Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Bite Me!

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Sam O'Dowd




Lakap : Sammy
Rp Sevgilisi : Pizza!
Mesaj Sayısı : 86
Kayıt tarihi : 20/04/13

Özel
Rp Puanı:
Bite Me! Left_bar_bleue97/100Bite Me! Empty_bar_bleue  (97/100)

Bite Me! Empty
MesajKonu: Bite Me!   Bite Me! Icon_minitimePaz Haz. 02, 2013 10:28 pm

Bite Me! P9phy
Maisie & Sam, 15th May 2013:
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Sam O'Dowd




Lakap : Sammy
Rp Sevgilisi : Pizza!
Mesaj Sayısı : 86
Kayıt tarihi : 20/04/13

Özel
Rp Puanı:
Bite Me! Left_bar_bleue97/100Bite Me! Empty_bar_bleue  (97/100)

Bite Me! Empty
MesajKonu: Geri: Bite Me!   Bite Me! Icon_minitimeSalı Haz. 18, 2013 11:00 am


Yolda acelesiz adımlarla yürüyerek eve doğru gelirken üzerimde yazlık, renkli çizgilerden oluşan bir tişört ve açık mavi kumaş bir pantolon vardı, ancak şuan üzerimde palyaço kıyafeti bile olsa kimsenin fark edeceğini sanmam. Bir iki adım sonra önüme çıkan bir taşa vurarak yürümeye devam ettim. Eve cisimlenerek de gidebilirdim tabi, ancak istemiyordum. Yürümek güzeldi. Bugün güneş son zamanlarda ilk kez Londra’da yüzünü göstermiş ve her hücrem bu an için oldukça beklemişti. Oysa şuan güneş battı ve saat gece yarısını geçti, tabi bu durumda büyük emeği geçen Flair Johnson’a alkış tutmak gerekir; Astronomi kulesinden okulu terk etmen için geceyi beklemeliyiz Sam. Yakalanmak istemezsin değil mi, Sam? Lanet olsun, geceleri gökyüzündeki korumayı arttırıyorlarmış Sam! BOK YE, FLAIR. Anladığınız gibi bu sabah –öğlen, akşam ve GECE-  Hogwarts’daydım ve bu pek düzgün yollarla olmadı. Tabi, bu ayrı bir hikâye. Büyükannemin ‘Nerede kaldığım’ veya ‘Tüm gün nerelerde olduğum’ gibi sorularından kaçmanın en iyi yolunun eve geç gelmek olmadığını ise tabi ki ben de biliyorum. Bunu onlarca kez deneyimle öğrenmiştim ve şimdi bir kez daha tekrarlamıştım. “Aferin sana.” diye geçirdim içinden. Büyükannem şuan halen uyumayarak beni bekliyor olmalıydı, belki yanında büyükbabam da vardı. Ne olursa olsun beni bu derece umursayan birilerinin olduğunu bilmek güzeldi; bir yandansa onları üzdüğüm için içim huzursuzdu ancak, inanın, on dokuz yaşında ve hala kurallara bağlı olarak yaşamak berbat bir durumdu. Lukhasz gibi yapmalıydım; abim şuan şu, adını halen tam olarak söyleyemediğim, okulda okumaya başlayarak hayatına istediği gibi devam etme şansı bulmuştu. Abim şanslı olandı, zeki olan değil. Tamam. Tamam! Zeki olan da abimdi belki ama şanslı olduğu da bir gerçekti. Onu özlediğimi hissettim, okula başladığından beri haftasonları bile eve gelmiyordu ve yazdığı mektuplarsa iki satırı geçmiyordu. Cidden Lukhasz’ı özlüyordum.
Eve yaklaştığımda herhangi bir ışık yanmıyordu. Geniş bir sokağın en sonundaki üç katlı ev yanındaki ağaçlar ve çevresinde dolanan tüm canlılarla bir tamamen bir sessizliğe gömülmüş gibiydi. Ancak bu ne kadar iyi haberdi bilmiyordum.
1)Odamda beni bekleyen bir karşılama komitesi olabilirdi.
2)Eve girdiğim an uyarıcı alarmlar yükselip beni timsahların arasına atabilirdi. (Evet, timsahlarımız var ve bu olasılık oldukça olası.)
3)Eve cisimlenme ve buharlaşmayla dahi girişi engellenmiş olabilirdi. (Ki şuan asam bir selobantla tutuşturulmuş durumda. Şimdiyse alkış Astrid Vivienne için! Ya da tamam, bunu beraber yapmış da olabiliriz.)
Yürümek, yukarda bahsettiğim kadar hoş değildi. Hızır otobüsün beni meydana kadar bırakması mutluluk vericiydi çünkü asa yüzünden iki kez yanlış yere cisimlenmiştim. İşte bunlar da büyükanneme hesap vermek istemediğim diğer ayrıntılardı. Evin kapısına geldiğimde derin bir nefes aldım ve acil durumlar için cüzdanımda bulundurduğum ev anahtarını çıkardım; Genel olarak onu kullandığım söylenemez. Kapının kolunu kendime doğru çekerek elimden geldiğince ses çıkarmadan kapıyı açtım ve anahtarı pantolonumun cebine attıktan sonra bej rengi kumaş ayakkabılarımın içinde parmak uçlarında eve girerek kapıyı yavaşça kapatıp geri kilitledim. Ayakkabılarım ilk kez bu kadar yol kat etmenin verdiği tozla kendilerinden geçmişlerdi ve onları çıkarmak için can atıyordum oysa şuan odama gitmek daha öncelikli bir durumdu. Yalnızca büyük saatin tik-taklarının duyulduğu zemin katta sessizce ilerleyip merdivenden odama doğru yürürken içinden bildiğim tüm duaları geçiriyordum ve Tanrı, beni gerçekten duymuş gibi ilk kattan ikinci kata gelene kadar evde en ufak bir sıkıntı bile olmadı. Mutlulukla gülümsedim ve “Teşekkürler.” diye mırıldandım sessizliğin içine. Belki de yaşlı aşk kuşları av peşindeydi? İlk önce bu düşünce beni güldürse de yüzümü buruşturmam uzun sürmedi.  Mutfakta atıştıracak bir şeyler –mesela pizza- olduğunu umarak yolumu ve düşüncelerimi değiştirdim. Koridorlar her ne kadar karanlık olsa da dışarıdan yansıyan ayın ışığı yürüyebilmem için yeterliydi veya belki de gözlerim karanlığa alışmıştı. Dışarıdan gelen vahşi baykuş seslerini işitirken dolapları kurcalamaya başlamıştım bile. İçimden bir ses tedbiri elden çabuk bıraktığımı ve birazdan büyükannemin başımda biteceğini söylüyordu; Bir diğer ses ise yalnızca pizzayı bulmamı. Şuan hangi sesi dinlediğim kimse için merak konusu değil sanırım.
Ancak, bulamadım.
Normal evlerde mutfakta pizza bulamamak da bir tuhaflık olmayabilir ancak burada bu pek alışıldık değildi. Kendimi düşünmeye zorladım ve salonda bırakılmış birkaç parça olduğunu hatırladım. Tabi, büyükannem hala kaldırmadıysa veya büyükbabam yemediyse... Evet, büyükbabam bu konuda iyi bir rakip, diğer tüm konularda olduğu yetmezmiş gibi! Umudumu kaybetmeden sessiz adımlarla salona ilerledim ve iki dilim pizzanın beni beklediğini düşündüm. Salonun kapısını araladığında baktığım ilk yer sehpanın üzeri oldu. Her yer siyah beyaz olsa bile bir dilim pizza karşımda ışıltıyla gülümsüyordu ve ben de ona karşı gülümsedim mutlulukla. Böyle bir günü sonlandıracak en iyi şeydi karşımdaki. İlk önce “Accio!” demek üzere asamı elime alsam da büyüyü yapmadan önce kırık olduğunu tekrar hatırlayıp gözlerimi sehpadan ayırmadan parmak uçlarımda ilerledim. Açık pencereden içeri dolan serin havayı yüzümde hissedebiliyordum. Asasız elime pizza dilimini aldığında mutluydum derken beni daha mutlu edecek -İnanın bana, beni bir pizzadan daha fazla mutlu edecek şey sınırlıdır.- bir şey oldu. Lukhasz tam olarak karşımdaydı! Ben yokken bir geceliğine dönmüş olmalıydı! Belki de ev halkı sürprizi bozmamak için bu derece sessizdi! Pizzayı umursamayarak geri bıraktım hızla ve abime bakıp gülümseyerek “Lukhasz!” dedim yüksek sesle. Sesimin evin her boş deliğinde yankılandığını duyabiliyordum ve cevap almadığım her saniye bu sesler giderek küçülüyordu. Lukhasz’ın suratında en ufak bir ifade yoktu, hatta neredeyse yabancıydı. Gülümsememin suratımdan yavaşça silindiğini hissederken içimi tuhaf bir his kapladı. “Şaka yapmayı kes.” dedim ona gülerek “O benim işim.” Ancak sesimdeki çatlaklık korkumu ele veriyordu; belki baya dalga geçecekti sonra ama zaten ben cesur olduğumu hiçbir zaman ileri sürmedim ki. Sarılmak için bir adım attım. Yalnızca ufacık bir adım… Ve o adımla bir ayağım tuhaf bir şekilde takıldı ve sendeleyerek yere düştüm. Tutunarak ayağa kalkmaya çalışırken yumuşak bir nesneyi kavradı sağ elim ve ne olduğuna dikkat edemeden Lukhasz’ın “Şimdi.” dediğini duydum aynı eski günlerde topu bana atacağı zaman vurmamı haber verdiğindeki gibi. Ancak bu kez bana seslenmiyordu. Buna emindim, arkamda tuhaf bir şey hızla bana gelirken düşünebildiğim tek şey şu oldu; bu kez top bendim. Heyecanla düştüğüm yerden arkama bakıp gördüğüm şey karşısında çığlık attım; ay ışığının yansıdığı duvarda büyük annemin ceseti kanlar içinde yatıyordu ve inanın bedeninin ne kadarı yerindeydi bilmiyorum. Çığlığımı bastıramıyordum ve tam o anda, sadece saniyenin yüzde biri gibi tuhaf bir anda Lukhasz’ın seslendiği diğeri ile burun buruna geldim ve hala sol elimde durmakta olan asayı sıkıca kavrayarak cisimlendim. Cisimlenirken aklıma gelen tek yer Çatlak Kazan’dı ancak asanın beni nereye götüreceğinden tamamen bi’haberdim. Umurumda değildi.
Nefes nefese ve ter içinde kalmış bir şekilde bir ağaca çarptım. Acıyla haykırdım elimde olmadan, ardından asayı bırakmadan ağacın gövdesine yaslandım. O şey neydi? O şey, gerçekten büyükannemi o hale bi’ getirmişti? Rüya olmasını umdum. Olmadığını biliyordum. Lukhasz’ın o süper okulda öğrendiği illüzyon oyunlarından biri olmasını umdum, yalnızca eğlenmek için yaptığı veya büyükbabamın geç geldiğim için yaptığı her hangi bir şey? Neden olmasın? Sonuç olarak o gerçekten büyük bir büyücüydü. “Lütfen, öyle olsun.” dedim içimden. “Lütfen, öyle olsun ve geriye kalan tek şey eğlenerek alacağım ikinci round olsun.”  Asayı tutan sol elimi sıktığım gibi sağ elimi de sıktığımı fark ettim, öyle ki tırnaklarım avuç içimi acıtıyordu ve ne olduğunu bilmeden elime aldığım yabancı nesne huzursuzca kıpırdanıyordu. Sağ elimi ağacın gölgelerine rağmen ışık vuran bir bölgesine götürerek yavaşça açtım. Tam avcumun ortasında artık canlılığını kaybetmiş ıslak nesneyi tam olarak anladığımda bağırmak, kusmak veya ağlamak gibi çok hoş seçeneklerim vardı. Ancak hiçbirini seçmeden cisme yakınlaştım emin olmak için; Evet, doğruydu; Büyükbabamın gözü tam olarak avcumun içindeydi. Gözü fırlatmak yerine cebime attım, büyükbabam yaşıyor olabilirdi. Ona hala ihtiyacı olabilirdi. St. Mungo elbette ki böyle ameliyatları yapardı. Gözümden gelen bir damla yaşı elimin tersiyle sildim ve ayağa kalktım ve geldiğimden beri ilk kez bu yabancı ormana göz attım. Dolunay tam tepemizdeydi ve tehlikeden uzakta gibiydim, tek ihtiyacım olan bana tüm bunların gerçek olmadığını söyleyecek olan bir insandı. “Astrid,” diye mırıldandım “Hogwarts’da uyuyakaldım, değil mi?” Cevap olarak yalnızca kendimi cimcikledim; tebrikler, uyanığım!
Yalnızca iki saniye sonra deli gibi koşuyordum. Salondaki ürpertici hava ormana da yayılmıştı sanki. Koşarken nefes nefese kalıyordum ve tekrar cisimlenmeyi denediğimde asam işe yaramadı. Yine de asam elimdeydi çünkü güvenebileceğim tek şey oydu. Lukhasz’ın sesini gülerken duyabiliyordum “O senin payın, kardeşim!” diyordu. "Bu ne demek?" diyecekken yine diğerine seslendiğini anladım. “Senin kardeşin benim!” diye bağırdım acıyla “Lukhasz bana yardım et! LUKHASZ!” Tam o anda sonsuz bir acı tüm vücudumu kapladı ve ayaklarım yetersiz çırpınışlarını kesip yığılıverdiler ve gözlerimin son gördüğü ıslak toprağa damlayan kanım oldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Bite Me!
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: K U R T A D A M B Ö L G E S İ :: Werewolf Town-
Buraya geçin: