Şakayla karışık bir şekilde aslında çıplak gelmeyi düşündüğünü ancak vazgeçtiğini söylüyordu. Ne kadar da düşünceliydi!(?) Eğer istediği Hans’ı gıcık etmekse başarılıydı. İstemsiz olarak kaşlarını çatıp homurdandı ve kızın tepkisi karşısında gülmesine izin verdi. Marcella’nın gülüşünü hissedebiliyordu. Marcella’nın gülüşünü seviyordu: özellikle onun salona girişindeki gördüğü yıkık halinden sonra. Onu tekrar görmek güzeldi. Hans’ın yüzündeki katı ifadede de ufak bir gülücük oluşur gibi oldu ve kızın belini daha sıkı tuttu. Adımları halen dansa itaat ediyordu ancak bu yalnızca kulaklarıyla yaptıkları sıradan bir anlaşma yüzündendi. Boynu Marcella’nın ellerinin arasındaydı. Göğüsleri de onunkilere utanmaksızın yakındı: tam üstlerinde. Gözleriyse Bartolomej ile tavşan kızın hararetli bir konuşmaya giriştiğini gördü. İç sesiyse küfretti.

    “Ağına bir tavşan yakalamışsın, sevgilim.” dedi Marcella, kısa bir gülüş çıktı dudaklarından. Gülüşü birden fazla anlam içeriyordu: sitem ve büyük oranda umursamazlık, belki de kinaye. Evet, bir tavşanı vardı ancak Marcella’nın ağı da boş değildi, değil mi? Sevgilim. Kızın bu kelimeyi her zamanki basit tarzıyla söylemeyişi dikkatini çekti. Bu defa kelimedeki sahiplenmeyi hissedebiliyordu. Şeytan bir tavşanı kıskanıyor. Bu düşünce gülümsemesini yüzüne yayarken mavi gözleri ışıldıyordu. Ardından Mars’ın yeni sözlerini işitti “Kötü bir zombisin.” Daha önce birkaç kez dillendirmiş olduğu o düşünce belirdi tekrar aklında: birbirimize gereğinden fazla benziyoruz.

    Kızın elinin yumuşak bir şekilde kendi göğsünden aşağı kaydığını hissedince birden irkildi. Marcella gülerek devam etti. Neredeyse yarısından fazlası yırtılmış ve bir zamanlar bir gömlek olduğunu iddaa eden kumaş parçasının üstünden kızın teninin ısısını dahi hissedebiliyordu. Elini Hans’ın kasıklarına kadar götürdü ve durdu. Marcella’nın parmakları zevkle Hans’ın en sevdiği dövmelerinden birinin, [url=]yarasa iskeletinin[/url], üzerinde, tüm vücuduna yayılıp düşünmesini zorlaştıran keskin bir his oluşturuyordu. O an yemin edebilirdi ki yarasanın yerinde olmak isteyen başka bir dövmesi vardı. Yüzündeki gülümsemeyse çoktan ortamı terk etmişti. Nefes alıp sakinleşmeye çalıştı ancak sırtında oluşan soğuk ter damlaları bunu başaramadığını kanıtlıyordu. Birden her yer sıcaklaşmış gibiydi. Marcella elini çekmedi. Devam da etmedi. Ancak Hans her iki seçenek için de sesini çıkaramıyordu: Kızın elini çekmesini istiyordu çünkü başka bir kıza söz vermişken kendisini tutamamaktan korkuyordu; Devam etmesini istiyordu çünkü deli gibi onu arzuluyordu. Ardından Marcella ile göz göze geldiler. Kızın zevkle parıldayan gözleri karşısında hislerini gizlemeye çalışmadan durdu. Marcella onu zaten anlardı.

    Öyle de oldu.

    Elleri Hans’ın saçlarını kavradı ve tüm vücudunu oğlanınkine bastırdı. Hans da kıza daha da yakınlaştı. Dudakları birbirlerininkilerle buluştuğunda, Marcella dişleriyle kavrayarak devam etti. En iyi hamlelerinden birini sergiliyordu, ancak en iyisi değildi. Daha iyisini sonraya sakladığını düşündü Hans. Sadece Krystelle’a verdiği sözü hatırlayarak iyi bir karşılık vermedi ancak Marcella’nın dudakları üzerinde hâkimiyet kurmasını engellemedi. Yine de herkesin içinde bu kadar ileri gitmesi onu şaşırtmıştı, kendi koydukları yegâne sınırı geçiyorlardı ve her ikisi de durmuyordu. Aralarında her ne olursa olsun dışarıda ilişkilerini asla açıklamamışlardı; İlk zamanlar aralarında bir daha her hangi bir şey yaşanmayacağı için doğan bu sessizlik zamanla tekrar buluşmalarıyla beraber isimsiz bir kurala dönüşmüştü ve her ikisi de bir neden aramaksızın buna uymuşlardı. Gordon, Shane, Holden, Celia… Birkaç yakın isim haberdardı yalnızca. Holden sırf bu yüzden ondan nefret ediyordu. Celia ile aralarıysa eskisinden de beterdi. Umursadığı yoktu. Tanıdığı her kızın Marcella hakkında kötü bir yorumunu duymuştu. Ne biliyorlardı ki? Marcella mükemmeldi. Yaptıkları onca şey, paylaştıkları onca anı… Her biri yaşanmaya değerdi.

    Kendi kalp atışlarını hissedebiliyordu ve nefes almakta zorlanıyordu. Sonunda yüzleri birbirlerinden ayrıldığında kullanabildiği tek ses tonu ile “Sen bir şeytansın.” dedi. Ancak bu cümle sanki ‘Seni seviyorum.’ ile aynı anlama geliyormuş gibi geldi bir an. Marcella’ya ‘Seni seviyorum.’ Derse inanmayacağını biliyordu, kendisi de inanmazdı. Bu basit ve saçma bir cümleydi. Aşk gerçek değildi ki. Kız gülümsedi ve “Biliyorum” dedi. “ve hiçbir tavşan benim gibi öpüşemez, sevgilim.” Bir an bakıştıktan sonra ufak bir öpücük daha kondurdu dudaklarına ardından vücudunu Hans’ınkine sürterek oğlanın kulağına fısıldadı. “Bu gece kaçırdıklarını hissedebiliyor musun, küçüğüm?” Ardından elleri Hans’ın ellerini kavradı. Hans’ın suratında isterik bir gülümseme belirirken Marcella’nın kulağına eğilip aynı şekilde fısıldadı “Aynı senin hissettiğin gibi hissediyorum, küçük kız.” Sesinin olağan erkeksi tonuna kavuşması mutluluk vericiydi, ayrıca kızın ‘küçüğüm’ lafından sonra kimin daha küçük olduğunu hatırlatma ihtiyacı duymuştu. Yavaşça ekledi. “Ben daima seninim, sevgilim. Bunu biliyorsun.”

    ‘Daima seninim’ ancak ‘yalnızca senin’ değilim, işte bu da onları Hansella yapan şeydi.

    Kız yavaşça ondan ayrıldığında yüzündeki ifadeden Hans'ın sözlerinin onu mutlu ettiği; hareketlerindense Bartolomej'in -dolayısıyla Krystelle'ın- geri dönmekte olduğu anlaşılıyordu. Ki dönüp bakınca ikisinin de gelmekte olduğunu gördü. Tuhaf bir şekilde bu dönüşe beş dakika önce kızın gidişine üzüldüğü kadar sevinmediği fark etti. Aslında bu onu pek şaşırtmadı. Bir an kızı uzaktan süzdü, aynı Marcella gibi sarı dalgalı saçları vardı ancak taranışları veya herhangi başka bir özelliği onunkileri Marcella’dan ayırıyordu, nedenini çözemese de Hans bunu rahatlıkla söyleyebilirdi. Belki tondan dolayıydı, kızınki aynı yanında yürüdüğü oğlanınki gibiydi. Bir an ikisinin birbirlerine oldukça benzediğine dair tuhaf bir düşünce takıldı zihnine ve takıldığı gibi kayboldu. Çünkü saçmalıyordu. Bakışlarını tekrar Marcella’ya döndürdü. Kız ile birleşik olan elleri gevşemişti, ancak halen her ikisi de bırakmamıştı. Hans avcunun içindeki eli referans yaparcasına kibarca kavradı ve ufak bir buse kondurduktan sonra gülüşünün yüzüne yayılmasına izin vererek "Sizinle dans etmek bir şerefti, Bayan Oswald." dedi. Ardından kızın elini bırakırken Marcella da aynı şekilde cevapladı onu "O şeref bana ait, Bay Landers."

    Kendi hallerine güldüler. Sessiz ama içten bir gülüştü bu yalnızca yüzlerinde tebessümler bırakan. Hans hafifçe başını öne eğdi, üç adım ötede olduğunu gördüğü topuklu ayakkabıların sahibiyleyse bir saniye sonra başını kaldırdığında yüzleşti. Krystelle, Krystof'la iyi bir dans geçirmişe benzemiyordu. Yada aklına gelen ilk yorum bu oldu, ancak hemen ardından kızın Marcella'ya sert bir bakış attığını fark edince, yüz ifadesinin Krystof'la geçen dansıyla pek ilgisi olmadığını bir aptal bile anlayabilirdi. Demek ki tavşan da şeytana karşı tepkisiz değildi. Gülümsemesini bastırdı ve ışıldayan mavi gözleriyle kızınkilere odaklandı. En ufak bir utanç görülmeyen suratında ironik bir masumiyet vardı genç adamın, ancak Krystelle’ın su yeşili gözlerindeki bakışın anlamını bilecek kadar tecrübeliydi.

    Genç kızın dudakları kendisininkileri tekrar bulduğunda karşılaştığı öpücük ilkinden oldukça farklıydı. Kız, Marcella’ya nispet yaparcasına uzun soluklu ve iyi bir öpücük vermişti. Bu cesaret Hans’ın hoşuna gitti, Marcella’nın kıskanıyor olması düşüncesi ise Krystelle’a karşılık verirken tuhaf bir zevk verdi ona. Yaptığının doğru bir yanı olmadığını biliyordu ancak Marcella Bay-Ben-Çok-Kaslıyım’a sarılmadan önce kendisi davrandığı için bencilce bir mutluluk hissediyordu. Krystelle, bırakır bırakmaz Hans’ın elini tuttu ve sanki arkada hiç kimse yokmuş gibi bakmaksızın Hans’ı çekerek koştu. Arkada kalan Krystof veya Marcella’nın ifadelerini merak etse de bakmadı Hans. Sadece gülerek Krystelle’ı takip etti.

    Tekrar büfenin yakınındaydılar, elleri halen birbirlerininkini sıkıca tutuyorken içecek her hangi bir şey seçiyormuş gibiydiler, ancak Hans yalnızca konuşması için Krystelle’ı bekliyordu. Uzakta, Krystelle’la tanışmadan önce bıraktığı yarısına kadar mavi içki dolu bardağını fark etti. “Kurbağaya bir öpücük yeter sanıyordum.” Dedi Krystelle Hans’a bakmazken. Ses tonundaki sitem açıkça ortadaydı. Haklı da sayılabilirdi. Tamam, haklıydı. Ancak Hans’ın da haklı olduğu konular vardı. “Ben de Prenses bu gece tamamen benimle sanıyordum, ancak görünen o ki sarışınlara zaafı var.” Yalnızca kızı rahatsız edip bakışını görebilmek için, Krystelle’ın önündeki içecekleri inceliyormuş gibi elini kepçeye uzattı. Ancak, yalnızca kızın histerik gülüşünü duydu “Bartolomej mi?” Gülüşü büyümüştü. “Onunla DNA’larımız uyuşmuyor,” Sonunda Hans’a dönüp gözlerinin içine baktı “inan bana.”

    Hans, göz kontağını bozmadan gülümsedi. “Bunu duyduğum için mutlu olduğumu gizleyemem.” Dedi kibarca. Elini kepçeden ayırıp Krystelle’ın öbür elini de tuttu “Çünkü Prensesimi bir kez daha paylaşmaya niyetim yok. Özellikle de vaktimizin on ikiye kadar olduğu düşünülünce.” Sözleri söyler söylemez, söylediklerinin gerçekliğinin farkına vardı: Bir daha asla görmeyeceğinin ve masalın eninde sonunda biteceğinin… Kendisini tutamayarak kıza sarıldı ve başını onun kendisine özgü güzel saçlarına gömdü. Kızın tenini kendi sırtında hissedebiliyordu, o kadar içten bir andı ki bu Hans unutamayacağını biliyordu. Birden gözlerinde flaşı hissetti ve kısarak gözünü açıp objektife gülümsedi.

    Fotoğrafçı yaşlı bir adamdı, gülümseyerek bir poz daha istedi ve Hans da Krystelle da gülerek poz verdiler. Ardından eski model makine’nın altından sıcak fotoğraflar çıktı. Yaşlı adam günün sonunda herkesin fotoğraflarının şato girişine asılacağını söylerken ilk örnekleri Hans’ın uzanmış olan eline bıraktı ve başka fotoğraflar çekmek üzere oradan ayrıldı.

    İkisi de bir küçük kareler içindeki yansımalarına baktılar sessizce. Hans gecenin başından beri ilk kez zombi makyajının yüzünü terk ettiğini gözlemledi ve bunun için mutlu oldu çünkü fotoğrafta küçük bir meleğin yanındaki canavar gibi görünmek istemezdi. İlk fotoğrafta birbirlerine sarılıyorlar ve bir anda dönüp gülümsüyorlardı, her ikisinin suratında da aynı sıcak ifade vardı. İkincisiyse beraber durup güldükleri hoş bir resimdi, ortamın turuncu sarı ambiyansı altında gözlerindeki parıltı objektife de yansımıştı. Birbirine yakışan oldukça mutlu iki kişi, en azından bir kağıt parçasının içinde sonsuza dek mutlu olacaklardı. Gülümsedi ancak kırık bir gülümsemeydi bu. Krystelle’ın yanağına ufak bir öpücük kondurdu ve “Hangisini istersin?” diye sordu “Tabi, saklamak ister misin bilmiyorum, ama yine de sen seç.”





Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Krystelle Bartoloměj
Slytherin VI. Sınıf Öğrencisi
Slytherin VI. Sınıf Öğrencisi
Krystelle Bartoloměj


Lakap : Krys, Stelle, Xtelle.
Rp Sevgilisi : Tamam yalana gerek yok, Hansey.
Mesaj Sayısı : 529
Kayıt tarihi : 19/08/10

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue99/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (99/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeÇarş. Mart 06, 2013 11:03 am

    Hangisi daha kötü diye düşünüyorum işin içinden çıkamazken. Krystof'un bana attığı o korkunç bakış mı, yoksa Hans'ı bir şeytanın ellerine bırakmak zorunda oluşum mu? Karar vermesi zor, çözümü yok. Merhaba, Cehennem'e hoş geldiniz. Krystof'un elimi nazikçe tutmasına izin verirken, yakışıklı zombime bir elveda bakışı atıyorum. Sanki bir daha onu görmeyecekmişim gibi hüzünle arkamı dönüyorum. İçim acıyor. Çünkü birazdan öleceğim. "Sana inanamıyorum Krystelle Bartolomej." Bari son dakikalarımı huzur içerisinde yaşayım, değil mi? Ama yok. Sevgili ikizim bana saldırıya geçmeden önce bana bir dakika bile vermiyor... Henüz arkamda Marcella'nın lanet sesini duyabiliyorum! Kafamı çevirip arkaya bakmakla bakmamak arasında savaşıyorum şimdiyse. O kaltak benim erkeğimin ellerini tutuyor ve adım gibi eminim ki, dudaklarına da yapışması uzun sürmeyecek. Kaltak dedim, değil mi? Tekrar diyorum. Kaltak. "Onu düşünmeyi bırak ve bana odaklan. Başın belada küçük hanım." Derin bir nefes alıyorum ve Krystof'un gözlerine bakıyorum. Bakışları karanlık, sinirli ve korumacı. Benim korunmaya ihtiyacım yok, birinin bana karışmasına ihtiyacım hiç yok demek için ağzımı açıyorum ama o devam ediyor. "Onun kim olduğunu biliyor musun?" Kafamla onaylıyorum ve Hans Landers diye mırıldanıyorum, adeta fısıldayarak da ekliyorum. "Gryffindorlu baş belası." Krystof'un sözleriydi ağzımdan çıkanlar, o da bunu biliyordu. Kolumu sıkıca kavrayarak beni kendisine çekiyor. "Evet Krystelle. Ve bunda ciddiyim. Ondan uzak durmalısın," diyor ve birdenbire yumuşak bir ses tonuyla devam ediyor. "O sana göre değil." İsterik bir kahkaha atıyorum. Çok hoş. Marcella Oswald, Krystof'a göre olabiliyor da, Hans bana göre olamıyor mu? Ne diyecek, piç mi? Bilindiği üzere piçlik benim de uzmanlık alanım. Sapık mı? Hadi canım! Çapkın mı? Bu konuda kapışırız. Ne olabilir? Aydınlık mı? Slytherinleri sevmiyor mu? LÜTFEN. Ben Krystelle Bartolomej'im. Hani her binadan insanlarla yakın olmayı başaran, o yegane Slytherin'li kız. Kimse beni sevmeden edemez. Bu doğanın kanunu. "Neden bunu yapıyorsun Krystof?" Kaşlarım çatılıyor. Sesim düşündüğümden çok daha dramatik. Üzgün gözükmek istemiyorum; ancak kalbimde bir yerlerde Krystof ile çatışmak beni üzüyor. Bu hep böyle oldu. Bakışları tamamen değişiyor. Kolları arasında sarıyor beni ve saçlarımın kokusunu içine çekiyor. "Sen mükemmelsin Krystelle. O değil. O bizden değil." Savunması gerçekten bu mu? Titriyorum, sebebi ise yalnızca sinir. İteliyorum onu. Dansa ayak uydurmayı boşveriyorum. Umurumda bile değil. "Bunu bana sadist bir Hufflepuff'a aşık olup, hayatını zehir eden ikizim mi söylüyor? İnandırıcı değilsin, hiç değilsin." Adela'yı işin içine katmama bozuluyor. Bakışlarındaki alevleri görebiliyorum. Alnının altında bir damar atıyor hızla, gözlerimden kaçmıyor. "İnsanlar hatalarından ders alır." Kaşlarımı çatıyorum. "Bırak kendi hatamı kendim yapayım." Kafasını iki yana söylüyor. Sesi dişlerinin arasından çıkıyor adeta. "Buna izin veremem." Ellerini bırakmaya çalışıyorum ama izin vermiyor. "Senin iznini istemedim." Kollarından kurtulmaya çabaladıkça beni iyice kendisine çekiyor. Birden duruyorum. Tanrım... Krystof ve ben. Nasıl bu hale düşüverdik iki dakikada? Gözlerimi kapatıyorum. "Seni seviyorum Krystof. Herkesten çok. Her şeyden çok. Sadece bana güven," diyorum neredeyse duyulmaz bir ses tonuyla. Gözlerimi açtığımda kollarımı yavaşça bırakıp alnımı öpüyor. "Sana güveniyorum. Ona değil." Cevap vermiyorum. Sessizlikten ne kadar dans ettiğimizi bile bilmiyorum. Ayaklarım birbirini takip ediyor yalnızca. Bu durumdan nefret ediyorum.

    Şarkının sonuna geldiğimizde yavaşça geri çekiliyorum. Hans'la Marcella'ya bakıyoruz ikimiz de. Bingo. Kaltak. Kaltak. Kaltak. Demiştim değil mi? Onu öpeceğini biliyordum. Hırlıyorum istemsizce. "Ve Krystof 1, Krystelle 0." Alaylı bir şekilde söylese de, Marcella'nın onu bu kadar çabuk unutmuşa benzemesine sinir olduğunu anlayabiliyorum. "Ne güzel olurdu biliyor musun, Krystof?" Tek kaşını kaldırdığını anlamak için ona bakmama gerek yok. "Hemen önlerinde öpüşsek." Sonra gülmeye başlıyorum. "Eğer ikizim olmasaydın yapardım." Öyle bir kahkaha atıyor ki tüm salonun inlediğine yemin ederim. Bu durumda bile gülebildiğimize gülüyorum. Yani, demin kanlı bıçaklıydık... Aynı zamanda kaltak Hans'ı öpüyor. Durum boktan, sayın seyirciler. Durum çok boktan. Kahkahalarımızın isterik olduğunu söylemeye gerek de yok sanırım. Onlara doğru yürürken, en güçlünün biz olduğumuzu söylüyorum içten içe. Biz, Bartolomej ikizleri. Belaya hazır olun... Hem de çifte belaya! Öhöm. Pokemon ve yan etkileri diye buna deniyor olsa gerek diye düşünmek isterdim ama lütfen, Pokemon da ne? Ciddileşiyorum. Kahkahalarım siliniyor suratımdan. Güzel öpüşmeydi. Ancak daha güzellerini biliyorum. "Krystelle." Hıhımlıyorum Krystof'a bakmadan. Neredeyse yanlarına vardık. "Pişman olacağın bir şey yapma." Julius'u kastediyor. Partinin başından beri kalbinin bir yerinde içimi cızlatan Julius'u. "Kalbin kırılacak." Bu kadar net konuşması ile ürperiyorum. Neden ikimizin mutlu olacağını düşünemiyor? Beni tanımışken, aptal bir binayı benden önemli tutamaz Hans. Yanılıyor olmalılar, onlar onu tanımıyorlar bile! Kafamı iki yana sallıyorum ama aldırış etmeden devam ediyor. "Kim olduğunu öğrendiğinde senden tiksinecek." İnatla reddediyorum, dişlerimi sıkarken. Mümkünatı yok. "Onun hakkında duyduğun hiçbir şey yalan değil. Belki abartı; ama yalan? Asla." Daha fazla duymak istemiyorum. Krystof'un elini bırakıp Marcella ile Hans'ın tuhaf gülüşmelerine göz deviriyorum. Bitti mi dememek için kendimi zor tutuyorum ki, Marcella bir adım geri attığı anda bir saniye bile beklemeden Hans'ın dudaklarına yapışıyorum. Öpüşme mi? Böyle olur. Krystelle 10000 - Krystof 1. Ellerimle saçlarını kavrarken dudaklarımı dudaklarının üzerine şehvetle bastırıyorum. Dillerimiz birbirleriyle dans etmeye başladığında, parmak uçlarımda yükseliyorum. Atan kalp atışlarını kendi göğsümde hissedebiliyorum. Bedenimi onunkine dayarken, dudaklarım biraz daha aralanıyor. İşte Marcella. İşte öpüşme buna denir. Yavaşça geri çekildiğimde Hans'ın nefessiz kaldığını fark ediyorum. Tıpkı Marcella ile Krystof gibi. Sorry bitches, ben kazandım. Hans'a gülümsüyorum, sanki birkaç saniye önceki ateşli hatun değilmişim gibi. Ancak gözlerimdeki tutkuyu görmemesi bir mucize olurdu. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyorken, arkama bakmıyorum. El ele tutuşuyoruz. Sıcak eli... Çok sıcak. İçten içe bir haz dalgası yayılıyor tüm bedenime. Ancak yalnızca gülümsüyor ve yürümeye devam ediyorum.

    Eskiden durduğumuz barın yanına geldiğimizde, bir şey söylemesini bekliyorum. Ancak ben ne zaman sessiz kalmayı başarabildim ki? “Kurbağaya bir öpücük yeter sanıyordum,” diyorum yarım bir ağızla. Ve aklımdan iğrenç bir düşünce geçiyor. Tanrım. Marcella'nın tükürükleri ağzımın içinde olabilir. Hatta... Krys- ah hayır hayır bunu düşünmeyeceğim. Hızla bu fikri söküp atıyorum kafamdan. “Ben de Prenses bu gece tamamen benimle sanıyordum, ancak görünen o ki sarışınlara zaafı var.” Tüm çekiciliği ile konuşuyor Hans. Gülümsüyorum. Demek kıskanmış ha? İşin komiği, nedendir bilinmez, hoşlandığım erkeklerin Krystof'la benim ikiz olduğumuzu anlamama gibi bir huyları var. O kadar barizken. Bilmemesini tercih ediyorum; nedenini bilmeden. Krystof'un söylediklerine inanmıyorum aslında. Öğrendiği zaman paşa paşa gel Krystelle, gel bebeğim kollarıma demeyeceğini biliyorum. Yine de, tiksinmek ha? Lütfen. Ben ve o aynı cümlede kullanılamaz. Öte yandan, bu zaten tek gecelik bir kaçamak. Bunu biliyorum. Julius varken, daha ötesi asla olmayacak. Bu düşünceyi de kafamdan uzaklaştırıyorum. "Bartolomej mi?" İsmini söylemekten kaçınıyorum. Krystof... Krystelle. Bu benzerliği gözler önüne seremem. Çünkü korkuyorsun Krystelle. Eğer öğrenirse seni burada bırakıp gideceğini biliyorsun. İç ses, shut the fuck up. Öyle bir dünya yok. Hiç kimse, hem de hiç kimse beni bırakıp gidemez. Bunu sen de benim kadar iyi biliyorsun. "Onunla DNA'larımız uyuşmuyor. İnan bana," diyorum. Bu bir gerçek. Sonuna kadar hem de. Ardından gülüyorum. Prensesini sahiplenen kurbağa demek? Bunu sevdim. "Bunu duyduğum için mutlu olduğumu gizleyemem," diyorum cilveli bir biçimde. Tuttuğu kepçeyi bırakıyor Hans. Suratında açıklayamadığım bilmiş bir gülümseme varken diğer elimi de tutuyor. Tanrım. Ciddiyim, burası gerçekten aşırı sıcak olmaya başladı. “Çünkü Prensesimi bir kez daha paylaşmaya niyetim yok. Özellikle de vaktimizin on ikiye kadar olduğu düşünülünce.” Beni bir daha görmeyeceğini sanıyor. Düzeltmek istiyorum hatasını; oysa yapmıyorum. Gözlerimi yumuyorum. Sadece on ikiye kadar bu böyle sürecek çünkü. Sonrası hiç olmamış gibi olacak. Farklı iki yolun, farklı iki üyesi... Ne olabilir ki? Ne bekliyorum ki, bu adını koyamadığım garip hislerden? Bu yalnızca bir masal olarak kalmadı. Onun için. Benim için. Gözlerimi kapattığım anda beni kendisine doğru çekiyor. Kollarım refleksle onun belini kavrarken, saçlarımda nefesini hissedebiliyorum. Başımı göğsüne gömüyorum, sanki o huzurun kendisiymişçesine sarıyorum onu kollarımla. Bırakmak istemiyorum... O kadar güven dolu ki. Güzel parfümünün kokusunu içime çekiyorum, daha sonra unutmamak için. Gözlerim kapalı ancak suratımda huzurlu bir gülümseme var. Tüm dertlerimden arındığımı hissediyorum. Sanki, sanki hiç gerçek dünyaya dönmeyecekmişim gibi. Ve, gerçekten dünya parlak bir merhaba diyor adeta. Patlayan flaş üzerine hızla kameraya dönüp gülümsüyorum. Kamera ve ben. Ayrılmaz ikili. Kaç tane fotoğraf albümüm olduğunu söylemeye gerek yok, değil mi? İstemsizce karşıma çıkan her kameraya gülme potansiyelim var. Durdurulmaz bir biçimde. Yaşlı adam bunu fark etmiş olacaktı ki, bir poz daha isterken gözlerimize bakıyor sırayla. Kocaman sırıtışımla Hans'la beraber gülümsüyorum. Parıltılar saçan genç çift. Güzel malzeme. Hakkını vermek lazım.

    Yaşlı adam suratındaki kırışıklara rağmen gülerek resmi uzatıyor ellerimize. Sırayla bakıyoruz ki, küçük bir kahkaha kopuyor boğazımdan. Yalnızca inilti şeklinde çıksa da. Krystof yanılıyor. Hans da mükemmel. Benim yanımda. Fotoğrafı inceliyorum yalnızca ses çıkartmadan. Sarılırken oluşan ifademin onun suratında da oluştuğunu görüyorum. “Hangisini istersin?” diye soruyor bana bakarak. “Tabi, saklamak ister misin bilmiyorum, ama yine de sen seç.” Hiç beklemeden sarıldığımızı kapıyorum elinden. "Onu seçeceğini biliyordum." Kafamı sallıyorum. Kızlar duygusaldır! Daima duygularına hitap edeni seçerler. Bu yüzden beyin daima kaybetmeye mahkumdur kalbe karşı. Fotoğrafa bakıp, onu küçük bir büyüyle çantama cisimliyorum. Hans'ın gözlerinde bir anlık şaşkınlık beliriyor. Kaşlarım çatılıyor istemsizce. Benim büyücü olduğumu da mı anlamamıştı, hadi ama?! "Prensesiniz aslında bir cadı, sevgili kurbağa hazretleri," diyorum alaycı bir şekilde. Gülerek başını hafifçe sola yatırıyor, fazla afacan bir bakışla beraber. "Ben bir melek olduğunu düşünmüştüm... Ya bir peri. Gerçek olamayacak kadar güzel bir peri." Öyle bir söylüyor ki, surat ifadesine bakarak iltifat ettiğini asla anlayamazsınız. Kafamı sallıyorum bir yandan tabii diye mırıldanırken. Ardından dizlerimi kırarak elimdeki hayali asayı sallıyorum. "O zaman, sihirli değneğimin sana neler yapabileceğine bakalım..." Elimle hayali bir asayı sallıyormuş gibi yapıyorum. Önce alnının köşesine dokunuyorum. Elimi hafif dokunuşlarla sırayla elmacık kemiklerine, yanaklarına doğru kaydırıyorum. En sonunda dudaklarında duruyor hafif parmaklarım. Gözlerimiz birbirine kenetleniyor ve kendi eliyle elimi kavrayarak öpüyor. Parmaklarımdan başlayıp, sanki eski filmlerdeymişiz gibi kolum boyunca tek tek öpüyor. Kahkahalarımı engelleyemezken geriye doğru bir adım atıyorum; oysa parmaklarımı kavrayıp beni döndürüyor olduğum yerde. Saçlarım benimle birlikte çember oluşturuyor adeta. Gözlerimin önüne gelenleri çekiyor Hans. Ona doğru bir adım atıyorum. Öpmek için uzanıyor ki hızla geri çekilip koşmaya başlıyorum.

    Bu kısmın şarkıyla okunması tavsiye edilir.:

    Kalabalığın dans ettiği pistin ortasına doğru koşarken arkama dönüyorum geliyor mu diye. Ne yaptığımı anlamazmış gibi baksa da koşuyor asaletle. İnsanların tam ortasına geldiğimde duruyorum. Gözlerimi kapatıp kollarımı havada kaldırıyorum. Olduğum yerde dönüyorum, gözlerim halen kapalıyken. Belimde eller hissediyorum, Hans'ın olduğuna emin olduğum eller. Gözlerimi açmadan boynuna doluyorum ellerimi. "Bu şarkıya bayılıyorum..." Henüz melodi yeni yeni başlarken açıyorum gözlerimi. Mırıldanıyorum kendimce. "I've been trying to do it right. I've been living a lonely life." Sessizce söylememe karşın o duyuyor söylediklerimi. Buna karşın birlikte el ele sağa sola sallanırken devam ediyorum söylemeye. Sesim beklediğimden daha da yüksek çıkıyor bu sefer. "So show me family... all the blood that i will bleed." Hayır, bu seferki ben değilim. Hans beni tamamen şaşırtarak şarkının sözlerini söylemeye başlıyor ben sustuğumda. Ağlamak ile gülmek arası sıkışmış bir bakış takınıyorum. Devam ediyor. "I dont know where I belong, I dont know where I went wrong, but I can write a song..." Kolunda çeviriyor beni. Şarkının nakaratı girdiğinde ikimizde hızla dönüyoruz olduğumuz yerde. "I beloooong with youuuuuu, youuu belong with meeeeee... you're my sweetheeeeaaaarrttt.." Seslerimiz birbirimize karışırken söylemeye devam ediyoruz. Birkaç çiftin durup bizi izlediğini fark etsem de aldırmıyorum, Hans da öyle. Gülerek devam ediyoruz. "I belong with you, you belong with me, my sweet.." diyorum ki, Hans devam ediyor. "Heaaaaart." Kahkaha atıyorum kafamı iki yana sallayarak. Ve boğazımdan yanlış yaptığına dair absürt bir ses çıkartıyorum. Gülüyor. Omuzları geriye doğru sallanıyor kahkaha atarken. Bir elini belime atıyor bu sefer. Diğer elimiz birbirini kavrarken, vals pozisyonuna geçiyoruz. Söylemeye devam ederken sesimiz git gide yükseliyor. İzleyici kitlemiz de öyle. Bir süre sonra kimseyi göremiyorum doğru dürüst. Kayboluyor insanlar. Her şey rengarenk. Yeşil, kırmızı, mavi, pembe, turuncu... Her renk geçiyor gözlerimin önünden hızla. Konfetiler yağarken tepemizden, kahkahalar atarak söylüyoruz şarkıyı. Birdenbire bırakıyor ellerimi ve olduğumuz yerde bir daire çiziyoruz. Bu sefer ben ona yaklaşıyorum. Bedenimi ona yapıştırırken, kollarımla onun boynunu hiç bırakmayacakmış gibi kavrıyorum. "And loveeeee, we need it nooooow," diyorum dudaklarımı kulaklarına yaklaştırarak. Kulağını hafifçe dişlediğim sırada inlemeyle karışık bir sesle devam ediyor. "Let’s hopeeeee for someeeee." Ateş gibi yanan elleri belimde. Git gide aşağı iniyor. Argh. Kalçalarım. Elleri kalçalarımda dans ederken birlikte söylüyoruz yine. "Cause oh, we’re bleeding out.." Kollarımdan güç alıp zıplıyorum, o da bana yardımcı olurken. Bacaklarımı onun beline doluyorum. O ise beni havada tutmak için neredeyse hiç kuvvet bile harcamıyor. Bacaklarımı sıkı sıkıya tutarken, herkese tepeden bakıyorum bir an için. Sonra ne insanları, ne şarkıyı, ne Julius'u, ne Krystof'u, ne bana korkunç alaycı bir ifadeyle bakmakta olan ve Hans'ın yakın arkadaşı olan Shane'i, ne Marcella'yı, ne de bir Bartolomej oluşumu umursuyorum. Sadece vahşi bir kuvvetle Hans'ın dudaklarına yapışıyorum dudaklarımla onun dudaklarını esir alarak. Tek elim saçına dolanıyor. Oysa beni tutuşunu güçlendirip, tüm seyircilerimizin(!) önünde sanki bir daha hiç öpüşmeyecekmiş gibi açlıkla öpüyor. Tüm tutkumla karşılık veriyorum ona. Ve çok rahat bir şekilde, beynimde bir düşünce beliriyor. Kendimize bir oda bulmalıyız.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue97/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (97/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimePtsi Nis. 01, 2013 9:54 am

Ben sana aitim, sen bana aitsin. Sen benim sevgilimsin.


    Kelimelerin doğruluğu yoktu ancak içten içe olmasını isterdi. Tüm kalabalığın ortasında. Curcuna. Her yanı kaplamıştı sanki ve ikisi dans ederlerken insanlar etraflarına sözleşmeden bir çember oluşturmuşlardı. Müziği yapan grubun notalara daha kuvvetli vurduğunu duyumsuyordu Hans. Artan flaş seslerini duyumsadığı gibi... Belki de duyduğu tek sesler kalp atışlarıydı: kendisinin ve Prensesinin.

    Müzik sona yaklaşırken Krystelle son sözlerin ortasında bir elini onun kafasına koydu ve ele geçirdi onu ve heyecanla bir avuç dolusu saçı kavradı, başını arkaya çekti onu öpmek için eğildi, öylesine uzun ve kendini bırakmış bir öpüştü ki bu varlık ateşiyle yanan, Hans onun en az Marcella kadar iyi olduğunu düşündü, Prenses'inin, bedeni Hans'ın bedeninde eriyen, bacakları onu kemer gibi saran, avuçlarındaki kalçaları ateş gibi yanan Krystelle'ının. Birkaç saatliğine onun Krystelle'ının, şarkı anlamlı gelmeye başladı birkaç saatlerine birbirlerinindiler ve başka zaman bu şarkıyı duyduğu her saniye zihninde yine öyle olacaklardı.

    Kalabalık halen durmuş bakarken ve müzik son notalarına yaklaşırken Hans, Krystelle'ı tuttuğundan emin olup cisimlenerek gösteriyi diğerleri için olası en iyi sonla tamamladı. Müziğin bitişiyle bir tamamen kaybolan çift. Hans'ın cisimlenmeden önce planladığı gibi merdivenlerin girişinde belirdiler ve Krystelle hala kucağındaydı. Her ikisi de bir an birbirlerine baktılar ardından Hans gülümseyerek pistin ortasında halkalanmış tüm o kalabalığı işaret etti. Bir anda etraf alabildiğine sessizleşmişti ve herkes ufak bir an tüm büyülü güçlerini unutmuşcasına duraksamıştı sanki. Ardından herkes ıslık çalıp alkışlayarak bağırmaya başladı. Hans ve Krystelle'ın kahkahaları birbirine karışırken kız estetik bir şekilde tekrar yere indi ancak halen elleri birbirlerine kenetliydi. Gecenin başından beri Gordon'ı canlı gördüğü andaki mutluluğunu saymazsak ilk kez gerçekten mutlu hissediyordu. Saf mutluluk. Öyle ki geride kalan çoğu şey anlamını yitiriyordu. İlk kez açıkça görür gibiydi; Phoenix'e duyduğu aşk değildi yalnızca karakterine beslediği hayranlıktı; onun yanında hızlanan nabzı yalnızca bir yanılsamaydı çünkü şüphesiz söyleyebilirdi ki onun yanında asla demin hissetiği gibi hissetmemişti.* Tüm o etaplar bile yalnızca bu anları yaşamak için yaşanmaya değer gibi geliyordu. Kıza dönüp "Sen mükemmelsin." dedi ve kızın su yeşili gözlerinin parıldayışını izledikten sonra devam etti "Seninle birlikte olmak tüm o etapları unutturuyor, sanki hiç yaşanmamış gibi; yalnızca buraya seninle buluşmaya gelmişim gibi." Gülümsedi. Ufak bir gülücüktü bu, aynı ardından kızın dudağına kondurduğu ufak buse gibi.

    Kızın ne düşündüğünü merak etti: etaplarda yaşadıklarını, mağaradaki korkusunu, aynadaki dileğini. Onu bir daha asla görmeyecek olsa bile ona yaşadıklarını bir daha asla hatırlayamayacağı şekilde unutturmak istedi. Acaba ağaçlar ona karşı da o kadar acımasız mıydı? Peki ya alevler, onu da içine çekmekte ısrarcı mıydı? "Sona koydukları ayna oldukça düşünceliydi," deyiverdi Krystelle "salona gelmeden önce kendine şekil düzen verebilmen için." küçük bir hahlamadan sonra devam etti "Yine de salona savaştan çıkmış halde girenleri gördüm, ne kadar saçma!" Kız ona yakışan o gülümsemesiyle beraberdi ancak şaka yapıyormuş gibi görünmüyordu -Ki bugün bir nisan da değildi!- Hans ifadeden arınmış bir suratla sessizce ona baktı, kızın oluşan tedirginliğini sezebiliyordu. "Sen ciddisin." diye mırıldandı kız anlamış görünmüyordu, "Aynada yalnızca kendi aksini mi gördün?" Onu anlamamış bir suratla tabi diyerek onayladı Krystelle ve Hans tüm taşları yerine oturtarak gülümsedi "O Kelid'di. Gerçek bir ayna değil." Diğer insanlara göz attı bir an "Burada kimsenin o aynada kendisini gördüğünü zannetmiyorum... Sen. Sen dünyadaki en mutlu insansın, Prenses." Gülümsemesi tüm yüzüne yayılmıştı ve mavi gözleri ışıldıyordu, Krystelle'ın suratında ilk rahatlamayı, sonra mutluluğu ardından da şaşkınlığı gözlemledi "Senle tanışana kadar, evet." dedi genç kız omuz silkerek numaradan dudaklarını büktü ve en sonunda yukarı yönelip Hans'ı elinden çekerek gülümsedi, "Ama birazdan tekrar, en mutlu insan olacağım." dedi.

    Hans kızın kastettiği şeyi anlayınca manalı gülümsemesini tutamadı, kesinlikle kızı mutlu edecekti.
*:


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Krystelle Bartoloměj
Slytherin VI. Sınıf Öğrencisi
Slytherin VI. Sınıf Öğrencisi
Krystelle Bartoloměj


Lakap : Krys, Stelle, Xtelle.
Rp Sevgilisi : Tamam yalana gerek yok, Hansey.
Mesaj Sayısı : 529
Kayıt tarihi : 19/08/10

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue99/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (99/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeSalı Nis. 02, 2013 4:22 am

*:

    Genç kız tüm vücudunda alevi hissedebiliyordu merdivenlerin tepesine cisimlendiklerinde. Bacakları sarılıydı genç adama, tıpkı ellerinin de hala boynunda olduğu gibi. Sıkıca kavramıştı saçlarını, bırakmak istemiyordu sanki hiç. Alkışları duyabiliyordu, gülümsedi. Tüm bu kıyamet onlar içindi. İnsanlar gülüyor, kahkahalar atıyor, alkışlıyordu. Sadece onlar için. Gözlerini yumdu Krystelle. Bilseydim daha önce yapardım, diyordu iç sesi. Bunu daha önce nasıl denememişti ki? Gülümseyerek gözlerini açtı. Hans'ın gözlerine odakladı kendi su yeşili gözlerini asil bir şekilde. Ayaklarını yavaşça yeniden yere bastı, narin bir hareketle adamın kucağından indiğinde. Gözleri yalnızca birbirlerine kenetlenmişti. Elini adamın yanağından aşağı kaydırdı genç kız bakışmalarını ufak bir süre dahi olsun bozmadan. Gözlerindeki parıltıları seçebiliyordu adamın. Zihnine kazımak istiyordu adeta onun gülümsemesini, bakışlarını, biçimli dudaklarını. Eliyle dudaklarına dokunduğunda adam onun elini tutarak kendisine çekti biraz daha genç kızı. "Sen mükemmelsin," dedi ve adeta genzinden çıkan boğuk bir sesle devam etti. "Seninle birlikte olmak tüm o etapları unutturuyor, sanki hiç yaşanmamış gibi; yalnızca buraya seninle buluşmaya gelmişim gibi." Kalbinin bu kadar atması iyi bir şey değildi; lanet olası şey duramaz mıydı? Nefes alışının hızlandığını hissedebiliyordu. Dudakları dudaklarına küçük bir dokunuşla değdiğinde bunun doğru olduğunu düşündü Krystelle. Kuşkusuz ki o duvarları atlatması aylarını alacaktı. Asla unutamayacaktı gördüklerini. Tıpkı bu anı da asla unutmayacağı gibi. O an ölümsüzdüler. O an sonsuzluktaydılar. O an, yalnızca Hans ve Krystelle'dılar. Bir başkası olmadan. Kimlikleri umursamadan. Engelsiz, saf... İçten. Ne diyebileceğini bilmiyordu genç kız. Adama onun harika olduğunu söylemek istedi. İç sesi bunun için yalvardı... Oysa kızın biçimli dudaklarından dökülenler, düşündükleriyle uzaktan yakından ilişkisizdi. "Sona koydukları ayna oldukça düşünceliydi, salona gelmeden önce kendine şekil düzen verebilmen için." Ne saçmalıyordu? Cidden? İç sesi ona küfürler savururken, sanki otomatik pilota sarılmış gibiydi. Bunu neden yaptığını bilmiyordu; ancak konuyu dağıtmak, bu hissi yaşamak istemiyordu. Yoksa ona aklından geçen her şeyi söyleyecekti. Bunu yapmamalıydı. "Yine de salona savaştan çıkmış halde girenleri gördüm, ne kadar saçma!" Yine Krystelle'lık yapıyorsun, dedi içindeki geveze. Evet, merhaba, ben Krystelle, başka neylik yapabilirim diye cevap verdi içten içe kendisine. Ve içindeki tartışmayı sonlandırdı. Genç adam kendisine öyle bakıyordu ki, onun şaşkın suratı üzerine istemsizce tek kaşını kaldırdı.

    "Sen ciddisin," dedi genç adam. Oysa Krystelle kaşlarını çattı. Elbette ki ciddiydi! Sorunun aslını anlamaya çalışırcasına gözlerini kıstı ki, adam devam etti. "Aynada yalnızca kendi aksini mi gördün?" Hayır, arkamdaki noel babayı. O bir aynaydı. Kendisini görecekti elbette. Hans'ın kendisiyle kafa bulup bulmadığını anlamaya çalışıyordu. Çok mu içmişti acaba? Sarhoş biri için oldukça iyi öpüşüyordu. Tanrım, adam sarhoş filan değildi ki! "O Kelid'di. Gerçek bir ayna değil. Burada kimsenin o aynada kendisini gördüğünü zannetmiyorum... Sen. Sen dünyadaki en mutlu insansın, Prenses." Afalladı Krystelle. Kelid. Elbette ki Kelid! İçi ürperen genç kız anlıyorum anlamında kafasını salladı. Krystof ile bunu tartıştıkları gün geldi aklına. İddiaya girmişlerdi, Kelid'e bakarsalar neyi göreceklerine dair. Krystof, Krystelle'ın erkeklerden oluşan bir Cennet göreceğini iddia etmişti. Hahladı kız. Bunu o zamanlar mantıklı bulmuştu; oysa şimdi anlıyordu. O hayatında her şeye sahipti. Mükemmel bir aile, mükemmel arkadaşlar, mükemmel aşıklar. Olmamış, yapamamışlar beni diye düşündü ki bu düşünceden sıyrılması da uzun sürmedi. Çünkü düşüncelerini bölen şey, tam olarak kendisine bakıyordu. Tüm o büyülü çatının altında, büyülü bakışlarıyla. Krystelle neyi istediğini biliyordu artık. Hayatında sahip olmadığı şeyin ne olduğunu biliyordu. Bu Hans'tı. Krystelle, Hans'a sahip değildi. Henüz. "Senle tanışana kadar, evet." Bunun doğru olduğunu gerginleşen vücudunda hissediyordu ki adamı elinden çekerek merdivenden bir basamak daha yukarı çıktı. "Ama birazdan tekrar, en mutlu insan olacağım." Sinsi bir gülümseme fırlattı adama; Hans'a yalnızca derin bir nefes aldırtan. Bunu yaptığı için kendisinden nefret edebilirdi Krystelle daha sonra. Aldatmak değildi derdi, pek çok kez yapmıştı. Oysa Julius'u Hans'la aldatmak... Evet, bu problemdi. Umursamadı. Hızlanarak koridorda yürümeye başladı. Kapısı açık olan bir oda gördüğünde gözüne kestirdi. Adamın elini iyice sıkarak içeriye daldı.

    Kalbinin atışları göğsünü delip geçiyor gibiydi genç kızın. Parmak uçları uyuşmuş, dudakları şehvetle dolgunlaşmıştı. Adamın yırtık gömleğinin yakasını kavradı, kapıyı ayağıyla sertçe kapatırken. Vücudunu ona yasladığında genç adamı sertçe duvara yapıştırdı. Darbeyi beklemeyen genç adam buna hazırlıksız yakalansa da, küçük bir inleme eşliğinde kızın kalçalarını kavradı. İrkilen genç kız dudaklarını dudaklarına yapıştırdı adamın. Diliyle onun dudaklarının üzerinden geçerken gömleği onun bedenindeki birinden beklenmeyecek bir kuvvetle iki yana çekti. Düğmeler havaya uçarken Hans gömleği yere fırlattı ve ileri doğru bir adım atarak kızın sırtını duvara dayayacak şekilde döndü. Kontrolü eline almış olmanın verdiği keyifle kızın boynuna eğildi. Dudakları onun tuzlu cildinin tadına bakarken genç kız parmaklarını onun vücudunda kaydırdı. Dövmelerin üzerinden yakıcı parmakları ile geçiyordu sanki adamı ateşiyle parçalamak istercesine. Sertleştiğini hisseden genç adam bir elini kızın sırtına attı diğeriyle onu yeniden havaya kaldırırken. Kız yeniden ayaklarıyla onun belini kelepçelediğinde Hans'ın elini kavrayıp, delikanlının iki saattir aradığı fermuarına götürdü. Kızın üzerindeki tek parça tavşan kız kostümünün fermuarını hızla açtı genç adam. Elbisenin göğüs kısmı düştüğünde kızın süt beyazı göğüsleri açığa çıktı. Bir saniye için yalnızca onlara baktı adam. Ardından kızı doğruca yatağa taşıdı. Onu sertçe yatağa fırlatsa da Krystelle bundan memnundu. Saçları yatağa dağılırken yatağın üzerinde geriledi ve adama yer açtı. Onun üzerine kapanan Hans kızla birlikte ilerlediğinde kızın göğüslerine gömdü başını. "Mükemmelsin," dedi yeniden ve göğüslerinden birini kavradı kızın. Zevkle inleyen Krystelle onun pantolonun düğmesini en sonunda açtığında aşağı doğru çekmeye çalıştı. Bacaklarıyla pantolonun çıkmasına yardım ederken, genç adamın dilini göğüslerinde hissedebiliyordu. Gülerek tırnaklarını istemsizce onun sırtına geçirdiğinde Hans inledi. Kendisini kızın üst tarafından ayırarak dudaklarıyla göbeğine kadar indi. Ne kadar düz ve yumuşaktı diye düşünüyordu ki, kızın hala kalçalarını örtmekte olan son parça kostümü bacaklarından yavaşça çıkarttı. Tüm çıplaklığı ile gözleri önünde uzanan kıza baktığında yeniden onun kalçalarını kavramıştı ki, birdenbire dengesini kaybetti. Krystelle'dı bunu ona yapan.

    Genç kız ustaca bir şekilde adamın altından sıyrıldığında onu sertçe göğsünden ittirerek üzerine çıktı. Dudaklarına tutkulu bir öpücük verdikten sonra tek kelime etmeden adamın pantolunundan ve aynı anda boxerından kurtuldu. Adamın oldukça sertleşmiş ve hazır olduğunu gördüğünde sırıtıyordu ki, kahkaha patlattı. "Tahmin edilmesi kolay ve kusursuz birisin," dedi adamın erkekliğini kavrarken. Gözü ise yalnızca dövmedeydi. Tam da ona yakışır bir şeydi, sırıttı. Hans gülümsemeyle karışık bir ses çıkardığında genç kız bacaklarını adamın iki yanına açarak onu bacaklarının arasına hapsetti. Tam olarak kasıklarına yakın olan yarasanın üzerine oturuyordu vücudunu gererek dudaklarına uzandığında. Dişleriyle dudaklarını kavradı adamın. İçerisinde bir şeylerin hareketlendiğini hissediyordu Krystelle. Yanıyor gibiydi, yanmak istiyordu. Adamla birlikte olmak, onu içinde hissetmek, onunla sonsuzluğa erişmek. Saçlarını kavradığında bu sefer Hans onu belinden tutarak çevirdi. Yeniden altta kalan Krystelle adamın bu hareketi karşısında memnuniyetle gülümsedi. İçinde dışarıya çıkmaya çabalayan bir yırtıcı hayvan varmış gibi hissediyordu. Krystelle'ın eli boynunda gezinirken Hans dayanamayıp eğildi ve onu yeniden öptü. Kızın alt dudağı dişlerinin arasındayken onu daha da sıkı sardı. Krystelle keyifle güldü, Hans ise eziyet çekercesine inledi. Genç kız gerileyerek yatağın baş kısmına doğru ilerledi. Adam ellerini onun beline sardı. "Aklımı başımdan alıyorsun.." Adamın sesi üzerine vücudu yay gibi gerildi genç kızın. Göğüsleri göğüslerine değiyordu ve ikisi yalnızca bakışıyorlardı. Alnı alnına dayalıydı. "Seni istiyorum.. Seni deli gibi istiyorum," dedi boğulurmuşçasına. Adam onu öyle bir öptü ki genç kız hayatında böyle öpüldüğünden şüpheliydi. Eliyle adamın bir elini kavradı parmaklarını parmaklarının arasına geçirerek. Kızın diğer eli adamın omzundayken, Hans'ın diğer eli ise Krystelle'ın kalçalarına kadar ilerledi. Kızın özel bölgesine ulaştığında parmaklarını kızın ılıklığına kaydırdı. Kendisini kaybetmek üzereydi adam; oysa kızın hazır olması için beklemeliydi. Krystelle ise o kadar hazır gözüküyordu ki, küçük okşayışlarına daha fazla devam edemedi Hans. Kızın bacaklarını araladı sertçe. Kendisini onun içine doğru dayadığında Krystelle bacaklarıyla adamın belini sardı. Birkaç yavaş hareketin ardından adam temposuna eriştiğinde, birkaç saniye sonra tamamen içerisindeydi kızın. Krystelle artık onunla birlikte hareket ediyor, adamı iyice içine çekiyordu. Sonra Hans'taki değişikliği fark etti... Onun gücünü içinde hissediyor, sürüklendiği duygularla adeta kendinden geçiyordu. Şimdi bir bütün olmuş gibiydiler... Beden, zihin ve ruh olarak birbirlerine aittiler.

    Krystelle çok geçmeden kontrolünü kaybetti. Vahşi bir dişi kaplan gibi gürdü, nefesini tutmuş tatmin olmanın gizemini Hans'la beraber yaşamak için çırpınıyordu. Kendini duyguların gücüne kapılarak Hans'a teslim etmişti, tıpkı kendisine teslim olan Hans gibi. Genç adam kulağına cesurca sözler fısıldasa da Krystelle artık bu sözleri idrak edecek durumda değildi. Düşünemiyordu, sadece onu sarıp okşayan gücün farkındaydı. Doyum anı baş döndürücüydü. Krystelle genç adamın adını haykırırken dehşete kapıldı. Hans inleyerek zirveye çıkarken kızın adını yüksek sesle söyledi ve ona sıkıca sarıldı, ardından kusursuz bir tatminle onun üzerine yığılıp kaldı. Vücutları terden sırılsıklamdı. Hans'ın kızın üzerinden kalkacak gücü kalmamıştı, orada sonsuza dek kalabilirdi. Daha önce böyle bir tatmin yaşamamıştı adam. Tıpkı Krystelle gibi. Genç kız ilk kez sessizliğe gömülmüş, yalnızca nefeslerini düzenlemeye çalışıyordu. Vücudu hala daha fazlasını isteyebiliyordu. Bu en güzel şeyden bile daha güzeldi. Bu bedenlerin aşkıydı. Kendini toparlayan genç adam dirseklerinden destek alarak doğruldu ve kıza baktı. Kızın gözleri kapalı, yanakları pembeydi. Gülümsedi. Kelimelerle ifade edilecek şeylerden daha fazlasını yaşıyorlardı o an. İkisi de konuşmadı dudakları birbirlerine değerken. Sarıldılar birbirlerine. Krystelle Hans'ın kendisini saran kolunu belinde hissederken ona doğru döndü. Alınları alınlarına dayalıydı yine. Kolları birbirlerine dolanmıştı ve ikisi de hala nefes nefeseydiler. Krystelle o pozisyonda ölebileceğini düşündü ve gülümsedi. Sanki tüm o şehvetleri şeyleri yapan o değilmiş gibi... masumca. Ve gözlerini eline kaydırdı. Tüm sevişme boyunca el ele kalmışlardı. Öyle sıkıca tutuyorlardı ki, içini çekti genç kız. Başına ilk kez geliyordu bu. İlk kez birinin elini tutmuştu sevişirken, ilk kez ruhunu paylaşmıştı biriyle. Elini çekmedi. Yalnızca eğilerek öpücük kondurdu ve gözlerini yumdu. Bunun için o duvarları milyonlarca kez aşabilirdi, hiç bıkmaksızın. Acaba Kelid'de kendini sevişirken görmek mümkün müydü? Bundan emin olmasa da genç kız, bir daha aynaya baktığında bu ana döneceğinden adı gibi emindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue97/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (97/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimeÇarş. Nis. 10, 2013 5:23 pm

HI GUYS:

    Elleri aynı göğsündeki dövmede olduğu gibi birbirine kenetliydi. Halen. Tüm sevişme boyunca her ikisi de bırakmamıştı: Krystelle, Hans’ı içinde hissederken veya zevkle inlerken onun elini daha da sıkmış ve Hans da kızın elini asla bırakmayacak gibi kavramıştı ve şuan her ikisi de nefes nefese yan yana uzanırken Krystelle eline bakıp bir öpücük kondurdu. Belli ki böyle bir şeyi ilk kez yaşıyordu, aynı Hans gibi.

    Üzerinde anahtar dövmesi olan öbür elini kızın vücudu üzerinde gezdirmeye koyuldu. Vücut ısıları arasındaki fark yerle bir olmuştu, dokunduğu her yerde kendi sıcaklığını hissedebiliyordu. Kızın kan akışını duyumsayacakmış gibi sessizce devam etti. Önce kalçaları, sonra beli, göğüsleri ve en sonunda yanağına kadar… Odanın duvarlarına yer yer asılmış meşalelerden süzülen sarı ışık her ikisinin de çıplak vücudunda dans ediyordu. Bir yerlerden, bu hiç beklenmeyen anda, saatin on bir buçuk olduğuna dair gonk seslerini duydular. Hans elini kızın kulağına kaydırıp sesin devamını duymasını engelledi ve bir kez daha öptü onu. Bu kesinlikle bir veda öpücüğü değildi ve Krystelle’ın eli tekrar Hans’ın erkekliğini bulduğuna göre kız da aynı fikirdeydi.

    Zaman her zamankinden hızlı ve acımasızdı. Ancak bir o kadar da değerliydi. Henüz saat duyulmadan önce Hans “Gitme.” diye mırıldandı kızın kulağına. Partiden ayrılmak için belirlenmiş bir saat yoktu; sabaha kadar devam edebilirdi, on iki yalnızca Cinderella adındaki eski bir masalın uğursuz rakamıydı. Onlarınkinin değil. Hem emindi ki eğer Prens, Cinderella’nın saat on iki de gideceğini bilseydi, asla izin vermezdi. Krystelle konuşurken başını Hans’ın göğsüne yaslamıştı, “Bu bizim masalımız,” diye mırıldandı, adamın aklından geçenleri okumuş gibi, ki okumamıştı okusaydı Hans hissederdi! “neden başkasının sonunu yaşayalım ki?” Hans, Krystelle’ı önüne alacak şekilde sağa dönüp kıza sarıldı. Gözlerini kapatmadan önce kısık sesle “Seni seviyorum, Krystelle.” dedi, cümlesinden sonra oluşan koca sessizliğin içinde kızın, kendi yüzünün önünde duran sarı saçlarını kokladı ve çok geçmeden her ikisi de uyuyakaldı.

    *

    Her gün saati sabah altıya kurup uyanmaktan olmalı, bu sabah yedi buçukta uyandığında Hans geç kalmış gibi hissediyordu oysa bu güzel cumartesi günü için planladığı hiçbir şey yoktu. Aralık pencereden sızan hafif rüzgar çıplak beline vururken yeni günün ışınları gözlerini yakıyordu oysa en göz alıcı ışığın yanında olduğunun farkındaydı. Emin olmasına rağmen rüya değildi diye düşündü. Kesinlikle değildi. Hans yüzükoyundu: bir bacağı Krystelle’ın üstündeyken bir bacağı altındaydı, kızı rahatsız etmemek için her ikisini de oynatmadı ancak nasıl bu konuma gelebildiklerini düşünüp gülümsedi. Kızın tek kolu kendisine sarılmışken yüzü saçlarıyla örtülmüştü. Hans eliyle nazikçe saçları geriye itti ve onun uyuyan tatlı suratına baktı. O kadar güzeldi ki! Yüzünde ancak bebeklerde uyurken görebileceğiniz mutlu bir ifade vardı, sonuç olarak o dünyanın en mutlu insanıydı değil mi? İster inanın ister inanmayın onun yanındayken Hans da öyle hissediyordu. Mutlu. Sadece mutlu. Kız mırıldanarak Hans’a daha da sarıldı uykusunda, ısınmak istiyormuş gibiydi. Hans Krystelle’ın alnına küçük bir öpücük kondurdu ve adı mırıldandı yavaşça. Bu sahneyi Marcella ile yaşamayı yüzlerce kez hayal etmişti ancak asla onunla uyanmamıştı ve ne olursa olsun şuan yaşadığı an, düşündüklerinin hepsinden daha güzeldi. Krystelle yeşil gözlerini araladı ve ufak bir saniyeden sonra geri kapadı, ardından tekrar açtığında uyanmış gibi görünüyordu, Hans gülümseyerek onun gözlerine baktı ve “Günaydın, Prenses.” dedi ve Krystelle da ona gülümsedi.

    Yeni günün ışıklarının aydınlattığı tek şey güzel şeyler değildi. Üzerinde yattıkları yatağın son hali hiçbir şekilde önünde iyi bir sıfatla açıklanamazdı ki bu aslında, her ikisinin de umurunda değildi. Bir kahkaha çıktı Krystelle’ın dudaklarından ve Hans ona eşlik ederken kızı kucaklayıp ayağa kalktı. Kızı taşımak bir kuş tüyü yastığı taşımak kadar kolaydı Hans için, nereye gittiklerini ise tahmin etmekse Krystelle için o derece kolaydı. Odadan açılan ufak bir kapıyla kendilerini umdukları gibi bir banyoda buldular. Gotik işlemeleri ve sarı ağırlıklı renkleriyle büyüleci bir banyoydu bu ve tam ortasında aynı Sınıf Başkanları Banyosundakine benzeyen havuzumsu bir küvet vardı. Küvete yaklaştıkça içi su ile dolmaya başladı ve son adımında sonuna kadar dolmuştu. Adımlarını yavaş yavaş ufak basamaklardan indirdi ve en sonunda Krystelle ile tamamen suyun içindeydiler. Hans kızın tamamen uyandığını görebiliyordu aynı süt beyazı göğüslerindeki ufak kızarıkları gördüğü gibi. Beraber yıkanmadan önce seviştiler. Belki bunun son olduğunu bildiklerinden unutulmaz kılmaktı çabaları ve eğer öyleyse bu duvarlar bile daha iyisini görmediklerini bağıracaktı. Su daima yenileniyor ve çeşmeler istenilen her türlü şampuanı akıtıyordu. Her ikisi de etaplarda ölüp cennette olmadıklarını merak edene kadar bu devam etti.

    Yatağın önüne atılmış pantolonu çamaşırını geçirdi hızla Hans. Ve bir köşede bulduğu tavşan kulaklarını fermuarını kapatmaya çalışan Krystelle’a götürdü. Kızın hemen arkasında durup gülümseyerek fermuarı kapatmasını sağladı başını kaldırdığında Krystelle’ın omzunun arkasından yansımalarını gördü, saçları ıslak ve dağınıktı ancak bir zombi için fena durmuyordu. Vücudunda yer yer belirmiş ufak tefek morlukları fark etti, sırtını göremiyor olsa bile çiziklerle dolu olduğunu tahmin ediyordu. Kızın da kendisini izlemekte olduğunu görünce aynadan bakıştılar ardından Krystelle dönüp genç adamın dudaklarına bir öpücük bıraktı. Hans’sa Krystelle’ın elindeki gotik işlemeli tarağı alıp kızın kurutulmuş saçlarını taramaya koyuldu. Bunu neden yaptığını bilmiyordu ama tarak kızın güzel saçlarında suda akarmış gibi akana kadar buna devam etti ki bu pek de vaktini almamıştı. Ardından getirdiği tavşan kulaklarını yerleştirdi becerikli bir şekilde. Kız ilk tanıştıkları haline geri döndükçe kendisinden uzaklaşıyormuş gibi hissediyordu, ancak bu hissi sorunsuz bir şekilde def etti. Kendi gömleği ölmüştü. Ciddi anlamda. Bir gömleğin yaşayabileceği ne kadar acı varsa yaşamış gibi duruyordu ki bir zombi için ideal. Hal-le-lu-jah. Ufak bir reducto ile gömleği tekrar dikebileceğine rağmen bir çöple uğraşmak istemiyordu. Giymekle giymemek arasında kararsız kaldı. Belki de izleri kapatmak için giymeliydi? Köşkten çıktıklarında tam olarak nerede olacaklarına emin değildi. Cadılar Bayramı son birkaç yıldır farklı farklı kapılara açılmıştı yani, Muggle’ların arasına çıkılacaksa giymesi daha- “Giyme.” diye seslendiğini duydu Krystelle’ın, kıza dönüp baktığında onun alıcı şekilde kendisini kestiğini fark etti “Böyle oldukça iyi ve bu konuda benim kararıma kesinlikle güvenebilirsin!”

    Hans gömleği bir an daha düşünmeden yatağın üstüne fırlattı ardından odayı terk ettiler. Köşkte daimi bir sessizlik vardı. Her yer buz gibi temiz ve hiçbir şey yaşanmamış gibi ıssızdı. Yalnızca en sona geldiklerinde yaşlı adamın söylediği gibi fotoğraflarla karşılaştılar. Koridor boyunca yüzlerce fotoğraf vardı ve neye göre asıldıklarını pek belli değildi. Shane’i iki dansçı kızla beraber poz verirken gördü Hans, gülümsemesini engellemedi. Alyssha Malfoy’u gülerken görünce şaşırdığını hissetti ancak tepki vermeden devam etti, kurtadamlar baya eğlenmişe benziyordu ve Krystof ile Marcella’nın samimi pozları duvarın başka bir kısmını süslüyordu ardından konfetiler eşliğinde birbirlerini gördüler, dans ederken. Öpüşürken. Tekrar. Tekrar. Sanki beş altı fotoğrafçı aynı anda çekmiş gibi aynı sahnelerin farklı yönlerden görüntüleri vardı ve alkışlayan kalabalığın şaşkın suratları bile saniye saniye karelerdeydi. Hans gözünü fotoğraflardan ayırıp Krystelle'ın ışıldayan yüzüne baktı. Yanında canlısı varken, zaten satın almayacağı tüm o fotoğraflarla ilgilenmek sadece zaman kaybıydı. Yalnızca birkaç dakika içinde kapıdan çıkacaklar ve bir daha buluşmamak için ayrılacaklardı. Bunu daha tanışırken biliyordu her ikisi de ve şimdi beklenen ayrılığa birkaç adım kadar yakındılar. Yine de belki bir gün bir daha buluşurlardı veya her hangi bir anda karşına çıkardı. Ne olursa olsun şuan Hans ona son bir kez daha bakmayı hakkediyordu, artık elleri birleşik olmasa bile.

    Yürüyerek kapının önüne geldiklerinde Hans dün gecenin başında Roxana ile Gordon'a köşke giriş kapısını açtığı gibi, Krystelle'a kapıyı açtı ve küçük bir referansla eğilip "Bayanlar önden." dedi ve Krystelle korkak adımlarla dışarı çıktı ve Hans da onu takip etti. Daha önce gördüğü bir yerde değildiler. Sarı çiçeklerle dolu boylu boyunca uzanan bir tarlaydı. Denizin sesi sanki çok yakınmış gibi kulaklarına çarpıyordu ve hafif bir rüzgar çiçekleri harmonik bir şekilde dalgalandırıyordu. Tanıdık hiç kimse yoktu, hatta uzakta zorlukla seçilen evleri saymazsak kimse yoktu. Köşk her zamankinden farklı olarak herkesi farklı yere bırakıyor olmalıydı. Aslına bakarsanız bir sokağın ortasına düşmediği için mutluydu. İtiraf etmek gerekirse burası olunabilinecek en harika yerlerdendi. Yalnızca bir saniye sonra arkasını döndüğünde köşkün gözden kaybolduğunu gördü Hans. Şaşırtıcı değildi. Büyülü bir dünyada yaşamak bazı durumları oldukça olağan kılıyordu. Çiçeklerin arasındaki açıklıktan yanyana bir süre yürüdüler, ve yolu yarıladıklarında Hans kinayeyle "Yolun sonuna geliyoruz, ha?" diye mırıldandı.

    "Ben olsam öyle demezdim." dedi Krystelle.

    "O zaman senin söylemeni beklemeliydim." dedi Hans Krystelle'a dönerek. Durdular. Hans Krystelle'ın her iki elini de avcunun içine aldı ve kızın gözlerinin içine baktı, "Seni asla unutmayacağım," dedi "söz veriyorum." Dalgaların kayalara vuruşu kulaklarında yankılanıyordu ve kızın atan kalbini son kez daha işitiyordu. "Bir daha karşılaşacağız." dedi Krystelle. "Adımın Krystelle olduğuna emin olduğum kadar eminim bundan." Hans gülümsedi ve kızın ellerini bıraktı. Dudaklarına kondurulan son bir öpücükten sonra kız tamamen kayboldu. Rüzgarların arasında bu sarı tarlada dalga sesleri ve deniz kokusuyla tek başınaydı ancak bir an başka bir şey daha peyda oldu. Bir anda aklına gelen eski bir anı ancak sözler çok tanıdıktı. Bir daha karşılaşacağız. Adımın Krystelle olduğuna emin olduğum kadar eminim bundan. Küçük bir kızın ağzından dökülüyordu bunlar. Hayatında gördüğü en güzel evlerden birinin bahçesindeydiler ve Hans bir daha oraya geleceğini hiç zannetmiyordu. Ancak küçük kız bir şey biliyormuş gibi bunları söylemişti ardından onu dudaklarından öpmüştü. Öpmekten çok dudaklarını birbirine değdirmekti yaptığı ancak Hans bu şekilde ilk kez öpülmüştü ve kızın pembe bir gül gibi kızaran suratına bakılacak olursa onun için de ilkti ve ne yaptığının farkındaydı. Çok küçüktüler. Hatta fazlasıyla. Hans o an neler hissettiğini şuan dahi hatırlıyordu, durakalmıştı ancak kalbi yerinden çıkacak gibiydi. Rüzgara rağmen terlediğini hissetti. Kızın koşarak eve dönüşünü ve kendisinin çağırıldığını anımsadı ve anı bir bulut gibi yavaşça dağılıp yerini şuana bıraktı. Küçük kız haklıydı, bir daha karşılaşmışlardı.

    İçini öyle bir his kapladı ki mutluluktan bağırmak istiyordu ve boş bir tarlanın içinde bunu yapmak hiç de tuhaf değildi. Ortak salona varır varmaz Gordon'a bunu anlatacaktı ve ardından Heather'a! Bunu ilk ağızdan duymazsa çıldıracağını biliyordu çünkü genç kızın ve ayrıca böyle bir konuda sevincini paylaşabileceği en iyi kişilerden biriydi. İlk öpüştüğü kızla sevişmişti! Hem de hiç bilmeden! Krystelle'ı bulacaktı. O an kadar vermiş olsa da bundan emindi. Eliyle saçını arkaya atıp olduğu yerde gökyüzüne baktı ve gözleri güneşe odaklanmışken bir elini asasına götürüp cisimlendi.

    Haftasonu olduğu için çoğu öğrenci evlerine gidiyordu ancak Hans onlardan biri değildi. Hogwarts'da cisimlenmek yasak olduğu için gözünü açtığında planladığı gibi Yasak Ormandaydı. Heyecanla koşmaya başladı. Ortak Salona! Öyle ki yanından geçtiği tabloların kendisine bağırdığı duyabiliyordu sanki umurundaymış gibi. Yalnızca iki üç dakika sonra nefes nefese şişman kadının yanına vardığında soruyu beklemeden "ELMA KAFALI!" diye bağırdı, ses tonu heyecanı tam anlamıyla yansıtıyordu. Bayan yüzyılların verdiği deneyimle Hans'ı hoş görüp güldü ve kendisini öne savurdu ve böylece ortak salonun kapısı ardına dek açıldı. İçeride umduğundan çok insan vardı ancak küçük sınıflardan kimseyi göremiyordu, belki de uyuyorlardı belki de kahvaltıdalardı, kimin umurundaydı ki? Shane ortada ayakta durmuş konuşurken Hans'ı görünce bir anda bağırdı. "VE SONUNDA OĞLUMUZ BEKARETİNİ BOZDU!" Hans soluklanırken evet milyonuncu kez diye geçirdi içinden ancak gülerek Shane'e dönüp "Ne saçmalıyorsun yine?" dedi. Shane yüzünde bir haltlar karıştırdığında oluşan ifadesiyle Hans'ın yanına geldi ve kolunu genç adamın omzuna attı. Bir konuşmacı misali kalabalığa dönerek yüksek sesle "Evet millet, Hans Landers ilk kez bir Slytherin'i yatağa attı!" Hans gülümsemesinin solduğunu hissetti. Shane'in gülümsemesi şaka yapıyormuş gibi değildi ve oluşan uğultudan çıkardığı kelimelerde aksini iddaa etmiyordu. Hiçbirine odaklanamadı, Freja'nın bir de bana kızıyordun diyen bakışları kaldırmak istediği türden değildi. Shane'nin sesini işitebiliyordu "Krystelle Bartolomej, Krystof'un Beauxbatons'dan gelen ikizi, iyi seçim kardeşim." Hans tüm o curcunanın içinde ne yapacağını bilmezsizin kendini Shane'nin kolundan kurtardı ve koşarak erkekler yatakhanesine çıktı. Her şey bulanıklaşmış bir anda var olan tüm anlamını yerle bir etmişti. Berbat hissediyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu bir anda tüm sözcükler anlamını yitirmiş gibiydi. O an Hans Landers için masal tamamıyla sona ermişti.

    Yatağın yanında yere oturup kafasını karyoloya dayadı. Tüm her şey bir bir zihninden geçiyordu. Krystof'la olan benzerliği. Kızın soyadını asla söylemeyişi. Güzel yüzü. Küçüklüğü. Malikaneleri. Babası hatta annesi. Aptal gibi hissediyordu ve kulağa tuhaf gelse de kirlenmiş gibi. Bir Slytherin'le yatmıştı. Slytherin. "Bilmiyordun, değil mi?" Gordon'ın sesiydi. Oraya ne zaman geldiğini, ne zamandan beri yanında olduğunu bilmiyordu. Sessizce kafasını iki yana salladı, ardından Gordon'la göz göze geldi. "Peki iyi miydi?" diye sordu Gordon, Hans'ın kendisini ne olursa olsun cevaplayacağını biliyordu. İyiydi. Olması gerekenden fazla iyiydi ancak Hans bunun yerine "Dün gece ilk değildi." dedi. Gordon yanına otururken başından beri anlatmak için can attığı durumu sessizce anlatmaya başladı. En başından.


E K L E R:

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
Cadılar Bayramı | Parti Salonu Left_bar_bleue97/100Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty_bar_bleue  (97/100)

Cadılar Bayramı | Parti Salonu Empty
MesajKonu: Geri: Cadılar Bayramı | Parti Salonu   Cadılar Bayramı | Parti Salonu Icon_minitimePerş. Nis. 18, 2013 8:51 am

¨son¨

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Cadılar Bayramı | Parti Salonu
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Cadılar Bayramı | Etap IV.
» Cadılar Bayramı | Etap V.
» Cadılar Bayramı | Etap I
» Cadılar Bayramı | Etap II
» Cadılar Bayramı | Etap III.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Ü L K E L E R :: Londra :: Ölüm Köşkü-
Buraya geçin: