Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 just like a tattoo §

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Winter W. Archangel

Winter W. Archangel


Lakap : Kissed by Fire
Mesaj Sayısı : 118
Kayıt tarihi : 19/05/13

Özel
Rp Puanı:
just like a tattoo § Left_bar_bleue100/100just like a tattoo § Empty_bar_bleue  (100/100)

just like a tattoo § Empty
MesajKonu: just like a tattoo §   just like a tattoo § Icon_minitimePaz Ocak 19, 2014 9:13 am

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Winter W. Archangel

Winter W. Archangel


Lakap : Kissed by Fire
Mesaj Sayısı : 118
Kayıt tarihi : 19/05/13

Özel
Rp Puanı:
just like a tattoo § Left_bar_bleue100/100just like a tattoo § Empty_bar_bleue  (100/100)

just like a tattoo § Empty
MesajKonu: Geri: just like a tattoo §   just like a tattoo § Icon_minitimePaz Ocak 19, 2014 9:14 am

Bahar tatilinden 2 hafta önce, Slytherin kızlar yatakhanesi::

Ölüm soğukluğunun çevrelediği sıcak yatağında huzursuzlukla kıvranan beden, yeryüzüne hapsedilmiş bir Melek'in tekmil olmamış ruhundan en ağır, en yıkıcı darbelerin gölgesinde ezilmeye mahkum ve parelere ayrılmış hissiyatıyla sarsılırken, karanlık gecesini rüyalar cennetine kavuşturan zihni her zamanki yoğunluğunda ona yeni mahsullerini sunmakla meşgul idi. Artık anlamını yitirmiş sessizlik her gece rüyalarına konuk olurken, misafirperverlikten ırak acizliğe köle olmuş ruhani dünyası her ne kadar bu duruma alışkın olsa da yine de derinliklerinde taşıdığı hırs ve gazaptan ödün vermiyordu. Alevlerin çevrelediği patikada yavaş adımlar atan kağıt beyazı bedeni, alevlerin ortasında kalmış birine göre fazla sakindi. Lakin bu sakinlik çok uzun sürmemişti. Alevler gökyüzünden akıp giden yağmur damlalarına yenik düşmüş ve aydınlattığı boş yolun karanlığa gömülmesine izin vermişti. İşte o an korkmaya başlamış, rüya olduğunu düşündüğü soyut bir kavramın içinde hapsolmuş dahi olsa, korkunun simasında belirginleşmesine izin vermemişti. Yüzüne düşen bir tutam saçı geriye savurdu, etrafı görebilmek amacıyla zümrüt yeşili gözlerine karanlığa alışmaları için süre tanıdı. Fakat zaman yetmemişti. Dakikalar birbirini kovalıyor, etraf aynı zifiri karanlıkta gömülü kalıyordu. Gözlerini yumdu. Dişlerini sıkarak ellerini yumruk yaptı. Rüyasından uyanmaktı tek istediği.

Bir süre sonra gözlerini araladığında, kar beyazı çarşafların arasında ter içinde uzanmış, son altı yıldır her gece uyumadan önce gördüğü manzarayla karşılaşmıştı.

Uyanmıştı ve ikizinin birkaç adım ötesindeki yataktaydı. Çocukluktan kalma alışkanlıkları peşini bırakmıyordu Fire'ın. Üzerindeki örtüden kurtuldu ve parmak uçlarında iki adım attıktan hemen sonra ince parmaklarını ikizinin omzuna uzattı. Birkaç kez parmak uçlarıyla omzuna dokunarak sarışın yılanı uyandırmaya çalışsa dahi, cevapsız kalmıştı. ''İKİZ!'' Sesi kısıktı ama çığlık atarcasına fısıldamıştı. Yine cevap yoktu. Sırtı dönük sarışın cadının omuzlarını tuttuğu gibi buz gibi bedeni kendisine çevirdi. Gördüğü manzara karşısında dudaklarından tiz bir çığlık yayıldı etrafa, birkaç adım geri çekildi ve kendi yatağının kenarına çarptı ayakları. Parmakları dudaklarını örttüğünde gözlerini birkaç kez kırpmasıyla kanlar içinde yatan bedenin sahibinin ikizi olmadığını anlamış ve orayı hemen terk etmek istemişti. Hogwarts'ta olduğunu zannediyordu, uyandığını zannediyordu. Fakat beş veya altı adımın ardından olmaması gereken yerdeki kapıya çarpmasıyla beraber hala rüyada olduğunu anlamada zorlanmamıştı. Kapı koluna uzandı lakin hemen açmadı. Bir eli kapı kolunda diğer eli kapıya yaslanmış bir şekilde nefes almaya ve rahatlamaya çalıştı. İkizinin yerinde yatan ölü bedeni bir yerden tanıyordu; nereden olduğunu hatırlamıyordu sadece. Düşünceleri birbirini kovalarken kendini daha fazla yormak istemedi ve kapı kolunu aşağı doğru indirdi. Kapı büyük bir gıcırtı ile aralandı, yavaşça ve olabildiğince sessiz bir adım attı içeri doğru. Oda karanlıktı fakat birkaç saniye içinde gözleri odanın içinde konumlandırılmış nesneleri seçmeye başlamıştı. Bir sehpa, hemen yanında ise koltuk vardı. Odanın geri kalanı boştu. Bu şaka gibi rüya sebebiyle bilinçaltına tiksinircesine gülerek duvarlara çevirdi bakışlarını. Çiçek desenli duvar kağıtlarının arasında görünür hiçbir şey yoktu yeniden. Odanın içine bir adım daha attı, hemen ardındaki kapı gürültüyle kapandı. Bedenini kapanan kapıya çevirmesiyle beraber odanın içinde hareket eden birinin çıkarabileceği en kısık sesi işitir gibi oldu. Bedeni tekrar odanın içine çevrilmişti. Oda aynı şekliyle duruyordu ama daha da aydınlanmıştı ve biraz öncesine kadar boş olduğunu düşündüğü koltukta eli çenesinde oturan biri vardı. Bir erkek. Tanıdık bir yüz. Rüyanın anlamsızlığında yok olup giden zihniyle neler olduğunu idrak etmeye çalışırken, büyücünün bakışları cadının bedenini delip geçiyordu adeta. ''Seni tanıyorum...'' dedi kısık bir sesle. Büyücünün duymayacağından neredeyse emindi fakat bu tahmini ufak bir kahkahayla karşı karşıya kalmıştı. ''Sen...'' Yeni bir yanıt çok geçmeden kendisini göstermişti bile. ''Hı-hı.'' Sonunda göz alıcı bir gülümsemeyle... Anlamıyordu ama Winter. Bir-iki adım daha yaklaştı. Büyücü elini ona uzatmıştı, bakışlarını çevirdi ve gözleri yere damlayan kanla parladı adeta.

''Sendin. Onu sen öldürdün.''
''Hayır, ben değildim. Hakikati mi arıyorsun?''

Büyücünün yüzündeki gülümseme daha fazla yayılırken, kelimeleri yarıda kesilmiş ve dişi yılanın görüş alanına başka bir görüntü girmişti. Knokturn Yolu, gündoğumuna yakın, terkedilmiş evlerin dizili olduğu ıslak kaldırımlı bir sokak. Dakikalar öncesinde yatakhanedeki beden, şimdi kaldırımda uzanıyordu. Gözlerini kırptığı anda boş odaya geri dönmüştü. Büyücü yerinde değildi. Omuzlarının ardında bir nefes hissetti ve ardından dökülen birkaç kelime. ''Beni bul.'' Derin bir nefes almış, aynı nefesi vererek uyanmıştı. Bu kez gerçekten rüyalar aleminde olmadığını kontrol etmekte gecikmemiş, ikizinin ona dönük bakışlarıyla karşılaştığında derin bir nefes daha almıştı.

''Sen iyi misin Winter?''
''Sanırım... Hayır.''

Kaşlarını çatmış ve yardıma muhtaç bir çocuk misali, çocukluğunda yaptığı gibi ikizinin yanına kıvrılmıştı. Bazen Summer, Winter'ı deli etse de; tek güvenebildiği insanın o olduğunu ve hiçbir zaman güveninin yok edilmeyeceğini bilmek Winter'a rahat bir nefes bahşediyordu.


Bahar tatilinden 1 hafta önce, Okul bahçesi::

Doğru yolda ilerlediğini düşünüyordu, en azından Summer onu kolundan çekip, ona bağırana kadar. Hoş, sarışın cadının dudaklarından çıkan hiçbir kelimeye anlam yüklemiyordu beyni. ''Ne?'' dedi saf bir şekilde. Duymak istemediği şeyleri dinlemediği gerçeğini gizlemekte kararlıydı çünkü Summer'dan bir fırça daha yemek istemiyordu. ''Beni dinlemiyor musun sen?'' Duraksadı, ikizi her zaman Winter'ın dürüst olmasını isterdi. ''Hayır?'' Summer'ın iç çekişi, Winter'ı birkaç adım geriletti ve yolunu değiştirmeye sürükledi. ''Nereye!?'' Siyah saçları rüzgarla dans ederken gözleri kıstı Winter. ''Okul bahçesinde yürümek ne zamandan beri yasak??'' Kendisi de iç çeker gibi nefes aldı ve birkaç hızlı adımla Summer'ı gerisinde bırakınca aldığı nefesi verdi. Elini adeta zonklayan şakaklarında gezdirdi. Kolundaki kitapları yere fırlatır gibi bıraktı ve bağdaş kurarak çimenlere oturdu. Bir haftadır her yalnız kaldığında rüyasından başka bir şey düşünemez olmuştu. Büyücünün kim olduğunu bulamamıştı. Hakikat istiyordu ve sinirlenmeye başlamıştı. Isınan parmaklarını hissettiğinde Hogwarts'ın bahçesinde yangın çıkaran kız etiketine ihtiyacı olmadığından kendini durdurmaya çalıştı. Uzun sürmüştü. Bir an kendini kontrol edememişti. Anlamıyordu çünkü daha önce böyle bir şey olmamıştı hiç. Ya da olmuş muydu?... Hafızasını yokladı. Eksik parçaların olduğunu hissediyordu ama hiçbir zaman bu eksik parçaların peşinden koşma meraklısı olmamıştı. Yumruklarını sıktı ve gözlerini uzaktaki bedenlere çevirdi. Hiçbiri ona bakmıyordu, bu yeni sayılırdı. Sevindi, anlamsızca. Omuriliğindeki eksik dövmenin yandığını hissettiğinde bakışlarını arkaya çevirdi. Bedeni adeta uyarıcı gibiydi Winter'ın. O anlardan birini yaşıyordu sadece, her zamanki gibi yani. Garip bir şey yoktu. Baktığı yerde rüyasındaki büyücüyle göz göze gelmesinin dışında. Gözleri büyüdü, Gryffindor amblemli peleriniyle çimenleri ezerek bulunduğu yerden uzaklaşan aslanın peşinden koştu kitaplarını olduğu yerde bırakarak. ''Hey, beni bekle!'' Genç büyücü hızlanmıştı sanki. Her şey daha da anlamsızlaşmaya başlıyordu. Onu bulmasını istemişti. İşte, karşısındaydı. Şimdi neden kaçıyordu ki? Hızını arttırdı, Winter. Büyücünün koluna yapıştı ve bedenini kendisinde doğru zorla çevirdi. ''Sana beni beklemeni söyledim.'' Gözlerinin renginin daha belirgin olmaya başladığını çocuğun bakışlarından fark etmişti. Sakinleşmeye çalıştı düşünce yoluyla, ne kadar başarılı olabilirse tabii.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Hans Finn Landers
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Gryffindor VII | Şeytan'ın Piçi | Quidditch Takım Kaptanı
Hans Finn Landers


Lakap : HANSEY!
Rp Sevgilisi : Daenerys K. F. Landers; BETTER THAN YOURS.
Mesaj Sayısı : 1061
Kayıt tarihi : 06/11/11

Özel
Rp Puanı:
just like a tattoo § Left_bar_bleue97/100just like a tattoo § Empty_bar_bleue  (97/100)

just like a tattoo § Empty
MesajKonu: Geri: just like a tattoo §   just like a tattoo § Icon_minitimeCuma Ocak 24, 2014 6:13 pm


Danny'nin oğulları için isim aradığı günlerdeydiler. Bu konuda bitmez tükenmez bir heyecan içindeymiş gibiydi genç kadın. İsimlerin anlamlarını araştırıyor, kökenlerini öğreniyor ve hatta soyadıyla olan uyumunu inceleyip beğenmediklerini eliyordu. Hans'tan yardımcı olmasını isteyene kadar Hans tüm kararı Danny'e bırakmış ve kendi fikrini ortaya bile atmamıştı; tüm bunları umursamadığından değil, ismi koyma hakkını ona vermek doğru olanmış gibi gelmişti işte, Danny'nin mutlu olmasını istiyordu sadece. Ve şimdi, ancak Danny onun yardımını istediğinde çabalıyor olması da aynı nedendendi. Kadın ona en çok sevdiği erkek ismini sorduğunda hemen cevap verememişti tabi ki. Bu konuya hayatı boyunca kafa yormadığını o an fark etmiş gibiydi hatta, yine de bir kız ismi bulmak zorunda olmadıkları için mutluydu çünkü üstünde durduğu her isim ona başka bir eskisini anımsatıyordu; belki aynı nedenden dolayı Daenerys bir kere bile Alex ismini önermemişti. Alex hakkında konuştukları bir gün olmuştu Daenerys’le; evliliklerinin en başında birbirlerini tanımak için rastgele tüm sohbetleri açabildikleri günlerden birinde olmuştu bu konuşma, mantık evliliği yapmalarının böyle tuhaf yanları vardı ve Hans o zamanlar Danny’e karşı hiçbir şey hissetmese bile Alex denen adamdan biraz bile olsun haz etmemişti. Ancak Danny oğullarının adının Alex olmasını isteseydi kabul ederdi büyük ihtimal, bu onu mutlu etse de etmese de. Hem belki tüm Alexlerin birbirine benzemediğini öğrenmiş olurdu böylece. Belki zamanla unuturdu gerçekten adamı… Aklından bu düşünceler geçerken Quidditch sahasından okula doğru yürüyordu, geçen Slytherin Hufflepuff maçının ardından yapılacak Ravenclaw Gryffindor maçı için takım kaptanlarıyla ufak bir konuşma yapılmıştı; pek de önemli bir konuşma değildi oysa. Toprak zeminde hızlı adamlarla ilerlerken Gryffindor kulesinin çatısını dahi görebiliyordu, yıllardır her sıkıldığında sığındığı tek yer, şuan ona sadece istemeden de olsa Bartolomej kızıyla orada oturup konuştukları günü hatırlatıyordu. Gordon’ın kız ile çok özlü iksir içerek yer değiştirdiğini evlenmeden sadece iki hafta önce öğrenmişti ve şimdi her şey durulmuş, o kızla da ilgili hiçbir şeyi kalmamışken en azından kızın onun için bir zamanlar çabalamış olduğunu düşündü geç de olsa. Artık düşünmemesi gerekirdi, kendisine bu konuda binlerce söz vermişti ancak unutamıyordu ve o nedenle kendi karısı halen o bir zamanlar sevdiği adamı düşünüyorsa suçlayamıyordu.

Öğretmen odasına ait olduğunu bildiği pencereye takıldı gözü. Pencere’den bakan kimse yoktu ancak içeride bir yerlerde Liam’ın olduğunu biliyordu. Dün akşam odasında adama söylediklerini ve öylece odadan çıkışı geldi aklına ve sessizce ilerlemeye devam etti umursamadan. Söyledikleri her ne kadar ağır olursa olsun bu kez kalbi kırılan tek kişi karşısındaki değildi çünkü. Bakışlarını ilerlediği yola odaklayıp, en azından düşüncelerini dağıtmak için tekrar eski konuya döndü. Gordon güzel bir isimdi aslında, ancak ismi güzel bulmasının tek nedeninin arkadaşı olduğunu bildiği için bir şey söylememişti Daenerys’e. Hans. Garip bir şekilde kendi ismini daima sevmişti; her ne kadar kısaltma bir isim olsa da şimdi çok uzakmış gelen çocukluk döneminde aynı sınıfta birden fazla Hans olduğu için diğerler Hanslara düşman olduğunu hatırlıyordu. Bir şekilde herkes diğerlerini soyadlarıyla çağırmaya başlamıştı bir süre sonra ve Hans, sanki tek Hans'mış çağırılmaya devam edilmişti. Bunu seviyordu. Hogwarts'daki tek Hans olmayı da; insanlara en azından favori Hans'ları olduğunu söyleyip dalga geçmeyi de seviyordu. Özellikle Natalia'yı fazlasıyla gıcık ettiğinde kızı yumuşatmakta işe yarıyordu bu. "Neden illa bir konuda tek olma çabası içindesin ki?" diye terslemişti bir keresinde onu Rus Kızı, omuz silkmişti Hans "Neden bir konuda bile tek olduğumu kabullenemiyorsun ki?" diyerek. Yaptıkları sadece atışmak olsa da kendisini Rus Kızının haklı olup olmadığını düşünürken buldu. Cidden illa bir konuda tek olmak isteyip kendisinin diğer kişilerden üstün olduğunu kanıtlamak isteyen biri miydi? Düşününce... Kim istemezdi ki bunu? Alman Milli Marşının ilk cümleleri bile herkesten üstün olmakla ilgiliydi, güldü elinde olmaksızın, şüphesiz ki o marş pohpohlamaktan başka bir amaçla yazılmamıştı. Öte yandan bir ikinci adı vardı, hayatı boyunca neredeyse doğru dürüst bir kere bile kullanmadığı ve çok az kişinin bildiği. Finn. Hayır, Hans gibi bir şaheser varken neden başka bir ismi tercih etsindi ki? Daenerys Hans'ın Tanrı'nın hediyesi anlamına geldiğini okumuştu geçenlerde, sonra da dönüp Hans'a gülümsemişti. Bu anlam Hans'ı tedirgin etmişti oysa çünkü ilk kez ismin ona ait olmadığı gibi bir şüpheye düşmüştü.

    En sonunda gördü. Rüyasında bir adamı sürüklüyordu, yanında onunla birlikte olduğuna emin olduğu bir kaç kişi daha vardı ancak onların yüzlerine bakmadan, kendisini takip ettiklerinden emin bir şekilde en önden ilerliyordu. Hava karanlıktı, rüzgar sanki gerçekmiş gibi suratı yalayıp geçiyordu. Sakin bir şekilde varmaları gereken yere geldiklerinde arasındakilerden birine dönüp farklı bir ırka ait olduğunu bildiği o adamı arkadakilerden birine bıraktı ve sanki bunu uzun zamandır yapıyormuş gibi gözlerini kapattı. Gözlerini açtığında kendisini bulduğu yer baştan başa çiçekli duvar kağıtlarıyla döşenmiş olan neredeyse boş bir odaydı. Yer yer yırtılmış soluk beyaz ağırlıklı duvar kağıdına dokunarak ilerledi bu odanın gerçek olmadığını bilirken, etrafına baktığında odanın her saniye sanki cisimler buharlaşarak geliyormuş gibi ufak detaylarla dolduğunu fark etti ve rüyanın sahibi gelmeden asıl hedefine doğru yürüdü. Asıl hedef, insanlar için en önemli olan şey, daima burada, bilinçaltında, olan ilk şey olurdu. Ne yaptığının oldukça farkındaymış gibi o şeyin yanına vardığında onun sonunu getirdi; ardından sakince yandaki koltuğa oturup rüya sahibini beklemeye başladı. Büyük ihtimal ilk önce o şeyi kaybettiğini fark edecek sonrayla onu bulmaya çalışacaktı ve bulduğundaysa tek karşılaştığı istediği şeyin mahvolmuş hali olacaktı. O rüyada bu şey genç bir kızdı bu arada, Hans’a nedense tanıdıkmış gibi gelmişti ancak gerçekten tanıdığını fark ettiğinde bile sonunu getirmek için bir saniye bile düşünmemişti. Elini çenesinin altına koyup olmayan sakalında gezdirdi.


Elindeki kitabı sıkıca tuttu yürürken, okul içinde cisimlenilememesi sinirini bozuyordu. En azından bir iki ay içinde mezun olacaktı değil mi? Bu onu mutlu etmeliydi ancak ipleri sıkı tutmaya bu kadar geç başladığı için pek memnun olduğu söylenemezdi; FYBS’nin her gün biraz daha yaklaştığını göz önüne aldığında mezun olacağına sevinemiyordu çünkü sınavdan sonra iyi bir yerde olmalıydı. Her gün içinden kendisine söylediği buydu; artık sorumlulukları olan bir adamdı sonuç olarak. Sorumlulukları olan evli bir adam, yakında baba olacak bir adam… Hayalleri peşinde koşabilecek genç bir mezun değil. O gece adam gizlice okula geldiğinde Daenerys’in babasına verdiği sözleri hatırladı ve adamın ona söylediklerini de. “Bir çocuk, çocuk sahibi oluyor demek!” demişti adam sinirle gülerek, Hans’sa katı bir şekilde durumunun ve sorumluluklarının farkında olduğunu söylemişti karşılık olarak. Şuan ki yaşantısı sözlerinin canlı örneğinden başka bir şey değildi. Kütüphaneye gitmek istiyordu, eksik olduğu tüm konuları anlatabilecek düzeyde öğrenmek; Daenerys evde yardımcı oluyordu ona, bu da düzgün konuşmaya başlamalarının bir ikinci yolu olmuştu aslında. Zeki bir kadındı Danny ve bunun göstergesi olarak Hans’ın adını bile tam olarak söyleyemediği o okulda okuyordu, hoş bebeğin doğmasının yakınlaştığı şu dönemde izin almak zorunda kalmıştı. Eğer bebek yakında doğarsa Danny yaza kadar onun yanında olur, bebeğin biraz büyüğü sonbahar zamanı gelip çattığında tekrar okuluna döner ve önümüzdeki yıl bebekle Hans ilgilenirdi belki de. Hayatı boyunca yaptığı hiçbir gelecek planına uyumlu bir tablo olmamakla birlikte en uygunu buydu belki de.

    Rüyanın sahibi sonunda odaya teşrif etti. Genç bir kızdı bu, odaya girişiyle birlikte Hans onu tanımıştı. Kızın odayı süzen gözlerinden ve umursamaz gülüşünden henüz hiçbir şey göremediğini hissedebiliyordu, sadece düşünerek kızın sözde açarak girdiği rüyaya ait olan kapıyı şiddetle kapattı ve kızın irkilişiyle bir "Hoş geldin." diye mırıldandı neredeyse duyulmayan bir sesle. Girdiği rüyaları istediği gibi yönetebiliyordu, aynı bir anda kızın kendisini görmesini sağlaması gibi. Mavi bakışları kötücül bir şekilde genç kızı uzanmıştı sessizce. ''Seni tanıyorum...'' dedi genç kız mırıldanarak ancak Hans onu duydu ve güldü sadece. “Sen…” diye tekrar söze giriyordu ki genç kız Hans denilmek isteyeni anlayarak “Hı-hı” dedi öylece, ışıldayan kısılmış gözlerine gülüşü eşlik ederken. Ve genç kız kendisine yaklaştığında elini uzattı ona yeni bir şeyler göstermek üzere ancak kız elini reddedip yere baktı ve hemen ardından yerdeki kandamlalarını fark etti. Kızın çığlık atmak üzere olduğunu hissedebiliyordu, sanki çığlıklarla besleniyormuş gibi bunu heyecanla bekliyordu ancak kız dehşet içinde ''Sendin. Onu sen öldürdün.'' dedi. ''Hayır, ben değildim.” diye yalan söyledi Hans rahatlıkla ve ekledi “Hakikati mi arıyorsun?'' Kız herhangi bir cevap veremeden oda bütünüyle Knockturn yoluna dönüşmüştü yolun tam ortasındaysa genç kızın ikizi en sonunda kız içinde görünür olarak kanlar içinde belirdi. Kız nefesini tutarken arkasından yaklaştı Hans ve kulağına “Beni bul.” diye konuştu ve aynı kızın rüyasına girişi gibi sessizce çıkıverdi.


Hans tam okula girmek üzereyken arkasından birinin kendisine beklemesi için seslendiğini işitti. Sesin kime ait olduğunu anlaması için dönüp bakmasına gerek yoktu, pekâlâ tanıyordu her ne kadar bir kere bile oturup doğru dürüst konuşmamış olsa da. Oysa kaç gecedir onu rüyasında gördüğüne emin değildi, her seferinde de kızın çığlıklarıyla uyanır olmuştu; anlam veremiyordu. Yine de durup kızı beklemek yerine yürümeyi tercih etti. Her ne kadar Danny ile evlendiğinden bu yana binalar hakkındaki görüşleri yumuşamış olsa da gene de tanımadığı bir Slytherin için yolunu kesecek değildi. Umursamadan ilerledi, kızın ona sesleniş nedenini bile düşünmeden. Ancak sadece birkaç adımı sonra kızın sıcak elini omzunda hissetti. İrkildi elinde olmadan ve kız boşluğundan faydalanıp onu kendisine çevirdi. ''Sana beni beklemeni söyledim.'' Kızla bir anda göz göze gelmişti ve kızın gözlerinin koyu bir hal aldığını fark etti ancak bir yanılsa gibi olan o andan sonra kızın gözlerinin her zamanki gibiydi. Fazla kafa yormadan sadece kızı başından savarcasına “Ne istiyorsun?” dedi. Kıza bakarken rüyalarını düşünmemeye çalışıyordu, kıza baktığındaysa kızın gereğinden fazla heyecanlı olduğunu gördü; sakin görünmeye çalışıyordu ama başaramıyordu. Bu nedenle kıza yardımcı olup sert duruşunu yumuşatmaya çalıştı biraz olsun. Arkada kıza ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışır gibi bakan ikizini görebiliyordu. Rüyasında acımadan öldürdüğü o kızı… Summer ve Winter, şüphesiz ki oldukça zıt isimlerdi ve Hans her ikisiyle de tanışmak için çaba göstermemiş olsada bu zıtlığın ikizler arasında da yer aldığını duymuştu. Yıllardır aynı okulda olduğu biriyle bu kadar yabancı olmaları tuhaftı, belki de yeni fark ettiği en büyük kaybıydı bu Hans’ın. "Seni dinliyorum Archangel."

    Hans o gece tekrar yatağına döndüğünde hiçbir şey olmamış gibi yatağında uzanıyordu. Gözlerini açtı terden sırılsıklamken, uyanmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
just like a tattoo §
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: H O G W A R T S :: Okul Arazisi :: Okul Bahçesi-
Buraya geçin: