Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Geçmişten Gelen

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Franz van der Goltz

Franz van der Goltz


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 10/09/12

Özel
Rp Puanı:
Geçmişten Gelen Left_bar_bleue98/100Geçmişten Gelen Empty_bar_bleue  (98/100)

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Eyl. 12, 2012 2:49 am

Geçmişten Gelen Cyb5t
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ysebel Moore

Ysebel Moore


Mesaj Sayısı : 67
Kayıt tarihi : 29/08/12

Özel
Rp Puanı:
Geçmişten Gelen Left_bar_bleue96/100Geçmişten Gelen Empty_bar_bleue  (96/100)

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Eyl. 12, 2012 3:04 am

    Soğuk havanın ıslak bedenine çarpması ile ürperdi genç cadı. Paris’in ruhsuz sokaklarından birini izliyordu. Islak saçlarından damlayan yağmur suları elindeki yüzüğe çarpıyor, sessizliğin ele geçirdiği bu şehirde yağmurun sesinde kayboluyordu. Gözleri ağlamaktan şiştiği için yanıyordu. Görüşü de bulanıktı. Gözyaşları haftalar önce dinecekti, ailesine söz vermişti. Bu arada intikam isteği artmış olsa da ne zaman aklına gelse ağlıyordu. Her zaman da böyle olacaktı. Zamanla geçer diyenlerin aslında kastettikleri şeyin acının azalması olmadığını bal gibi biliyordu. Zaman geçtikçe katlanması kolay oluyordu. Parmağından hiç çıkartmadığı yüzüğüne baktı. İçinde bir şeylerin değiştiğini hissedebiliyordu, bir şeylerin öldüğünü. Yalnızlık hiç olmadığı kadar korkutucuydu artık. Onsuz geçirdiği bunca güne nasıl sabrettiğine şaşırıyordu. O günü hatırladı, sabah evden çıkarken tartışmışlardı. Gerçi tartışmaları hiç ciddi olmazdı. Daha çok kimin kimi daha fazla sevdiği veya çocuklarının isminin ne olacağıydı. Ama yine de daha farklı ayrılmak isterdi veya hiç ayrılmamak. İşinin biraz uzayacağını nereden bilebilirdi ki? Gece eve geldiğinde, evinin oldukça kalabalık olduğunu fark ettiğinde bir sorun olduğunu anlamıştı. Annesini gördü, bir kenarda oturmuş ağlıyordu. Gözleri dolmuş, annesine doğru ilerlediğinde birine bir şey olduğunu anlayıp eve doğru koşmaya başlamıştı. Tanımadığı simaların evlerini işgal ettiğini görünce korku hiç olmadığı kadar somut bir duygu olmuştu. Peşinden seslenen annesi yanına gelip ona sarıldığında durumu anladı. “Anne Blaise nerede? Kocama ne oldu, nerede o!” diye sordu. Bir ambulansın yanaştığını duydu ve salona giderken yanından sedyeyle geçirdikleri siyah torbaya baktı. Artık hayatta yalnız kaldığının kanıtıydı o kara torba. Şaşkınlığını üzerinden atamadan bir el tarafından sertçe başka bir odaya götürülmüş, koltuğa oturtulmuştu. Titrediğini hissedebiliyordu. Şok geçirdiğini söyleyenleri duyabiliyordu. Hayır, şok geçirmiyordu, korkuydu onu böyle titreten. Çocukluk arkadaşı, biricik kocası artık yoktu. Olmayacaktı da. Ölümün hiç bu kadar yakınına geleceğini tahmin etmemişti. Beraber yaşlanınca öleceklerdi, söz vermişlerdi birbirlerine.

    Sonraki birkaç hafta onun tişörtleri içerisinde fotoğraflarına bakıp bakıp ağlıyordu. Hayat onsuz anlamsızdı artık. Ölümü bile düşünmüştü. Ancak karnındaki bebeğine acıyordu, Blaise’den kalan son şeydi o. Cenazeden sonra öğrenmişti iki haftalık hamile olduğunu. Bu sayede biraz olsun hayata bağlanmış hissetse de Blaise’in varlığı olmadan kendini boşlukta gibi hissediyordu. Annesinin arkasından seslendiğini duydu. Hasta olursa bebeğe bir şey olabileceğini söylüyordu. Kaldırımdan yavaşça kalktı, karnı biraz şişmiş, hamileliği belli oluyordu. Hareketlerinde biraz zorlanıyordu, hatta sabah bulantıları halen devam ediyordu. Katil henüz yakalanmadığından eski evlerinde kalamıyordu. Ailesi ile çocukluğunun geçtiği bu evde kalmak, kendini daha da yalnız hissetmesine sebep oluyordu. Küçükken Blaise ile bu sokaklarda oynarlardı. Beraber ilk bisiklete bindikleri yer şimdi kaldığı odasının camından görülebiliyordu. İlk evlenme teklifini yedi yaşındayken almıştı Blaise’den. Şekerden yüzükler vardı o zamanlar, onlardan birini vermişti ilerideki ağacın altında. “Ysebel sana posta gelmiş hayatım.” Annesi gazete okuma köşesinden sesleniyordu Ysebel’e. Eve taziye mektupları sürekli geldiği için canı sıkılan Ysebel hepsini çöpe atmıştı. Bunu da aynı şekilde atacaktı ancak üzerinde isim yoktu. Merak ederek odasına çıktı ve mektubu açtı. Geçen hafta intikam için hırslandığı bir anda birini bulmak için gönderdiği mektup henüz cevaplanmıştı. Senelerdir haber almadığı eski bir dostları olan Franz van der Goltz. Çocukken beraber oynamışlardı bu sokaklarda. Kendisinden çok Blaise ile arkadaşlardı. Yardım için eski bir hükümet ajanına gönderdiği mektuba cevap olarak, kendisine yardımı dokunabilecek tek kişinin Franz olduğu söyleniyordu. Şansa bak ki halen Fransa’daydı. Sürekli takıldığı yerin adresini de yazmışlardı altına. Mektubu boş gözlerle süzdü bir kez daha. Yapmalı mıydı? Onların seviyesine düşmüş olmaz mıydı? Sonra katilin belki de çok mutlu bir hayatının olduğunu düşününce sinirlendi ve yağmurluğunu kaptığı gibi verilen adrese gitmek üzere taksiye bindi. Yüzüğü ile oynuyor, endişeyle camdan dışarıyı izliyordu. Uzun zamandır ilk kez dışarıya çıkmasına rağmen bir anda canlanan cesareti kendini şaşırttı. Halbuki birkaç haftadır ölü gibiydi. Taksi durduğunda etrafa baktı, buraları pek tanımıyordu. Yavaşça arabadan indi ve derin bir nefes alarak içeriye girdi. Oldukça soğuk ve ıslak bir öğleden sonra için fazla kalabalıktı içerisi. Seneler sonra nasıl tanıyacağını düşünürken bara yaklaştı. Barmen; “Nasıl yardımcı olabilirim, madam?” dedi yüzüğü görünce. Genç cadı enfişeyle etrafında şuursuzca hareket edip kahkaha atan adamlara baktı. Sonra barmene dönüp; “Birini arıyordum da, ismi Franz van der Goltz.” dedi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Franz van der Goltz

Franz van der Goltz


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 10/09/12

Özel
Rp Puanı:
Geçmişten Gelen Left_bar_bleue98/100Geçmişten Gelen Empty_bar_bleue  (98/100)

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Eyl. 12, 2012 4:36 am

    Yağmurlu ve kasvetli bir gün yuvarlanmıştı karanlığın içinden. Gökyüzündeki siyah ve gri bulutlar bütün kasvetleri ile gündüzün dünyevi sancılarını engelliyorlardı. Gri bir sabahı insanlara hediye ediyorlardı. Bir de hafif tuzlu bir tadı olan yağmur damlaları… Her bir damla birbirinden ayrı bir şekilde yeryüzünü uğultulu bir sesle selamlarken, insanlar düne nazaran daha hızlı hareket edip kendilerini kuru bir yere atma derdine düşmüşlerdi. Dudaklarının arasından azat ettikleri nefesleri sanki onların yaşadığını bütün evrene ifşa etmek istercesine, havada hızla solup giden bir buhar kütlesine dönüşüyordu. Derin bir nefesi ciğerine boca ettiğinde zeytin yeşili bakışlarını, yağmur tanelerinin konuk olduğu ve hafif bir şekilde buğulanmış camdan çekip aldı avcı. Üstünde kanla kirlenmiş kahverengi bir ceket vardı. Onun altında yine kanın ulvi kırmızılığını leke sıfatı ile üstünde taşıyan gri bir tişört vardı. Taviz vermez bir ifade çehresine yayılırken, büyük bir tiksinti ile devirdi bakışlarını. Ellerine bulaşan kanı silmek için cebinden bir bez parçası çıkardı. Kanın sıcaklığı artık olmadığı gibi yapış yapış bir hal almaya başlamıştı. Eski ve kullanılmayan bir atölyeydi burası. Gölgelerin hüküm sürdüğü sessizliğin serserice dolaştığı terk edilmiş bir yerdi. Ama şimdi sessizlik avcının ayakları altındaki iniltiler çıkaran beden yüzünden bozulmuştu. Boğazdan gelen çatallaşmış gür ses mimarinin bütün hatlarına acımasızca yayılırken, ürkütücü bir şekilde yankılanıyordu. Avcı zeytin yeşili bakışlarını bedenin üzerine kilitlediğinde yavaşça dizlerini kırarak çömeldi. Dudaklarını aralayıp sözcükleri azat ettiğinde, sesi onun iniltileri arasına karışmıştı.

    “Sen zavallısın Louis. Zavallı ve aşağılık bir pisliksin.”
    “Sana çok benziyorum o zaman kardeşim.”

    Yüzü kan ve toz ile yıkanan, sol kaşı patlamış çehre alaycı bir ifade ile kasıldığında, bedenini zorla kıpırdatmaya çalışıyor gibiydi. Hızlı ve düzensiz nefes alışverişleri hırıltı ile etrafa yayılırken, alaycı bir sırıtış vuku buldu dudaklarında. Doğrudan avcının üç günlük sakallı çehresine doğru fırlatılmıştı. Hafifçe kendini doğrulttuğunda, kestane rengi saçları üzerinde hafif bir gri toz öbekleri oluştuğu için onu yaşlı gibi gösteriyordu. Suratına yediği yumruklardan dolayı çene kemiğini hissetmediği için sağ elini istemsizce çenesinin üzerine götürdü. Yavaşça sağa ve sola oynattı çenesini. Aynı anda alaycı çehresi acı ile kasıldı. Avcı kendisine söylenen iğneleyici lafları hain bir tebessüm ile karşılık vermişti. Zeytin yeşili bakışları doğruca, dost sandığı ama onun yüzünden bir sürü dostunu kaybetmesine sebep olan bedene öfke ile bakıyordu. Bedeninde yükselen öfke dalgalarının önüne istemese de set çekmek zorundaydı. “Beni döverken neden demiştin ya Franz? Çünkü onlar bizden daha güçlüler. Robert, Alf, Isaac ve Blaise gibiler onlar için hiçbir şey.” Nefes alışverişini biraz düzene sokmuş beden dudaklarından azat ettiği kelimelerin hemen ardından alaycı bir kahkaha atmıştı. Avcının sabrını taşıran en son şey bu olmuştu. Taviz vermez yüzü öfkenin derin çizgileri ile kirlendiğinde, çevik ve ani bir şekilde doğrulmuş bedenin kestane renkli saçlarını kavradı. Elleri altındaki ince saçları büyük bir güçle hızla çekilip kafasını terk edilmiş mimarinin mermer zeminine hızla vurdu. Sonra bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha… Öfkesini artık dizginleyemiyordu. Mantığı ona durması gerektiğini söylerken avcı büyük bir öfke ile elleri altındaki kafayı büyük bir öfke ile biraz öncekinden daha sert vuruyordu zemine. Biraz önce silmiş olduğu elleri arasında yine sıcak sıvıyı hissettiğinde umursamadan biraz daha sert vurdu eli altındaki kafayı. Ciğerlerine boca ettiği hava genzini yakarak ilerliyordu. Durması gerektiğini bedenine kabul ettirdiğinde nefes nefese kalmıştı. Sağ eli içerisinde kan, saç telleri ve kemik parçaları vardı. Mermer zemin ise kan gölüne dönmüştü. Bedenin kafatası parçalanmış ve zemine beyin sıvısını çoktan hediye etmişti. İnsanın midesini kaldıran o kokuyu duyduğunda avcı yavaşça doğruldu. Yerdeki cansız bedene büyük bir öfke ile baktıktan sonra tek edilmiş mimariyi sessizliği ve kasveti ile baş başa bırakmak için çıkışa doğru hızlı ve emin adımlarla ilerledi.

    “Franz barda seni bir kadın soruyor. Üstelik hamile galiba.”

    “Sanırım çocuğun benden olduğunu falan söylemeye gelmiştir Jean. Neyse teşekkür ederim.”

    Ufak bir kahkaha tek kişilik odanın içini doldurduğunda avcı çoktan işini bitirmişti. Rehavet dolu bir duş ile kendine geldiği gibi yeni bir kıyafet giymişti. Bacaklarına yeni aldığı kotu geçirmiş ve iri yarı gövdesine beyaz bir gömleği layık görmüştü. Dolabından siyah deri ceketini hızla giydikten sonra kalabalık ortama ayak bastı Franz. Gözleri barda oturan hamile bir kadını ararken neşesi oldukça yerindeydi. Ama barda bulunan tek hamile kadının eski dostu olan Ysebel olması bütün neşesini ortadan kaldırdığında aniden duraksadı. Geri dönmeyi istedi ama büyük bir hışımla onun yanına doğru arşınlamaya başladı. Eli aniden cadının koluna sertçe yapıştığında ne kadar orantısız bir güç kullandığının farkında değildi. “Hangi akla hizmetle benim yanıma gelirsin! Kendimi mi öldürtmek istiyorsun sen!?” Dudaklarından azat ettiği sözcükler bir fısıltı halinde genç cadıya ulaşmıştı. Avcı zeytin yeşili tedirgin bakışlarını kaçırmadan, doğrudan cadınınkilere sabitledi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ysebel Moore

Ysebel Moore


Mesaj Sayısı : 67
Kayıt tarihi : 29/08/12

Özel
Rp Puanı:
Geçmişten Gelen Left_bar_bleue96/100Geçmişten Gelen Empty_bar_bleue  (96/100)

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Eyl. 12, 2012 7:29 am

    Karanlığın en ruhsuz saatleridir insanların melankolik düşüncelere daldığı vakitler. Gökyüzünün karanlığı insanın naçizane ruhuna yansımışçasına başlar bütün kâbuslar. Genç cadı kendi karanlığını yaşıyordu. Omuzlarında ağır bir yük hissediyordu. Artık hayatta yalnız olması demek bebeklerine de hem annelik hem de babalık yapacak demek oluyordu. Gözleri doldu. Umutsuz bir geleceğe adım atmıştı. Mutluluk artık tadamayacağı bir duyguydu. Her şey onu hatırlatıyordu. Buna benzer bir yerde buluştukları günü hatırlıyordu. O gün ilk kavgalarını etmişlerdi. Gelecek planları arasında bulunmayan seçenekler sunuyordu Blaise Ysebel’e. Onu korumak istediğini o gün çok iyi biliyordu genç cadı. Bir an keşke onun sözünü dinleseydim diye düşündü. Geçmişi pişmanlıklarla dolu biri olmamasına rağmen keşke sözünü son günlerde çok daha sık kullanmaya başlamıştı. Kahkaha sesleri, insanların yanı başlarındaki hüzünden ne kadar habersiz olduklarının kanıtıydı. Ancak onlara kızamazdı. Bir ölüm haberi aldığında o da fazla umursamazdı. Yakınındaki insan olmadıkça, onun için sorun değildi. Bencildi belki de. Ancak her zaman için onlara bir zarar gelmesindense kendi ölümünü tercih eden biriydi. Şimdi bile onun yerine ölen kişinin kendisi olmasını dilemediği bir an bile yoktu. Çünkü arkada kalan olmak her zaman olduğu gibi şimdi de çok kötü bir şeydi. Hayallerini düşündü. Bir bebekleri olmasını ne kadar çok dilemişti. Haberi bile olmadan öldüğünü düşününce boğazında bir düğüm hissetti. Beraber sınır tanımazları oynayacaklardı. Evlendikten sonra Ysebel’in işi yüzünden pek sık görüşemiyorlardı. Pişmandı. Onsuz geçirdiği her saniye için pişmandı. O zamanlar bilemezdi ki onsuz bir geleceğin kendisini beklediğini.

    Barmenin ortadan kaybolmasının üzerinden fazla geçmemesine rağmen sanki çok uzun süredir burada oturuyormuş gibi hissetti. Eve gitmek istedi bir an. Kapalı kapılar ardında saklanmak. Bütün o fotoğrafları ezberine geçirmek istiyordu. Kıyafetlerinin kokusunu içine çekmek istiyordu. Sanki yanındaymış gibi hissettiriyordu. Ancak kıyafetleri gibi artık o da soğuktu. Yerin altında yalnız başınaydı, tıpkı kendisi gibi. Gözünden bir damla yaş aktı. Tam o anda kolunda sert bir tutuş hissetti. Acı ile başını çevirdiğinde onu gördü. Aradan seneler geçmiş, biraz yaşlanmıştı belki. Ancak gözleri aynıydı. Sinirlendiğinde alnında oluşan damarlar da aynıydı. “Hangi akla hizmetle benim yanıma gelirsin! Kendini mi öldürtmek istiyorsun sen?” Tutuşu gibi sözleri de sertti. Seneler sonra görüşmelerinden ötürü ve son olanlardan sonra daha farklı bir karşılama bekliyordu. Sinirlenmişti. Öğrendiği bütün o dövüş sanatlarını uygulamak istedi. Ağrı noktalarına uygulayacağı darbelere bakardı yaşama devam edip etmeyeceği. Ancak o an yapabileceği en kötü şeyi yaptı. Ağlamaya başladı. Normal bir ağlama da değil, haykırıyordu. Hormonlar, diye düşündü. Kendisinden utanıyordu. Ancak duramıyordu, hıçkırıkları gittikçe yükseliyordu. İnsanların bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu ama nafile. Çaresizlik baskın geliyordu. Haftalardır içinde tuttuğu haykırışlardı bunlar. Gelecek korkusu ve sevdiğinin artık bu dünyada olmadığı bilinci onun daha da şiddetli ağlamasına sebep oluyordu. Başı ağrımaya başlamıştı. Ensesinden süzülen terleri hissedebiliyordu. Bir an gözleri karardı. Bayılmıştı, aklında sadece şu sözcükler vardı; Ölüm bizi ayırana kadar. Ayırmıştı da.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Franz van der Goltz

Franz van der Goltz


Mesaj Sayısı : 45
Kayıt tarihi : 10/09/12

Özel
Rp Puanı:
Geçmişten Gelen Left_bar_bleue98/100Geçmişten Gelen Empty_bar_bleue  (98/100)

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimeÇarş. Eyl. 12, 2012 8:13 pm

    Hiç beklenmedik bir tepki. Cadıdan atik bir hareket ya da kötü bir söz beklerken onun ağlaması ile afallamıştı avcı. O kadar sesli ağlıyordu ki ne yapacağını bilemedi. Önce sıkmış olduğu kolunu hızla bıraktı ve çaresiz bakışlarla dostuna baktı. Barmen olan Jean önce etrafı buruşmuş bir çehre ile süzdükten bakışlarını avcınınkine odakladı. Oda bilmiyordu ne yapacağını. Cadı sarsıla sarsıla ağlıyordu resmen. Avcı ona bir şey olacak endişesine kapıldığında, cadının boynu istemsizce arkaya doğru kayarken bedenide onu takip ediyordu sanki. Bayılmıştı. Şimdi mimarinin içindeki bütün meraklı bakışlar anında oraya kilitlenmişti. Avcı hızla genç cadının bedenini tuttuğunda barmen hemen onun yanına gelip yardım etmek için genç cadının bedenini oda tuttu. Avcının öfkeli bakışları Jean’in bakışlarından sıyrılıp arkasındaki kendilerine bakan kalabalığa doğru döndüğünde dudaklarından azat etti kelimeleri. “Ne bakıyorsunuz ha!? Hiç bayılan hamile bir kadın görmediniz mi!? İçinize bakmazsanız sizi buradan kendi ellerimle atarım!” Gür sesi mimarinin içinde yankılandığında, genç cadının bedenini kaldırmıştı çoktan. Hızla geldiği odasına doğru yöneldiğinde bir kez daha araladı dudaklarını. Ama bu sözcüklerin üzerinde öfke değil rica eden bir ses tonu vardı.

    “Jean kapıları aç. Ysebel’i odama götürelim.”
    “Tamam.”

    Yaklaşık bir saat geçmişti. Bayılan genç cadı taştan olan mimarinin içindeki tek yatakta yatıyordu. Sakin bir şekilde düzenli nefes alışverişlerinin çıkardığı sesten başka bir şey yoktu odada. Oda taştan yapılmış eski bir manastır odalarına benziyordu. Zemin her ne kadar mermer olup görüntüyü bozsa da avcı burayı hep eski bir manastır mahzeni veya odasına benzetirdi. Şimdi mimarinin içindeki tek cam olan ve duvarı boydan boya işgal eden yerde dışarıdaki yağmurlu günü seyrediyordu. Arada sırada zeytin yeşili bakışları cadının bedenine kayıp tekrar ıslak ve biraz buğulu camın ötesindeki yaşama kayıyordu. Bir saat önce yaptığı hareket için kendisine küfürler yağdırmayı bırakmamıştı. Bir de onlara dönen onca bakışın atıldığında ezildiğini hissetmişti resmen. Kötülük abidesi gibi tiksinircesine bakmışlardı avcıya. Zihnindeki o bakışları düşünmemek için birçok saçma düşünce yaratıyordu. Bir dikdörtgen şeklinde olan mimarinin içinde cama en yakın yerde tek kişilik yatak bulunuyordu. Onun hemen ilerisinde bir mutfak tezgâhı, küçük bir buzdolabı ve bir fırın duruyordu. Tam camın kenarında büyük ve rahat bir koltukta oturuyordu. Yanındaki şömineden yayılan çıtırtı sesleri cadının düzenli nefes alışveriş seslerine karışıp gidiyordu. Sol tarafından yükselen sıcaklı ile biraz rahatsız olsa da bakışları ıslak ve buğulu camın ötesindeki dünyadaydı. Hep normal biri olarak yaşamak isterdi. Dışarıdakiler gibi iş için koşturmayı, mütevazı bir müstakil evi hayal ederdi hep. Ama bu hayalleri ilk önce onu Hogwarts’a çağıran mektup ile bozulmuştu. Sonrası ise şimdiye kadar yaşadığı her yerde bu hayalinin üstüne basıp geçmişti sürekli. Her zaman tehlike altında yaşayan, sürekli bilgi toplayıp öldürmeye mahkûm edilen birisiydi. Kötüler nasıl acımasızca davranıyorlarsa oda iyilerin arasında o şekilde onlara karşılık veriyordu. Yataktan gelen hışırtılar ve garip inleme seslerini duyunca yavaşça koltuktan kalkıp yatağın kenarına yaklaştı. Cadı ayılmaya başladığını fark ettiğinde dudaklarında ufak bir tebessüm vuku buldu. “Günaydın sulu göz.” Alaycı bir ifade dalgalandı çehresinde. Sonra yatağa oturdu yavaşça. Cadının o beyaz tenine yerleştirilmiş bakışlara kilitledi bakışlarını. İçlerinde eski dostunu gördü. Dostunun şuanda yanında oturduğu bedene karşı hislerini hissetti bir anda. Öldürülmüştü. Ve o en yakın arkadaşının cenaze törenine genç cadı ve ailesini tehlikeye atmamak için gitmemişti. O günden sonra hiç uğramamıştı onlara. Bir saat önce bu yüzden hiddetlenmişti. Bu yüzden kızmıştı cadıya. Ona bir şey olmaması için şuanda elinde ne varsa ortaya koymaya hazırdı. “Öncelikle aşağıdaki hareketime verdiğin tepki yüzünden hala şaşkınım. Jean… Aşağıdaki barmen hamilelik yüzünden hormonların biraz farklı çalıştığından söz etti. Ki ben Franz sence bunu düşünebilir miydim? Tabii ki hayır!” Ufak bir kahkaha attı. Sadece içerideki gergin havayı biraz olsun yumuşatmak istiyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ysebel Moore

Ysebel Moore


Mesaj Sayısı : 67
Kayıt tarihi : 29/08/12

Özel
Rp Puanı:
Geçmişten Gelen Left_bar_bleue96/100Geçmişten Gelen Empty_bar_bleue  (96/100)

Geçmişten Gelen Empty
MesajKonu: Geri: Geçmişten Gelen   Geçmişten Gelen Icon_minitimePerş. Eyl. 13, 2012 9:27 pm

    Paris’in kirli düşüncelere tanıklık etmiş arka sokaklarından birinde yürüyordu Ysebel. Günahkârların gölgelerde saklandığı bu şehrin hüznünü saklayan pahalı parfüm kokuları, seneler öncesi olduğu gibi şimdi de varlığını hissettiriyordu. Eiffel kulesinin ihtişamı uzakta, binaların arasında belirirken adımlarının tok sesi sokağın ıslak zeminine çarpıyordu. Kar yağıyordu. Büyük tanelerin eldivenli ellerine yapışmasını izledi. Gökyüzüne kaldırdı başını. Yüzünü okşayan esintiyi ve karların yüzüne hafif dokunuşlarını hissedebiliyordu. Gözlerini kapattı ve anın tadını çıkarttı bir süre. Uzaktan biri seslendi genç cadıya. Bir karaltı. Ses tonu çok tanıdıktı. Görmeye çalıştıkça kar daha da şiddetleniyor, görüşünü engelliyordu. Yavaşça yaklaştı. "Kim var orada?" diye sordu çekinerek. Deri eldivenli eli gördü önce, kendisine uzanmış. Elini uzattı ve karların arasından onun çıkışını gördü. Gözleri yaşardı bir anda. “Blaise.” Âşık olduğu gülümsemesiyle bakıyordu ona. Zoraki bir gülümsemeyle baktı ona. Sonra sıkıca sarıldı. Teninin sıcaklığını paltosunun üzerinden bile hissedebiliyordu. Saçlarını okşadı, eskisi gibi yumuşacıklardı. Kalbinin atışını duyabiliyordu göğsüne yasladığı kulağından. “Sakin ol sevgilim, ne oldu neden ağlıyorsun?” Diye soran sesini hissetti saçlarının arasında. Başını kaldırıp özlemini duyduğu gözlerine baktı. “Blaise, buradasın, yaşıyorsun! Çok korkunç bir düş gördüm.” Dedi ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. “ Sen ölmüştün, o kadar korktum ki, kendimi o kadar çaresiz hissettim ki.” Dedi ve sıkıca sarılmaya devam etti. Blaise’in gülümsediğini hissedebiliyordu. Bütün olanların aslında kötü bir düşten ibaret olduğunu bilmek bir nebze olsun rahatlattı genç cadıyı. “Ah, Blaise ben…” sözünü bitiremedi. Hamile olduğunu söyleyecekken karnına baktı, dümdüzdü. Bebeği yoktu. Blaise’in soran gözlerle ona baktığını fark etti. Sonra korku ile gerçeği anlamaya başladı. Hiçbir şey gerçekçi durmuyordu. Yavaş yavaş geri çekilmeye başladı. “Ysebel, ne oldu hayatım? Neden gidiyorsun? Lütfen gitme, kal benimle.” Dedi sonunda ses tonu değişerek. Onunla kalmak istiyordu. Ellerini uzatmış bekleyen Blaise’e baktı. O da ellerini uzattı. Ona ulaşmaya çalıştı ancak bir kuvvet onu geri çekiyordu. Blaise’in gözlerindeki hüznü görünce ağlamaya ve çırpınmaya başladı. Geri dönmek istemiyordu. Blaise ile kalmak istiyordu, burada ve sonsuza dek. Sonra her şey karardı. Gözlerini hafif aralayınca içeriye rahatsız edici bir ışık süzüldü. Yavaş yavaş ışığa alışan gözleri ile etrafı süzdü.

    “Günaydın sulu göz.” Eski dostunun alaycı gülümsemesi ile karşılaşınca bir an rahatsız oldu genç cadı. Halen gördüğü düş yüzünden kendini aptal gibi hissettiğinden ona bakmaya devam etti. Aradan geçen bunca sene hayatın ona da pek iyi davranmadığı anlaşılıyordu gözlerinden. “Öncelikle aşağıdaki hareketime verdiğin tepki yüzünden hala şaşkınım. Jean… Aşağıdaki barmen hamilelik yüzünden hormonların biraz farklı çalıştığından söz etti. Ki ben Franz sence bunu düşünebilir miydim? Tabii ki hayır!” Alaycılığa devam ediyordu. Ysebel konuşma cesareti bulduğunda yataktan hafifçe kalkıp oturma pozisyonu aldı. “Önemli değil. Asıl ben özür dilerim. Bana ne oldu o anda ben de anlayamadım.” Dedi sakin bir şekilde. Bakışlarını kaldığı odanın içinde gezdirdi. Bomboş hissediyordu kendini. Gördüğü düşün etkisi miydi yoksa az önce geçirdiği ağlama krizi miydi buna sebep bilmiyordu ancak ne hareket etmeye hali vardı ne de konuşmaya. Yine de “Burada mı yaşıyorsun?” diye sordu. Aslında merak ettiği şey bu değildi. Senelerdir neden ziyaretimize gelmedin? Neden bizden kaçtın? Neden cenazeye gelmedin? Yine de sesini çıkartmadı. Tartışacak hali yoktu. Aslında buraya gelme amacını söylemeye bile cesaret edemiyordu. Alacağı cevabı biliyordu. Hayır.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Geçmişten Gelen
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» ....... Denince aklınıza Gelen İlk Üye?

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Ü L K E L E R :: Fransa-
Buraya geçin: