Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Ağıt

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
J. Elijah Heischmann




Mesaj Sayısı : 13
Kayıt tarihi : 13/09/12

Özel
Rp Puanı:
Ağıt Left_bar_bleue90/100Ağıt Empty_bar_bleue  (90/100)

Ağıt Empty
MesajKonu: Ağıt   Ağıt Icon_minitimeCuma Eyl. 14, 2012 7:01 am


{ J a m e s L l o y d W a l l a c e }
J a r e d E l i j a h H e i s c h m a n n
M e r h u m V i n c e n t M i l l e r
A ğ a ç A r d ı n d a n Y a r ı m Y a m a l a k G ö r ü n e n A n o n i m l e r

Ağıt;

aaaDemek ölüm, ölümlülere etrafa yaydığı o esansıyla sırnaşıyordu yüzsüzce; sevdiklerini almamış gibi. Ancak bu toprağın altına sıkışmış sevilenler tamlaması James'e uymuyordu. O, her mezarlığa girişinde ölümün başını okşardı işini düzgün yaptığı için. Bir gün kendisini de çekip alacağını biliyordu elbette. Yine de ondan önce başkalarının teşrif etmesi cehenneme, hoşuna gidiyordu. Ölmeden önce 34 yılını geçirdiği tarlayı kargasız görmek isterdi o da nihayetinde... Kuru otları ezerek yürüyordu mezarlığın içine doğru. Hava kapalıydı. Hiçbir zaman anlam verememişti her mezarlığa gelişinde gökkubbeyi örten bu kasvete. Kim bilir, belki de güneş kendisiyle muhatap olmaktan sıkılmıştı. Hak verirdi canım güneşe, ne zaman bir açıklıkta karşısına çıksa, kendisine az küfür etmezdi.
Bay Wallace'ın bir acelesi yoktu. Yavaş yavaş, etrafa bakına bakına gidecekti mezarının başına.
Tıpkı o günün siyahlığı kadar siyahlara bürünmüştü. Kederinden değildi karanlığa gömülmüş gibi durması; hoşuna gidiyordu onu siyahla karşılamak. Eğer oradan bir yerden kendisini gerçekten görüyorsa, içi kararmalıydı onu görünce. Korkmalıydı. Siyahı hissetmeliydi. İlk düğmesi kopuk olduğu için göğsünün bir kısmı görünen gömleği, o gün giydiği gömlekti. Sırt kısmında ufak yırtıklar bulunuyordu gömleğin tabiki de. Savaş anından kalma sıyrıkların ispatı yırtıklar ve diğer savaş anıları olsa da gömleğin, her yıl sevgili dostu Vincent'ı ziyarete gelirken özellikle yıkayıp ütüler, mezarlıktan içeri girdiği gibi ceketinin önünü açıp iyice gömleğini gösterirdi. Çünkü o gömlek Jared Elijah Heischmann'a ait değildi. Toprağı eze eze yürüyen kişi, James Lloyd Wallace'ın ta kendisiydi. İnsanlara yüzünü göstermeyen gerçek benliği, geçmişi, kimliği... O tüm belleğini James'in içine saklamayı tercih ederdi. Tıpkı hayatının en engebeli dönüş noktalarını yaratan Vincent Miller'a ait her şeyi sakladığı gibi. Bay Heischmann'ın gözlerinin siyahındaki o ürpertici şey James Lloyd Wallace'dı.

Eski dostu Vincent'ın yanına gelince kolaçan etti etrafındaki mezarları. Uzaktaki ağaçların ötesinde yarım yamalak görünen, bağırsa anca duyacak insanları saymazsa eh, baş başa kalmış gibi görünüyorlardı. Elindeki gül demetine bir baktı. "Gülleri hala seviyorsun değil mi Vinnie?" dedi gülümsemekte zorlanırcasına bir ifadeyle. Böyle yapılması gerekiyordu değil mi, şu mutlu-görünmeye-çalışıyorum-ama-aslında-gittiğin-için-çok-üzgünüm ifadesinin? Hıçkırdı, gözlerini kaçırdı etrafa. "Yine kırmızı güllerden getirdim sana. Bana eski günlerimizi hatırlatıyor küçük Vinnie. Severiz kırmızıyı, güzel renktir. Bilirsin, kahramanlar kırmızı giymeli. Öyle demiyor muyduk hani? Kahramanlığın rengi." En sonunda bu önemseme rolünde yeterinden fazla durduğu için kendini tutamadı ve kahkaha attı mezar taşına doğru. Kaşları çatık, onu toprağın altında görmekten duyduğu hazı ayna gibi yasnıtan bir gülümsemeyle eğildi yere doğru. Bir eliyle yana çektiği gül demetini sıkarken, diğer eli siyah kaşmir paltosunu geriye çekip cebine girmişti. "Tıpkı o gün seni de kırmızıya boyadığım gibi. Bilirsin, kahramanlar kırmızı giymeli Vinnie. Kendi kanlarının kırmızısını." dedi fısıldayarak. Her kelime çıkarken ağzından tiksintiyle bastırılıyordu dudaklarında. O tiksinti dolu buruk gülümsemesi hala yerinde duruyordu, gözlerini yumup doğrulurken. Derin bir nefes aldı, aynı nefesi bırakmadan gözlerini açmadı. Söyleyecek pek bir şeyi yoktu. Söylese bile bir işe yaramayacağının farkındaydı çünkü. Boşu boşuna arkasından küfür edebilirdi -açıkçası yapmadığı şey de değildi. Ne var ki ne boş konuşmayı severdi o, ne de mezarlıkta iyi bir haltmış gibi ölü arkasından serzenişte bulunmayı...

Az önceki hızlı geri çekişiyle birkaç nazik yaprağı kopmuş gül demetini dikkatle elinin üzerine koydu. Bir dizini kırıp çöktü Vincent'ın mezar taşının önünde. Gözünü ayırmadan mezar taşında yazan "Vincent Miller" ismine bakarken, kendisinden nadiren gözlenen bir naziklikle bıraktı gülü taşın kenarına doğru. Ondan nefret etse dahi bunun hıncını güllerden almayacaktı nihayetinde. Doğanın güzelliği skinde olmasa dahi hayatına kilit çakmış kardeşine karşı her türlü insanı duyguyu benimseyebilirdi. Hayvan bir herif değildi nihayetinde o da. Çoğu dikkat meraklısı palavralı adama göre kültür çizgisi yükseklerdeydi hatta. Onun hayatını neredeyse karartan biri, ailesinden görmediği desteği kendisine vermişti o gerzek davranışından önce. Eski günleri artık umursamasa da, olanları kırmızı bir otla mükafatlandırmak göreviydi.
Tamam, önceki ziyaretlerinin birinde getirdiği güle tükürmüş olabilirdi -ne yani- yine de her zaman gülü nazikçe yerleştirmekten geri durmazdı.
Sahi, eski günler... Açıkçası okula geldiği ilk gün onu ezik biriymiş gibi görse de -evet, o ilk ay Vincent'ın kafasına tüküren kişi Lloyd'du- birinci sınıfın sonuna gelince bir şekilde en yakın dostu olmuş, böylelikle Vincent'da hayatında ilk defa küfür nedir öğrenmişti. Yaşadıkları basit anılar da sayılmazdı hani. Vincent Lloyd için değerliydi. Hem de Elijah'ı tanımış birine tanrının varlığını inandıracak kadar çok... Kaşlarını çattı sessizce James Lloyd Wallace. Yaşlı, kin ve nefretle kendini yıpratmış, yorucu anıların rüzgarlarına siper olmuş alnında çizgiler oluştu o toprağa bakarken. İçini görecekmiş gibi dikmişti gözlerini toprağa. Toprağı kaldırsaydı hala Vincent'ın bedenini taze görecekmiş gibi; en az kini, kırgınlığı kadar taze...
"Hani derler ya..." dedi önce nefret dolu laflarından tamamen arınmış, yorgun, durgun bir sesle. Uzaktaki ağaçlara doğru baktı gözleri birkaç saniyeliğine. Yutkunmasının ardından geri dönmüştü bakışları mezara. "Keşke."
O zamana kadar esmeyen rüzgar, Tanrının efekt kumandasında sadece tek bir tuş kalmış gibi sözünün sonunda anlık hissedilen sessizliği delip geçti. O da rüzgara tutunup kalktı diz çöktüğü topraktan. Silkeledi dizlerini. Tamamen doğrulunca ellerini birbirine vurarak silkerken -her ne kadar pek bir toz olmasa da ellerinde- son kez o aşağılayan bakışını attı mezar taşına.
"Huzur içinde yat dostum. Hazır fırsatın varken... Hani olur da bugün ölmezsem diye. Yine de fazla umutlanma. Bugün olmadı yarın... Ben de geleceğim oraya. Az kaldı, özlem gidereceğiz." Nefes verir gibi güldü. Gözlerini döndürmesinin ardından sırtını döndüğü gibi mezara, gelişinden daha hızlı adımlarla terk etti mezarlığı. Sigara içmeliydi. Ciğerlerine yeterinden fazla temiz hava girmişti...
aaa
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Ağıt
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: B Ü Y Ü L Ü B Ö L G E L E R :: Godric's Hollow :: Büyücü Mezarlığı-
Buraya geçin: