Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 annayı kim sevsin

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeÇarş. Mart 22, 2017 9:34 am

ben değil
*
you will, baby. -anna.
*

annayı kim sevsin O00zOP


En son Henry McCourt tarafından C.tesi Mart 25, 2017 8:46 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi (Sebep : Manip ekledim. :'))
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeÇarş. Mart 22, 2017 10:10 am

Uzun zamandır gelmediği kuytu bir tepedeydi. Sanki bir cisimlenme ile istediği an orada olamazmış gibi büyük dayısı Sergey Alekseyoviç'i ziyarete gelmediği müddetçe orada bulunmaktan kaçınıyor; sanki özellikle gelmiyordu. Elinde bir çiçek, dudaklarında mırıldandığı bir dua veya bir merhaba olmaksızın durmuş, önünde duran iki çift mezar taşına bakıyordu. Annesi vasiyetinde yakılmak istediğini belirtmişti; babasının yakılmasına ise Henry karar vermişti. Şimdi toprağın altında, bir iki kavanozu dolduracak kadar kül yığınıydılar ikisi de. Kim bilir belki çoktan toprağa karışmışlardı, şimdi eşelese orada en son bırakırken gördüğü manzarayı ya bulur, ya bulamazdı. Anna Alekseyovna & John McCourt, hemen altta İngilizce olarak şu cümle kazılı "Daima sevileceksiniz." ama herkes bilir ki aynı cümlenin İngilizce'de bir anlamı daha vardır ve tek oğulları Henry, o cümleyi yazdırırken de, okurken de içinden aynı şekilde telaffuz ediyordu: "Daima sevileceksin." 

Sert bir rüzgar çarpıyordu sırtına, buradan gitme vaktinin geldiğini hatırlatmak ister gibi ancak Henry gitmedi. Kalın paltosunun yakalarını kaldırıp beyaz boynunu korudu ve "Okula yeni gelen şu kızı hatırlıyor musun?" dedi annesine. "Kennedylerin akrabası gibi bir şeymiş demiştim hani, o yüzden herkes onunla ilgileniyor, sanki yaşıtımız gibi." Annesinin sesi kafasında onayladı Henry'yi, aynı on iki yıl önce öldüğü günkü gibiydi Henry'nin zihninde kadının sesi, ona dair ne varsa asla unutmamak için yıllardır çabalıyordu. "Sen yoksa onu sevmiyor musun?" demişti annesi, aynı on dört yıl önce yarı tatilde Henry eve geldiğinde söylediği gibi. On beş yaşındaki hali mutfakta bankoya yaslanmış, ev cinine yaptırmak yerine kendi kendisine akşam yemeğini hazırlayan annesini izliyordu. "Sevmiyorum." demişti omuz silkerek. "Şımarık küçük bir kız sadece." Annesi gülmüştü birden anadili Rusça'ya dönüp "Ah, benim Dimka'm." diyerek. 

Yirmi dokuz yaşındaki Henry yeni cilalanmış siyah rugan ayakkabılarıyla ince ince karla kaplı zemini eşeleyerek, "Sevmiyordum." diyebildi ve annesinin onu anladığını umarak mezar taşına son bir kez daha baktı. Kar hafiften tekrar yağmaya başlamıştı, Henry ise Karenin Aile Mezarlığı'ndan çıkmış, yürüyerek Sergey Alekseyoviç Karenin'in evinin yolunu tutmuştu. 


En son Henry McCourt tarafından C.tesi Mart 25, 2017 7:44 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi (Sebep : Yaşını yanlış yazmışım.)
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue100/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (100/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeÇarş. Mart 22, 2017 10:52 am



On bir yaşındaki küçük kız, elinde tuttuğu iksir kitabının sayfalarına dalmış gibi gözükürken, sindiği tek kişilik deri koltukta yalnızca ötesinde olan konuşmaları dinliyordu. Arkadan bakan biri onu görmezdi bile, yaşıtlarına göre kısa boyu ile kolayca sinebiliyordu karanlığın içine. Mutlu çocuklardan değildi Anna, kimse onun mutlu olmasını da bekleyemezdi. Henüz kaybetmişti ailesini, benliği söküp alınmış, kalakalmıştı yapayalnız koca bir dünyanın ortasında. Ve o daha acının tazeliğini anlayamadan, kendisini yeni bir evde, Hogwarts'ta buluvermişti. Zeki bir cadıydı küçük kız, fısıltıları duyuyordu; insanlar ona bir tür ucubeymiş gibi bakıyor, acıyor, küçümsüyordu. Zavallı küçük kız. Onları duymazdan geliyordu Anna, küçük olabilirdi lakin her vakit yaşının ötesinde düşünen bir ruhtu o. O zamanlar henüz bilmiyordu diğerleri, sadece bekleyip göreceklerdi, Anna bir anka gibi yükselecek, her yanışında doğacaktı küllerinden.

"Hayır, Mendy mi? Gerçekten onunla sevişmeyi düşünemezsin JJ." Jeremy'nin omuz silktiğini göremese bile hissetmişti Anna, grubun haşarısı olduğuna hiç şüphe yoktu. Ian ise ötede o ve Kennedy'e bakarak gülüyordu sadece. Ne kadar da parlak bir gruptular ama. Slytherin'in yakışıklı erkekleri, gönülçelenler... Ve Henry. Anna onun o grupta neden olduğunu bile anlamıyordu. Ona göre soluk tenli, sert bakışlı, yakışıklı bile olmayan zayıf bir çocuktu Henry. Anlamadığı bir şeyler vardı Anna'nın onda, sürekli ifrit misali kaş çatıyor, homurdanıyordu Anna yanlarına geldiğinde. Ve Anna inadına onun yanına oturuyor, yaşından büyük kelimelerle onu alt etmeye çalışıyordu. Başarıyor muydu? Ah, henüz küçüktü ama başarısız olmadığına da garanti verebilirdi. "Anna'yı gördünüz mü?" dedi birden Kennedy ve Henry'nin homurtusu gecikmezken karşılık verdi. "Uyumuştur, kız birinci sınıfta. Muhtemelen sütünü içiyordur aksi halde." Elinde tuttuğu dördüncü sınıfların iksir kitabına bir bakış attı Anna, sinsice gülümserken onların göremeyeceğini bilerek mırıldandı. "Oyuncak ayısına da sarılıyor mudur? Yoksa sana mı sarılmasını tercih ederdin?" Kitabı bırakıp arkasını döndü ve yasladı koltuğun sırtlığına dirseklerini. Suratındaki sinsi gülücük, onun ifadesiz suratında görülen nadir mimiklerden birisiydi oysa.

*

Elinde tuttuğu iksir kitabını yatağının yanı başındaki komidine koyarak ayağa kalktı cadı. Çıplak ayaklarına değen soğuk parkenin vücudunu ürpertmesine izin verirken, saatin daha sekiz olduğunun farkına vardı. Günlerini yatakta, elinde kitaplarla geçiren bir kadın; artık saat algısını kaybetmişti lakin onu terk eden hatıraları birer birer geri dönerken, artık kendisini zayıf hissetmiyordu. Bütün yatırımı zihniydi onun, her zaman kalbine demir örgüler örmüşken, bildiği her şey, başardığı her şey oradaydı ve birileri almıştı onu elinden... Şimdiyse, şimdiyse farklı bir yanını görüyordu hayatın. Kalbinde, küçük bir acı duydu. Saat sekizdi, evi bomboştu ve yapayalnız gezinirken boş malikanede, bir adamın eksikliğini duyuyordu: Henry McCourt.
Gelmemişti o gün. Neden gelmemişti? Daha da ötesinde, neden gelmesini istiyordu Anna? Yumdu gözlerini, ayaklarına bir çift terlik geçirip verandaya çıktı. Soğuk rüzgârlar sabahlığından içeri girip titretirken onu, baktı yıldızlara.
Sahi, neden gelmemişti?


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeÇarş. Mart 22, 2017 11:41 am

Kapı açılır açılmaz bir genç kızın sesi çınladı "Gelmezsin sanıyordum!" diye ve ardından genç kız koşarak Henry'ye sarıldı. Dün Anna da Henry'ye sarılmıştı, belki Kiti'nin sarılışı kadar canlı değildi ancak Henry'yi etkilemişti ve Henry basit bir karşılık vermeye bile çekinmişti; şimdi Henry de aynı şekilde sıkıca sarılıyordu küçük kuzenine. "Ama geldim." dedi gülümseyerek, "Stepan ile Jack de geldi mi?" Kiti Henry'nin sorusunu hızla ve neşesi asla düşmeyen tatlı bir tonla cevaplandırırken Henry Anna'nın şuan onu bekliyor olabileceğini düşünüyordu: Büyük ihtimal yanıldığını var saydı ve artık Anna'nın sağlık durumunun daha iyiye gittiğini kendisine bir kez daha hatırlatıp o eve gidiş sıklılıklarının kişisel olmaya başladığını söyleyerek kendisine kızdı. Madem her şey Anna'ya eskiyi hatırlatmak içindi, Anna eski olan her şeyi hatırladığında eski olan her şey yine eski kalmalıydı.

Paltosunu bir ev cini aldı, birkaç damla kara maruz kalmış saçlarını Kiti şakayla karıştırdı. Henry salona geçti ve evin geri kalanıyla selamlaştı. Stepan işten dolayı gelememişti, Kiti Jack'in FYBS'ye tatilde bile çalıştığını ve odasından çıkmadığını söylemişti, o nedenle o da yoktu, kaçak gelin Alison'dansa kimse bahsetmiyordu, sanki bir zamanlar hiç var olmamış gibi adı bile anılmıyordu. Yemek için sofraya geçildi. Henry'nin anne tarafındaki en küçük kuzenleri Grişa ve Nikolay küçük bir yer kavgası yapmaya başladılar, iki sarışın oğlan çocuğu da Henry'nin hemen yanına oturmak istiyordu, böylece Henry Kiti'nin yanından bir sağa kaydı ki iki yanına da bir çocuk oturup kavgalarına mutlu bir son verebilsin. Sergey güldü Henry'ye, "Kendi oğlanların olacak yaşa geldin." diye takıldı sonrasında. "Bir düğün bekliyoruz Henry, bunu bil. Annenle, baban öldüğünden beri ben seni en büyük oğlum belledim, şimdi de oğlumun evlendiğini görmek benim hakkım." Henry konuşmaların samimiyetinden haberdar olsa da, böyle konuşmalardan rahatsız oluyordu. Ortamı germemek için "Sadece elli sekiz yaşındasınız dayıcığım," dedi yüzüne anlık bir gülümseme kondurarak "yarın ölecekmiş gibi konuşmayın lütfen." Evlilik mevzusunu da tamamen es geçmişti böylece: Evleneceği kim vardı ki? İki yıl önce nişanlanacak kadar ileri götürmüştü bir ilişkisini ancak sonra o kişiyle düşündüğü her türlü gelecek olasılığından ayrı ayrı sıkılmış, bir gün öylece bırakıvermişti. Şimdiyse yıllardan beri kavga ettiği birini düşünmeden uyuyamıyordu. Böyle bir adam için evlenmek nasıl mümkün olabilirdi? Olursa kim mutlu olurdu?

Küçük Nikolay salatanın içindeki soğanları sevmediği için tabağın bir kenarına itmişti, büyük salonda yemek yerken illa ki yanına oturmuş küçük Anna'nın yaptığı gibi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue100/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (100/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeÇarş. Mart 22, 2017 10:02 pm



Yıldızlar bulutların arkasında gizlenmeyi tercih ediyordu o gece, belli ki Anna'nın gökyüzüne ziyareti hoş karşılanmıyordu. Çevirdi bakışlarını gökyüzünden ve kalçasını verandanın köşesine yasladı. Gıcırdayan eski ahşap buranın o kadar uzun zamandır bakım görmediğini belli etse bile Anna aldırmadan verdi ağırlığını ahşaba. Dayanırdı, her Malfoy gibi, malikane de dayanırdı. Huzursuz bir iç çekiş koyverdi; o gece kuşuydu, kendine dair hatırladığı yegane şeylerden birisiydi. Şimdiyse saat sekizde, karanlıkta kendisini bir kabustan uyanmış gibi bitkin hissediyordu. Belki de evden çıkmalıydı. Yetişkin bir kadın olan Anna, evde durması öğütlenmişti ve bu kurala uymuştu, uzun bir süre. Oysa artık anıları birer birer geri dönüyordu ve hadi ama, o Anna Lizzie Malfoy'du, başına ne gelebilirdi kendisini koruyamayacağı? Hevesli bir gülümseme ile geri girdi malikaneye. Dolabını açtığında pek vakit harcamadı; genellikle eski dönem cadılarını andıran elbiseler veyahut şık etekler giyerdi kadın ama bu defa sadece bir kot pantolon geçirdi üzerine. Tişörtünü giydiğinde -ki anlamsızca büyüktü, muhtemelen Kennedy unutmuş olmalıydı ama kimse onu tanımasa daha çok işine gelirdi- cübbesini de üzerine geçirmeyi ihmal etmedi. Kukuletasını örttüğünde Hogwarts'tan kaçmaya çalışan bir genç kızdan farksızdı, sadece, koca bir kadındı.

Aldı asasını eline, gözlerini yumduğunda bir panik dalgası kapladı içini. Aylardır cisimlenmemişti! Eh, hayır, bunu unutacak değildi. Sadece... Aylardır cisimlenmemişti ve cisimlenme ris- "Sikerler." Derin bir nefes aldı, Henry'nin aptal sözlerine göz yummayacaktı. Ona kalırsa vakti geldiğinde adım adım başlamalıydı böyle şeylere ama Henry doktoru değildi, akıllı bir adam da çok sayılmazdı -en azından uzun yıllar buna inanmıştı- ve Anna Lizzie Malfoy, ne isterse onu yapabilirdi. Hogsmeade'i düşledi, karıncalanmayı hissederken vücudunda, bir sorun olduğunu fark etti: Hogsmeade'i hatırlamıyordu! Hayır, belki biraz... Yine de asla her detayını bilecek kadar değil. Panik yapacak bir kadın olmasa dahi soğukkanlılığı o an için kanını dondururken, yok oldu bedeni malikaneden. Ona uzunmuş gibi gelen çileli bir yolculuktan sonra kendisini eski bir kulübenin önünde buldu. Durdu bir saniye, ardından midesindekileri bir ağacın dibine boşaltırken suratını ekşitti. Ulu Merlin adına, kadın gerçekten bir felaketti. Bu düşünce onu depresyona sürükleyip delirtme raddesine getirse de izin vermeyecekti. Burası sessiz, gürültüsüz ve tenha bir kasabaydı; pekala Hogsmeade ile alakası da yoktu. Aldı asasını eline, ne yaptığını anlamaya çalışırken, adrenalini bir kez daha hissediyordu içinde. Son zamanlarda adrenalin yalnızca Henry odadan içeri girdiğinde, ona anılarını anlattığında ve hafif ten temasları kurduğunda yükseliyordu sadece vücudunda. Bilmezdi Anna, bir adamın dokunuşu niçin bir kadının kalbini tek seferde kilitlerdi?

*

İkinci sınıftaydı, iksir dersi için anlamsız malzemelere ihtiyacı vardı ve o malzemeleri bulacaktı. Profesöre gittiğinde ödev için yapmak istediği iksirin onun yaşını aştığını söylemiş, vermemişti malzemeleri. Saçmalık. Sinirle çıkmıştı odasından adamın ve koridorları hızlı adımlarla geçerken hiçbir şey yokmuş gibi Henry ile de karşılaşmıştı. Kızın küçük haşin adımları ile yanından geçişini uzun uzun izlerken ona burun kıvırdı Anna. Geçen bir seneyi onu delirterek geçirmiş olmasına rağmen, bu sene ona onun taktiğiyle yaklaşıyordu. Basitçe onu yok sayıyordu. Tamam, belki arada hala delirtiyor olabilirdi ama küçük kızı zevkleri için kimse suçlayamazdı.
İnmeye başladı merdivenlerden, durmadı yasak ormana kadar. Ne aradığını biliyordu, nerede bulacağını biliyordu ve kimsenin kendisini özleyeceğini de düşünmüyordu. Onlar fark etmeden dönmüş olacaktı, profesörün de gözüne iksiri sokacaktı. Hırsla, başına buyruk küçük cadı elinde asasıyla başladı ormanda ilerlemeye. Korkmuyordu. Belki de korkmalıydı ancak bu Anna'ydı, ailesi gözünün önünde öldürülmüş bir insan, aptal bir ormandan mı korkardı?


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimePerş. Mart 23, 2017 2:05 am



Burada olduğu her saniye biraz daha sıkıldığını hissediyordu, o nedenle ki eğer ayıp olmayacak olsa  yemek bittikten hemen sonra çıkıp gidebileceğini düşünüyordu: Eğer içinde bulunduğu insanlar aile üyeleri olmasa bunu yemek bitmeden bile yapardı ancak şimdi en erken yemekten yarım saat sonra kalkardı ki bu da toplamda en erken bir saat sonra demekti. Yemek servisini yapan hizmetçilerin hızlı olmasını diledi içinden, önündeki yemeği hızla yemeye devam ederken. Kızlar malikanede olduğu için Anna için endişelenmiyordu, büyük ihtimal o da şuan kız kardeşleriyle akşam yemeğini yiyordu. Hoş, en başlarda her an Anna'nın yanında kalmaya dikkat etseler de şimdi herkes yavaştan kendi hayatına dönmüştü ve o nedenle Anna'nın şuan evde onlarla mutlu bir şekilde yemek yiyip yemediğini söylemek o kadar kolay değildi. Bunu düşününce bir an için, keşke gitseydim, dedi içinden bir ses ancak hemen sonra Anna ile baş başa yemek yemek zorunda kalmalarının o kadar da güzel sonuçlanmayacağını hatırladı: İkisi de susuyordu, bir şeylerden bahsetseler ve belki biraz eğlenir gibi olsalar Henry bu durumdan rahatsız oluyor ve yarıda kesiyordu. Tuhaf, aşılamaz bir atmosfer vardı daima, yıllardır özenle ördükleri duvarları yıkıyorlardı sanki ancak düşen her tuğlanın yerle buluştuğunda oluşturduğu ses kulaklarını sağır ediyor, parçaların oluşturduğu toz bulutu boğazlarını yakıyordu. Belki Anna hiçbir şey hatırlamadığı için her şeyi doğal karşılıyor, bir arkadaşıymışcasına gülüp eğlenmek istiyordu ancak Henry her şeyin farkındayken bunu yapamıyor, yapmak istemiyordu. Bu fikir... Anna'nın her şeyi Henry'yi yeniden tanıdığı için yaptığı hissi Henry'yi yabancılaşmış hissettiriyordu. Bu fikir... Anna'ya yeniden kendisini tanıtmak, kızı kendisinden nefret ettirmek ve sonrasında sadece kendisi olduğu için sevilmek istiyordu. Aynı şimdi kendisinin Anna'yı aynı o şekilde sevdiği gibi. Her şeyi unutmuş birinin Şeytan'ı bile sevmesi sağlanılabilirdi, oysa Şeytan'ın Şeytan olduğunu bile bile sevmek ancak delilerin yapabileceği bir işti: Birinci olasılıktaki sevgi sadece kandırmacaydı ve Henry'ye göre şuan Anna ile arasında bir şey oluyorsa veya olacaksa olan yalnızca buydu. Hasta birinin zaaflarını kullanarak kendinin yapmak, bu yapılması hiç de zor bir şey değildi, hele ki Henry gibi insanlara kur yapmaktan anlayan birisi için ancak bu kez bunu yapmak, hislerinin tamamen doğru olduğuna inansa da açılmak, istemiyordu zira eğer açılırsa ve karşılık alırsa geleceğini bir kandırmacayla kurmuş olur, aslında gerçek olmadığını bildiği bir gerçekliğe mahkum kalırdı.

"Ne düşünüyorsun böyle?"

"İşleri." diye yalan söyledi doğallıkla.

"İşten çıktıktan sonra işi düşünmeyi bırakman gerekir, yoksa tüm hayatın iş olur."

"Çıktıktan sonra düşünmezsen geri döndüğünde devam etmen zorlaşıyor." dedi sakince. Düşünülen nesnenin adı "iş" olmuş olsa da o sadece düşündüğü şey hakkında konuşuyordu.

"Aklına takılan kısmı eve de getiriyorsundur sen."

"Genelde orada kalıyorum."


*


Anna'nın yanından suratına bile bakmadan geçmesini özgürlük sayıyordu Henry. Aynı tüm diğer küçük sınıfların yaptığı gibi, birbirlerini tanımıyorlarmış gibi davranmaları muhteşemdi: Bir şekilde küçük kız hayatından çıkmıştı, her ne kadar geri kalan tüm küçük sınıflardan daha sert adımlarla yürüyor olsa da varlığını hissetmiyordu. Eğer Kennedy'lerle oturuyorken de birden yanlarında bitmese her şey tam olarak iyi olabilirdi ancak başlangıç için bu kadarı da güzeldi: Kız neden kendi yaşıtlarıyla daha çok vakit geçirmiyordu ki?


Ütülü beyaz gömleğini ve üzerindeki çizgili, yeşil kravat yanından geçtiği pencerelere yansıyor içinde sanki yalnız yürümüyormuş gibi bir his uyandırıyordu. Camdaki aksini ara ara izliyordu. Elinde bir kitap vardı, şuan yürümekte olduğu bugünkü son dersinin kitabı: Sihir Tarihi. Bu ders en sevdiğiydii savaşlar ve politikalar, yüzyıllarca gelip geçmiş tüm hin kafaların verdiği keskin kararlar... Dersi anlatan öğretmen bir hayalet bile olsa Henry'nin en heyecanlandığı ders buydu ve kolundaki dedesinin hediyesi saate göre yalnızca üç dakika kalmıştı. Akşam güneşi gözlerine çarptı ve Henry dönüp aynadaki aksine son bir kez daha baktı ancak bu kez gördüğü aynı camdaki aksine benzeyen siyah saçlara sahip küçük bir kızdı ve Yasak Orman'a giriyordu. "Anna Lizzie Malfoy..." diye mırıldandı huzursuzca "Ne bok yediğini sanıyorsun sen?"

Cam'a yaklaşıp yukarıdan kızı ormanın içinde görebildiği ana kadar izledi, oraya gidip onu çıkartmalıydı ancak bir yanı açıkca kızın orada zarar görüp kendisine gelmesini istiyordu. Bir saniye düşündü, daha uzun değil. Ardından Kennedy'ye onu ormana yönlendirecek bir patronus yollayıp kendi dersine koştu. Bu onun derdi değildi ancak Kennedy ilgilense -ve hatta kendi adı hiç geçmese- iyi olurdu.




En son Henry McCourt tarafından Salı Mart 28, 2017 1:02 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue100/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (100/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimePerş. Mart 23, 2017 3:06 am



Anna uzun zamandır cisimlenmemişti, Anna uzun zamandır ciddi büyüler yapmamıştı ve pekala patronus yapmayı denememişti bile. Hatıraları sonradan bir kitaptan okuduğu bilgiler gibiydi, öğrendiğini ve bildiğini hissediyordu lakin kendisine ait olduğunu hissetmiyor, onları yaşayamıyordu. Aldığı yaralar keskindi kadının ve şifacıların söylediklerine göre bir kez kendine ait hissedince, anıları yeniden kıymet kazanacaktı. O zamana kadar... Ne düşleyebilirdi ki patronus için? Pek çoğu Anna'nın içinin ölü olduğunu düşünürdü: çok gülmez, çok eğlenmez, hep ciddi takılır, disiplinle gelirdi. Lakin kadın patronusu için tutunacak mutlu anıları bulabilirdi; kendi başarıları, üç büyücüyü kazandığı vakit, kardeşleriyle olan birkaç anı... Şimdi, pek de hissedemiyordu içinde onları. Ne önemi vardı ki? Kıstı gözlerini, patronus göndermeye ihtiyacı yoktu, her neredeyse bir başına kurtulabilirdi. İlerlemeye başladı kasabanın içinde, giderek terk edilmiş olduğundan emin oluyordu ve bu pek iyi haber sayılmazdı. Bir kasaba neden terk edilirdi? İlerledikçe ilerledi, en sonunda boş evlerden birinin kapısını araladı. Gıcırdayan kapıyı açtığında küf kokusu yükseldi içeriden, ağır bir koku daha... "Merlin!" Bir cesetle karşılaştığında geri adım attı hızla bir refleks ile. Kara büyü o kadar belirgindi ki bedende ağzını kapatarak çıktı sokağa koşar adımlarla. Her kim geçtiyse oradan, her kim yaptıysa bunu, devamı olduğunu içten içe biliyordu. Kimse dokunmamıştı buraya, gelmemişti belli ki. Terk edilmiş, dışlanılmış, lanetlenmişti bölge. Karanlıkta elindeki asanın ışığını kıstı hafifçe. "Peki ben burayı neden biliyorum?" Birden korku dolu bir his sardı içini: ya bunu yapan kişi oysa?

Anna Lizzie Malfoy, bir kara büyücüydü, alnında yazarak gezmese dahi çoğu kişi biliyor, anlıyordu. Damarlarında gezen yetenek karanlık sanatlar ile süslenmişti, lakin, kadın kötü bir büyücü değildi. Çoğunlukla insanlar ondan nefret edip korkmayı seçerdi; herkes saygı gösterir lakin ondan uzakta kalırlardı. Pekala korkulan o kadın, gerçekten bu kadar nefret edilesi miydi? Bunu yapabilir miydi? Titremeye başladı eli, yapabilirdi; asıl soru, yapmış mıydı? Olduğu kişi bu muydu? Son zamanlarda, sadece olmadığı biri olmaya çalışıp kendisine sakin bir hayat mı öngörüyordu? Korktu. Geri cisimlenmeyi düşünse de halen zayıf hissettiği midesi ve vücudu buna izin vermeyecekti. Orada yalnızdı. Koşamazdı, kaçamazdı; yerini bile bilmiyordu. Sakin olmaya çalıştı, onu o yapan şey bu soğukkanlılığı iken onu kaybetmemeliydi. Düşündü, aklına kardeşleri gelse de bu felakete onları sürükleyemeyeceğini biliyordu. Eğer suçlusu gerçekten oysa, bunu görmemelilerdi. Asasını salladı, patronus için gerekli kelimeler dudaklarından dökülürken, bir anka belirdi asanın ucunda. Bütün ihtişamıyla saydam kanatlarını çırparken patronusu, Anna'nın aklından tek bir şey geçiyordu: Henry McCourt. Kadının uyuduğunu zannederek saçlarını okşadığı bir andı, sakindi Henry ve Anna bu defa onun kaşlarını çatmadığını hissediyordu. Mırıldanmıştı kadının kulağına, kendisinden nefret etmesi gerektiğini söylemiş ancak bunu söylerken ses tonunda tam tersini ima etmişti. Anna, bu yaşına kadar, hep ondan nefret etmeyi seçmişti. Şimdiyse... Yutkundu, ruhunu karanlıktan kurtaran tek bir anının adam olması tüm vücudunu ikinci bir şokla sarsa da, fazla düşünmedi. İzin verdi patronusun adam neredeyse oraya gitmesine, onu kendisine getirmesine. Hayır hayır fazla düşünemezdi, silerken aklından diğer tüm olasılıkları, kendine bir söz söyledi. Onu çağırabiliyordu zira onu kaybetmekten korkmuyordu, ona sahip değildi, asla da olmayacaktı.


*

"Anna Lizzie Malfoy, burada ne halt ediyor-" "Sen beni nasıl buldun?" Atarlı bir şekilde Kennedy'e kaşlarını çatan küçük kız, onun Bartolomej sarısı saçlarını savurarak kendisine yürümesiyle ellerini beline koydu. İstediği bitkileri bulmuştu; yine de, suratında onlarca küçük yara izi -yanlış ağaca dokunmuştu ve ağaç birden canlanmış, dikenlerini kızın suratına çarpmıştı- ayaklarında kaşımaktan kızardığı belli olan bölgeler vardı. Ne vardı yani, küçük orman yaratıklarını hesaba katmadıysa! Neticede başarmıştı ve geri kalan zorluklar bir şekilde geride kalacaktı. "McCourt söyledi değil mi? Ehh. İyiyim ben." "Eminim öylesindir, gel buraya." Suratını astı Anna, itiraz etmeye pek yüzü yokken takındığı inatçı ifadeyle onun yanına geçti. "McCourt'u sevmiyorum. İşime burnunu sokmasa olmaz." Kennedy güldü, asasını sallayıp kızın suratındaki yaraları geçirirken inledi Anna. "Acıtmayacağını söylemedim." Sustu, bir başkası olsa yanında zayıflık göstermezdi bile ancak Kennedy kendisine bir ağabey gibiydi. O zamanlar... İleride en yakın dostu olacak, her şeyini onunla paylaşacaktı. Sadece iki yıla daha ihtiyacı vardı. O zamana kadar, şartlar belliydi. Ve Anna isyankar bile olsa, homurtuyla yetindi. "Belki de senin beceriksizliğindir."

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimePerş. Mart 23, 2017 6:15 am

Küçük Nikolay etini kesemeyince Henry bir bıçak ve çatalla oğlanın tabağındaki eti oğlana çatal bıçağı nasıl tutarak nasıl keseceğini anlatarak kesmeye başlamıştı. Çocuk pür dikkat Henry'nin parmaklarını izliyordu, ağabeyi Grişa da merak edip ayağa kalkmış sanki ilk kez bıçak ve çatal görüyormuş gibi izlemeye başlamıştı ve belki biraz da kıskanmıştı ki, Nikolay'ın tabağındaki iş bitince Grişa kendi etinin de o şekilde kesilmesini istedi. Anneleri çocuklara şımardıklarını söyleyip kızmaya başlamıştı, çocuklarsa annelerini duymadan Henry'ye asa ile de et kesip kesemeyeceğini sormaya başlamışlardı büyük merak ve neşeyle. Henry "Elbette kesilir." dedi, "Asa ile büyüyü bildikten sonra istediğin her şeyi yapabilirsin ama çok ezber gerektiriyor."
Grişa güldü ve Nikolay'ın daha çarpım tablosunu bile ezberleyemediğini söyledi. Nikolay ise onu yalanlıyordu, böyle olunca Henry Grişa'nın etini keserken Grişa Nikolay'a sekizin katlarını sormaya başlamıştı. Aralarındaki konuşma uzarken ve hızlanırken Henry çocukları uyarmasa da dayısının onlara kızacağından şüphelenerek çaktırmadan dayısına baktı. Korktuğu tabloyu görür gibiydi adamın çocuklara bakışında ve oturuşunda ancak şans eseri bu curcunayı kesen dayısı değil, aniden evde dönmeye başlayan bir parlaklık oldu. "Parlak bir şey!" diye bağırmıştı Grişa ve "Bir kuş sanki!" demişti Nikolay. Masadaki Muggle olmayan tek birey olarak içeri girenin bir patronus olduğunu sadece Henry biliyordu, ki kuşun bir Anka olduğunu fark ettiğinden içi aynı Grişa ve Nikolay gibi heyecanla titriyordu, Grişa'nın etinin son kısmını kesip bıçakla çatalı bıraktı ve dayısı ile yengesinin endişelenmemesi için "Bir haberci." dedi hemen, "Biri birini acil olarak çağırmak istediğinde ona asasıyla ışıktan bir hayvan gönderir." Anka Henry'ye gönderildiği için gelip onun omzuna konmuştu. Kuşun konduğu omza yakın oturan Grişa tiz çığlık atarak kaçtı, ilk önce Nikolay, daha sonra Kiti ve Henry ona gülmeye başladılar.
Nikolay ışıktan kuşu biraz sevmek istedi.
Henry derhal gitmesi gerektiğini söyledi, bir yandan Anna'nın bunu neden göndermiş olduğunu düşünüp endişelenmeye başlamıştı.
Henry ayağa kalmış paltosunu giyerken iki çocuk da patronusa dokunmaya çalışıp kıkırdamakla meşguldü.


Bir buhar halinde St. Petersburg'dan Londra'ya doğru olan patronusun liderlik ettiği yol kısaldıkça Henry'nin endişeleri daha da artıyordu ve bu gece orada olmadığı için kendisine daha kızıyordu. "Hayatında bir kez olsun bencil olma." bile dedi kendisine, "oraya gitmeye devam et, arkadaşı gibi davranmaya devam et, aptal hislerini bir yana bırak ve onu yalnız bırakmamaya devam et. Onun hala hasta olduğunu unutma, neler olduğunu unutma." Patronus hızla alçalmaya başladığında Henry de onunla bir alçaldı, üzerinden geçtikleri onlarcasına kıyasla karanlık, ışıksız bir şehirdi sanki şuan inmekte oldukları ancak aldıkları hızdan dolayı her yer flu iken tam bir yorum yapmak da yanlış olurdu, kuş kavislendiğinde Henry de yere yaklaştıklarını anlayıp yavaşladı, her şey görünür olduğunda o da güvenle kendi cismini geri aldı. Kuş yürüyerek bir kişiye doğru gidiyordu şimdi ve orada bekleyenin Anna olduğunu de kuşun ışığı ile ayırt edilebiliyordu, geri kalan her yer... Harabeydi. Henry adımlarını hızlandırdı. Koşup Anna'ya sarılmak istiyordu ancak fazla kaçacağını düşündüğü için kendisinin sadece daha hızlı yürümesine izin veriyordu. Asasını çıkarıp ışık için lumos büyüsü yaptı, Anna'ya ulaştığında patronusun yok olacağını bilerek. Anna'ya yaklaştığında kendisi de yok olsaydı keşke, böylece tüm bu utanç dolu hislerinden kurtulurdu ancak tabiki de böyle bir ihtimal yoktu. "Neden evde değilsin?" diyiverdi. "Burada ne arıyorsun Anna?"
Asasının ışığı Anna'nın yüzündeki korkuyu aydınlatıyordu ve Henry keşke daha iyi şeyler demeye hakkı olsaydı diye düşünüyordu.
Sarılamadı kıza, kızı kendisine çağırarak ancak dayanamayıp bir eliyle onun üşümüş elini kavradı sıkıca. "Ben buradayım, tamam mı? Korkulacak hiçbir şey yok. Biri bir şey mi yaptı, söyle ve ona on katını yapayım."

*

O akşam saat sekiz buçuk dokuz civarı Slytherin Ortak Salonu'nda en çok eğlenen kişi hiç şüphesiz Jeremy idi. Olan olayı öğreneli saatler olmuş olsa bile yaptığı espriler henüz sona ermiş değildi, Kennedy'ye olanları tekrar tekrar anlattırıyordu, Henry'ye sorular soruyordu ve Anna'ya da Anna iksiri yapmak üzere ortak salondan ayrılmadan önce bir çok şey söylemişti. Kennedy ve Ian bir daha bir şeye ihtiyaç duyarsa kendilerine gelmesini öğütlerken, Jeremy ormanla ilgili bilgiler almaya çalışıp bunlarla ilgili kimsenin aklına gelmeyecek laflar bulup kızı güldürmüştü: Bu sırada Henry hala dersteydi, o nedenle ortak salona döndüğünde Anna'yı görmemişti, bu iyiydi; üstünü değiştirip aşağı tekrar inip Kennedylerle bir iksir dersinin ödevini yazarken de görmemişti, bu da iyiydi. Şimdi ise geniş büyük salondaki siyah deri koltuklara kurulmuşlarken küçük kız salonun kapısını açmış ve Jeremy elini havaya kaldırarak onu yanlarına çağırmıştı, bu iyi değildi. "Demek Anna'nın zarar görmesinden korkup onu ormandan kurtarması için Kennedy'ye söyledin Henry?" dedi bir drama yaratmanın verdiği bariz keyifle -sanki magazin gazetecisi olacaktı- sanki konuyu daha önce hiç dinlememiş gibi. "Sadece Slytherin'in iyiliği için." dedi Henry, gelmiş olan Anna'ya bakmadan. "Eğer bir Slytherin olmasaydı, bırakırdım istediği şeyi yapsın ve ben de gidip bir profesöre söyleyerek binaya puan kazandırabileyim ama bugünkü şekilde eğer bir şey olsaydı biz puan kaybedebilirdik." Anna'nın konuşmadan rahatsız olduğunu çocuksu, sıkkınlığını saklayamayan tavırlarından anlayabiliyordu. "Ne demek "eğer bir Slytherin olmasaydı,"? Aramızda Slytherin'den başka bir binaya gidebilecek herhangi biri varsa o da yalnızca sensin. Ben bir Malfoy'um, sense bir McCourt. Slytherin bir McCourt nerede görülmüş, herkes söyler bunu. Okul arşivinde bile McCourtların hepsi ya Hufflepuff, ya Gryffindor. Hem ben safkanım, seninse baban bir melez, annen de bir Muggle!"
BURN
Henry sakince dinlediği tüm bu sözlerin sonunda hafif büyümüş bakışlarını diktiği yerden ayırıp Anna'ya baktı ve gülümseyerek "En azından ikisi de hala hayatta." dedi. BURN
"Henry, dikkatli konuş!"
Birden bağıran Ian'dı.
Henry ona döndü ve "Ne diyorum ki?" dedi. "O gerçekleri söylüyor, ben de gerçekleri söylüyorum. Bunda hiçbir yanlış göremiyorum, sorun ne Ian?"
Deri koltuğa iyice sırtını verip bakışlarıyla gülen suratını Ian'a dikmişti şimdi.
Ian oturduğu yerde öne doğru eğilmiş bir halde ciddiyetle "Sen ondan büyüksün, biraz anlayışlı ol."* dedi.
"Ah... korkarım olamam." dedi Henry basitçe. Altta kalmamak gibi bir huyu vardı, karşısındaki kim olursa olsun, kaç yaşında olursa olsun onun için fark etmiyordu ve bunu Henry de, altı yıllık arkadaşı Ian da pek iyi biliyordu.
"Önemli değil Ian." dedi Anna kendisini korumaya çalıştığını bildiği Ian'a.
Henry de gülüp "Duyduğun gibi, önemli değil Ian." dedi aynı şekilde Ian'a.
"Seninle konuşmuyorum."
"Oh... Bebeğim lütfen konuş benimle." Henry Anna'ya bakıp bunu söylerken sesini dalga geçtiği belli olsun diye inceltmişti, hemen sonra gözlerini devirip normal sesiyle konuştu "Her neyse," diye başlayarak "Eğer bir şeye yasak denmişse, o yasaktır ve onu yasal saydıracak bir yol bulamadığın sürece yapmasan daha iyi olur."
"Seni duymuyorum." dedi Anna soğukça.
"Devam et. Dürüst olmak gerekirse senin hakkında yalnızca bunu seviyorum."
"Ben senin hakkında hiçbir şeyi sevmiyorum."
Henry son kez gülümsedi Anna'ya:
"Sen küçük kız, hem beni duyuyorsun, hem benimle konuşuyorsun ve -tüm söylediklerinin böyle tersi çıkıyorsa- belki de beni seviyorsun."


_
*Ian bunu hayatı boyunca Henry'ye söyleyecek sonra. :'D
+Henry'nin 12 yaşındaki kuzenleriyle ilgilenişi vs. 12 yaşındaki Anna'ya olan tavrı bhnjmk

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue100/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (100/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimePerş. Mart 23, 2017 10:32 pm



Adamın eli eline değene kadar kontrolünü kaybetmişti Anna. Dakikalardır yalnızca nefes alıyordu, bir başına durduğu terk edilmiş sokağın ortasında; korku doluydu bakışları, kilitlenmiş, kapanmıştı içine bütünüyle. Onun sözlerini işittiğinde, yüreğine küçük bir rahatlama hissi yayıldı lakin içine düştüğü korkudan kurtulamadı. Baktı ona boş gözlerle, sözlerine anlam vermeye çalıştı, ona inanmak istedi... Oysa, bir yanı bununla boğuşurken, bir yanı adama inanmak isterken baktığı gözlerin, tuttuğu elin sahibinin Henry olduğunu söyledi kendisine. Sarılmak istedi ona, hayatı boyunca güçlü kalmaya o kadar uğraşmış kadın, o zayıf anında sarılıp ondan güç almak istedi. Ve düşünmedi de, kasabanın ölü ruhu öylesine baskındı ki uzun boylu adamın kollarının altından sardı kollarını ve başını göğsüne yasladı. Kalp atışını duydu o anda onun, kalbi olması gerekenden çok daha hızlı atarken, ellerinin vücudunu koruyucu bir şekilde sardığını hissediyordu. Bıraktı kendini anın büyüsüne, sadece ve sadece Henry'nin orada olduğunu ve burada her ne olduysa üstesinden gelebileceğini düşündü. İnanmayı seçti adama. Doğru olmasını diledi sözlerinin.

Anlamsızca aralandı dudakları fakat mırıltıdan fazlası dökülmedi dudaklarından, telaşlı kelimeleri yeterince gür değilken, uzandı adamın parmakları kadının suratına ve geri çekti başını. Değdi gözleri birbirlerine... Yalnızca cılız bir asa ışığı aydınlatırken ölümün  kol gezdiği sokakları, onun gözlerinde daha önce hiç tanık olmadığını düşündüğü bir bakış gördü: endişe. Bu defa derin bir nefes aldı, kendi elleri onun göğsünde ondan güç alırken, çatıldı kaşları. Anna'nın suratı mimiksizliğe alışıktı, bu defa, buzları erirken yüzünün, her bir duyguyu seriyordu adamın seyrine. "Bunu ben yaptım, değil mi?" Burada bulunduğunu hatırlamıştı adamın gelişini beklediği süre zarfında; saldırdığını hatırlıyordu, dudaklarından dökülen lanetleri... Giderek emin oluyordu ve yüreğinde duyduğu nefret giderek açlıkla artıyordu kendisine karşı. "Laneti hissedebiliyorum, kara büyüyü, ölümü. Burada olduğumu biliyorum." Titredi sesi, kaçırdı gözlerini adamdan ve kendi ellerine baktı. Narin parmakları ne kadar kanla kirliydi kim bilir, çekti adamın göğsünden. Sıyrıldı ondan ve evde yaramazlık yapmış küçük bir çocuk gibi, lakin çok daha yıkıcı bir hiddetle kendisine karşı, fısıldadı. "Ben bir canavarım." Çatıldı kaşları, savaş verdiği o kadar açıktı ki kendisine doğru bir adım atan Henry'den bile hızla kaçtı. "Bu yüzden beni asla sevmedin, değil mi? Bu yüzden en başından beri kaçıyorsun benden, bu yüzden bana bakmaya katlanamıyorsun." Kısıldı sesi, her şey yerine oturuyordu. Anıları bölük pörçük olmasına rağmen, aralarındaki ilişkiyi hatırlayacak kadar biliyordu. Çocukluğunu hatırlıyordu, daha o zamanlar bile sevmezdi Henry kendisini, daha o zamanlar bile kaçardı kadından. Ve şimdilerde, ona bakıyor ancak bakmaması gerektiğini dile getiriyordu her fırsatta. Bulduğu her an, sadece kavgalarını anlatıyor, sadece onları çarpıyordu yüzüne.

Acı dolu bir saniye sonra, katiline koşan bir kurban gibi, tekrar baktı adama. Kesildi nefesi ve o an, yeniden nefes almak neredeyse imkansızdı onun için. Kalakalmışken onun gözlerinde, esen keskin rüzgârla sarsıldı bedeni. Bu Anna'nın cehennemiydi. Belki de o bedenlerden bir farkı yoktu. Çoktan ölmüştü kadın.

*

"Sen küçük kız, hem beni duyuyorsun, hem benimle konuşuyorsun ve -tüm söylediklerinin böyle tersi çıkıyorsa- belki de beni seviyorsun." ŞOK.
Küçük kız açılan kocaman ağzıyla Henry'e bakarken ölümcül bir sessizlik yayıldı ortama, ta ki Jeremy kıkırdayana dek. Henry de ona eşlik ettiğinde, epeydir bu kadar sinirlenmemiş olan küçük kız kalktı yerinden ve ellerini beline koydu. Sinirden ne diyeceğini bilemeden ona bakıyordu ve bu Anna'nın başına sıklıkla gelmezdi, hayır, hiç gelmezdi. Anna, yaşı ister on bir, ister on iki, ister yirmi iki olsun her zaman vereceği cevabı bilirdi. Şimdi, kendisinden sırf dört yaş büyük ve o zamanlar henüz küçük bir kız diye susacak değildi. Silkelendi, dudaklarını araladığında ortak salonda birkaç kişinin daha gözlerinin onlar üzerinde olduğunu biliyordu.
"Sen, bay çok bilmiş, kendini bir halt sanıyorsun ama olduğun şey yersiz bir egonun boş gürültüsü." İmalı bir bakış atıp devam etti sözlerine kimsenin kesmesine izin vermeden. "Dünyada son erkek kalsan, hayır hayır, tek canlı kalsan, sensiz yaşamayı yeğlerdim. Eğer benim sevmeme bu kadar meraklıysan, gidip kendine yeni bir kişilik bulmalısın." Bunu söylerken suratı kızarmamış olsa güzel bir kavga denilebilirdi ancak küçük Anna, sinirlerine hakim olmakta o aralar pek de iyi değildi. Hıhlayıp saçlarını savurduğunda ileri gitmeye yeltendi, Jeremy bir kez daha güldüğündeyse ona pis bir bakış attı. "Hahaha çok komik."

*

"Ondan nefret ediyorum anne." İkinci sınıfa geçmiş Francesca, aile arasında Henryanna -gerçek ismini neredeyse iki aylıkken bulmuşlardı- Hogwarts trenine binmek üzereyken neredeyse ağlayacaktı. "Benden büyük olduğu için kendini bir şey sanıyor." Anna en küçük çocuğunu, ki o gelene kadar diğerlerinin hepsi -Merlin biliyor William bile- koca adam olmuşlardı, perona götürürken arkada birileriyle konuşan Henry'e bakıp gülümsedi. Ayırmadı gözlerini kocasından lakin dikkatle kızını dinlemeye devam etti. "Ondan hoşlanmıyorsam onun yanında oturmamalıymışım. Ama o kompartımanı önce ben gördüm! Hem, William oraya adını kazımış. Eğer oraya oturmazsam trenin ruhunun üzüleceğini söylüyor." Ah küçük tatlı Francesca... "Trenlerin ruhu yoktur tatlım." "Hayır var. Her şeyin ruhu vardır. Sadece biz anlayamıyoruz." Kızının on iki yaşında mı yoksa yüz iki yaşında mı olduğuna emin olamadı birden Anna lakin tartışmadı onunla. Artık yaşlanmıştı, bakarsınız hala alımlı bir kadındı ve şüphesiz ki ismi hala insanlarda saygı uyandırıyordu fakat dört çocuktan sonra eski Anna'dan kalan bazı izler silinmişti. Halen disiplinli olmasına karşın çocuklarına birebir kendi doğrularını öğretemeyeceğini kabullenmişti. Onların özgürlüklerine saygı göstermeyi ve mümkünü varsa daha az inatçı olmayı. Henry için geçerli değildi bunlar elbette; ah hayır, onu her zaman tüketecekti, öbür türlü yataklarının ruhu üzülürdü! "İşte orada." Gösterdiği çocuğa baktığında, çocuğun gözlerinin de kızının üzerinde olduğunu fark eden Anna topluluk içinde imajını bozmasa da içten içe güldü. Birkaç saniye Henry'i bekledi, adam onun boştaki koluna girerken kızıyla konuştu Anna. "Zamanında benim de nefret ettiğim bir çocuk vardı. Beni hep deli ederdi. Aynı ortamda bulunmaya mecburduk ama birbirimize katlanamazdık." Küçük kız hevesle kaldırdı bakışlarını, Henry de piç bir gülümseme ile kendisini izlerken kızları atıldı. "Eeee sonra?" Henry'e baktı Anna, dudaklarına küçük bir öpücük kondurup kızına gülümsedi. "Şimdi kızımızın nefret ettiği çocukları dinliyoruz." Güldüler, Francesca gülmedi, küçük dudakları sinirle kıvrılırken Anna onun kulağına eğilip fısıldadı. "Ama istersen sana onun ödevlerini nasıl sabote edeceğini öğretebilirim. Sadece benden duymamış olacaksın."



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimePtsi Mart 27, 2017 10:31 am

Anna hafızasını kaybettiğinden beri Henry her şeyi daha iyi hatırlar olmuştu. Aylar önce St. Mungo'da tüm gözlerin aynı anda kendisine yönelmesi ile nasıl da görevin sahibi olduğunu hatırlıyordu: Şifacı maalesef ki genç kadının tüm mutlu anılarının silindiğini söylemişti, o nedenle yanına giren çoğu kişiyi hatırlamakta zorlanıyor ve neredeyse herkese -kız kardeşlerine bile- endişe ile bakıyordu ki genç kadının bakışlarındaki bu endişe çok geçmeden odaya giren herkesin ifadelerine taşınmıştı. Tek kişilik ve büyük bir odaydı bu oda, Kennedy'nin ayarladığı. St. Mungo'nun her yeri savaşın izlerini taşırken Anna'yı otel odası gibi bir odada tutmakla, diğer hastaların arasındaki farkı göremiyordu Henry: St. Mungo en gelişmiş büyücü hastanesiydi ve Anna -diğer hastalarla tamamen aynı doktorlara muayene oluyor olsa bile- yatakta baygın yatarken bile tabi ki bir tahtta durmalı, yanında her daim onu gözetecek hemşirelere sahip olmak zorundaydı. Henry eşitlik düşkünü biri olduğundan değil, abarttıklarını düşündüğünden, hastaneye gelince koridorda karşılaştığı Jeremy'ye "Ne gerek var ki?" demişti, "Nasılsa yarın eve çıkar." Sanki geçen gün gölgelerle olan savaşta "Anne" diye anıldığını öğrendikleri en büyük gölgenin Anna'ya saldırışına bire bir tanık olmamış gibi rahat konuşuyordu ki rahat konuşmasını engelleyecek hiçbir hissiyatı da yoktu zira savaşta o anı gördüğünde Anna'nın öldüğünü varsaymıştı ve şimdi Anna'nın tekrar canlı ve odak merkezi olması Henry'nin canını sıkıyordu. Anna'dan asla Anna'yı öldürecek kadar nefret etmemişti, Henry için kimse kendisini katil yapmaya değmezdi zira ancak Anna'yı ölüme çok yakın gördüğü o sahnede içinde yalnızca tuhaf bir mutluluk hissetmişti: Bu, aynı, yıllardır kafasında yürüyüp duran tek bir bitin, rastgele bir anda kafasını kaşırken parmaklarına yakalanması gibi beklenmedik bir rahatlama hissiydi. O an aynı tarafta savaşıyor olmaları, kızın az sayıdaki toplam arkadaşlarının ortak arkadaşı olması ve benzeri şeyler hiçbir anlam ifade etmiyordu Henry için çünkü eğer kendisi ölse Anna'nın da aynı şekilde hissedeceğinden emin olabiliyordu ve o nedenle bu hissini dışından söylemekten de çekinmezdi ki sanıyordu Kennedy dahil hiç kimse bu sözlerini garip karşılamazdı. Jeremy Anna'nın yarın eve çıkacak kadar iyi olmadığını söyledi, Henry olayın olduğu akşam herkesle beraber hastaneye gelmişti ancak herkesin durduğu kadar fazla durmayıp ayrılmış, ertesi gün tekrar gelmişti. Gelir gelmez konuştuğu ilk kişinin Jeremy olmasının nedeni de haberleri ondan daha iyi anlatacak başka kişinin şüphesiz ki etrafta olmamasıydı: Kennedy hiç olmadığı kadar gergin'di, Jacky küçük kızları Zooey'yi bakıcıya bırakmış kocasının yanında duruyor, elinden tutuyor ve belki de kulağına Anna'nın iyi olacağını fısıldıyordu. Ian doktorların konuşmaya yanaştığı tek serin kafalı kişiydi, Jeremy ortamı kokluyor hem hastaneden, hem arkadaşlarından, hem ailelerden, hem de savaşın şuanki gidişatının dünyayı nasıl etkilediğinden aynı anda bahsedebiliyordu ve Anna'nın küçük kız kardeşlerinin bile onun ortalıkta olmasından neşe duymadıkları Henry, şüphesiz ki sadece Kennedy için orada bulunuyor ancak söyleyecek iyi şeyleri olmadığı için pek konuşmuyor, yüzüne de iyi yada kötü hiçbir ifade kondurmuyordu. "Ona saldırılırken gördüğünü söyledin, peki ona saldırana bir saldırı büyüsü yapmadın?" diye sormuştu Kimberly Anna hastaneye getirildiği akşam. Alyssha'nın gelip hırsla ve öfkeyle soracağı şeklin aksine Kimberly'de sakin bir hüzün vardı, sesi alçaktı, herkesin içinden sorgulayarak bağırmak yerine özellikle koridorda Henry'nin yanına gelmiş ve belli ki sormadan önce soruyu uzun uzun düşünmüştü. "Çok hızlı gelişti," demişti Henry "bir an yerden çıktı, ertesi an yine kaybolmuştu." Henry'nin konuşurken gerçeği değiştirdiği pek söylenilemezdi, Kimberly hüzünle onayladı sadece, ancak Henry yirmi dokuz yaşında başarılı bir büyücü olarak o kadar hızlı anlarda bile bir büyü yapabileceği gerçeğini kendisine saklıyordu. Şimdi Jeremy ile yürüyüp artık uyanmış olan Anna'nın odasına giderken konuşmaya devam ediyorlardı: Daha doğrusu Jeremy anlatıyor, Henry'yse mavi gözlerini attıkları adımlara dikmiş ilerlerken dikkatle Jeremy'yi dinliyordu. Vardıklarında kapıyı Henry açtı ve Jeremy içeri girdi, Henry'yse Anna'nın Jeremy'ye nasıl da bir yabancıymış gibi baktığını gözlemleyebildi. Ses çıkartmadan içeri girdiği kapıyı kapatırkense Anna'nın "McCourt," dediğini duydu, "yine hangi çocukça planının içindesin bilmiyorum ama seni buna pişman ederim." İşte endişe ve hüzünle odada duran herkesin umutla Henry'ye baktığı ilk sahne buydu zira hiç kimseyi tanımayan Anna, sadece ense kökünü görerek Henry'yi tanımış ve ona aynı eski günlerdeki gibi hitap etmişti, mantık yürütebilen herkes biliyordu ki bu Anna'nın Henry ile paylaştığı hiçbir mutlu anı olmamasından dolayıydı.
"Eminim edersin Malfoy." demişti Henry kinayeyle.
"Kim bu insanlar, çabuk anlat!"
Henry için Jeremy'nin anlattıklarıyla şuan yaşananları birleştirmesi o an olmuştu. Alyssha, odadan çıkıvermiş, Henry sessiz kalmış ve Anna Henry'ye bakmıştı.
"Hastanede ne işim var Henry?"
*
Birkaç saat sonra Kennedy ve Ian, Anna'nın bir şekilde tanıdık bulduğu tek kişinin Henry olduğunu Henry'ye sanki Henry anlamamış gibi tekrar tekrar anlatıyorlardı. Henry tüm cümlelerin arkasından gelecekleri sezmiş gibi bıkkın bir hale bürünmüştü, Ian şifacıların bu durumun yavaş yavaş geçirilebileceğini söylediğini söyledi ve sonra "Tabi bu durumda sorumluluk hepimizin," diye ekledi, Henry Anna üzerinde hiçbir sorumluluğu olmadığını bağırdı, bunun üzerine Kennedy birden ayağa kalkıp "ama benim sorumluluğum var," diyiverdi "ve bu sorumluluk senin dik kafanı ikna etmem demekse sonuna kadar uğraşırım. Henry, bu güne kadar senden hiçbir şey istemedim ben" Henry ansızın yıllar önce erkeklerle de birlikte olmaktan hoşlandığının ortaya çıktığı gün Kennedy'nin kendisini evinden ve hayatından kovduğu anı hatırladı, soğuk bir gülümseme ile kıvrıldı dudağı. İnsanların geçmişi bu denli hızlı unutmaları şaşılasıydı ve acınasıydı. En sonunda barışmışlardı yine ancak bu barışmışlık ona her şeyi unutma hakkını vermemeliydi. "Beni dinliyor musun?" dedi Kennedy, "Son dediklerini duymadım." dedi Henry umursamadan. Kennedy ise son bir nefes alıp su yeşili gözlerini Henry'ye dikerek ciddiyetle baktı ve konuşmasına en baştan başladı. "Senden büyük bir şey istemiyorum, sadece birkaç hafta, Ian ile Anna ile anıları olan herkesten düşünselleri toplamayı planlıyoruz, sen sadece bunları Anna'ya verirken yanında ol, sadece seni tanıdığı için bir şekilde sadece sana güveniyor ve biz ne anlatırsak anlatalım inanmıyor. O nedenle sana muhtaç olduğumuzu görmelisin, böyle olmasını ben de istemezdim ancak er yada geç Anna'nın kendisine gelmesini istiyorum." Anlatılanlar o kadar basit planlardı ki Henry işe yarayacağını bile zannetmiyordu, "Bırak böyle kalsın, bence herkes için daha iyi." demek istedi ancak Kennedy'nin üzerine atlayacağını hesaba katıp başka kelimelerle, "Bunun bana faydası ne?" dedi sadece, "neden tüm günlerimi Anna için vereyim? O benim için günahını vermezdi."
"O zaman da onu ikna etmek için çabalardım, çünkü birbiriniz için ne düşünürseniz düşünün, o da, sen de benim için değerlisiniz. Bir daha da bu kadar içten konuşmam."
*
Henry haftalardır Anna'nın daha iyi olması için arştırmalar yapıyordu, gölgeler kimileri tarafından üstün bir ırk olarak değil de yeni bir sihirli yaratık olarak görülüyordu ve bazı insanlar çoktan bu konuda yaptıkları araştırmaları kitaplaştırmaya başlamışlardı. Henry bunların yüzde otuzunun gerçek gölge ile yaratık dedikleri gölgeyi bile ayırmayı zor başardığını bilse de gölgelerin büyü yapma gücü üzerine oturup uzun uzun konuşmuş ve tabiri caizse saatlerce tartışmıştı. İksir yapan insanlar, dükkanlar, şifahaneler, şifacılar, büyübilimciler, zihnefendarlar... Henry Anna'nın yanında olmadığı her an Anna için çıkar bir yol aramakla uğraşıyordu. Kızın çocukluğundan kalma arkadaşlarını aramış ve onlardan bile bir şişe anı almak için tatlı tatlı konuşmaya çalışmıştı ki sonunda içinde dört yaşında bir Anna'nın annesi, babası ve arkadaşının ailesiyle geçirdiği tatlı bir pazar günü olan bir şişeye ulaşmıştı. Herkese kendisini Anna'nın bir arkadaşı olarak tanıtıyordu -oysa hangi açıdan bakılırsa bakılsın Anna'nın arkadaşı unvanını yakıştırmıyordu kendisine, o Kennedy'nin arkadaşıydı, Anna'nın düşmanıydı ancak böyle çabalarken onu adlandıran ve kalbinin atıp çabalarında heveslenmesini sağlayan tek unvan Anna'nın aşığı olmalıydı, arkadaşlık Henry'nin Anna ile kendisine yakıştırdığı en son şey olsa gerekti ve hatta arkadaşlık kelimesi eğer Anna ile kendisine yakıştırılsa ona yakışmayan hisler ile kirlenirdi- ve belki de böyle tanıttığı için o çocukluk anısını alması kolay olmuştu, zira anıyı veren kız Henry gitmeden önce Henry'ye sarılıp yanağına beklenmedik bir öpücük kondurmuştu. Henry ise başıyla selam verip bir daha görüşmemek üzere oradan cisimlenivermişti.
Şimdi Anna sarılırken çekinmeden ona sarıldığı için içinde yine fazla ileri gittiğine dair hisler uyanmaya başlamıştı ancak kızın eli ve başı tam göğsünün üzerindeyken ve o korunmaya bu kadar muhtaçken ona sarılmasa yanlış olurdu. Eskiden olsa iter, sonra elinden tutup eve cisimleniverirdin Henry, dedi içinden bir ses ve haklıydı. Gereğinden fazla haklıydı. Ancak ne kadar haklı olursa olsun Henry onu umursamıyordu. Umursayamıyordu. Parmakları küçük kızının yüzünü kavradı, üşümüş beyaz yanağını okşamaksızın tutarken aylar önce o odada toplanmış herkesin yüzüne ulaşıp da kendisininkine gelemeyen ifade en sonunda oradaydı: Endişe.
Kız konuşmaya başladığındaysa donakalmıştı: Hem kendisi hakkında dedikleri, hem de Henry hakkında dedikleri yüzünden.
"Hayır, hayır." diye yalanladı onu, asasının ışığını arttırarak etrafa dolandırarak. "Bekle." diyip kızın elinden tuttu onu kaybetmemek için ve gittikçe aydınlanan harabe şehrin içinde yürümeye başladı, biraz bakınca kırık dükkan tabelaları ve uzayıp giden sokaklar o da bir şeyler hatırlatır oldu. "Hayır, hayır." dedi yine "Burayı sen yapmadın, aksine sen burayı korumak için buradaydın." Aylardır olduğu gibi öğretici bir anlatıma geçmiş, kişisel konulardan kaçmanın en güzel yolu olarak yine geçmişi hararetle anlatmayı seçmişti. "Şuradaki yere devrilmiş çatıyı görüyorsun. O, o arada olmadan önce sen orada duruyordun, sonra gölgeler saldırmaya başlayınca bizlerde buharlaşarak hareket etmeye başladık. Ben şu, tam şuradaydım ve sen de şurada. Burayı sen yapmadın. Burası sana büyü yapılan yer. Dört ay önce, son açık çatışma."
Henry dönüp "Ama şimdi her şey daha iyi" dedi. bunu neden demişti bilmiyordu. anna dört ay önce sapasağlam bir kadındı, gölgeler hala etkisiz hale getirilememişti... şimdi iyi olan neydi anna ile ilişkisindeki tuhaf ilerleme dışında? "yani her şey daha iyi olacak." diye düzeltti kendisini "hafızan ilk st. mungodaki haline göre çok daha iyi... ve biz... bizim iyi bir anımız yok, olsa ondan bahsederdim, pek kafaya takma, benden başka herkes severdi seni, o yüzden atılan lanet sana bir beni bıraktı ya" ne konuşacağını bilemeyen genç oğlanlara dönüşmesi tuhaftı. hala annanın elini bırakmamış oluşu da. bunu fark edince ellerine baktı ve "tek başına cisimlenebilecek halde değilsin anna," dedi "kafanda hiçbir şey yok sanıyorsun ama yüz binlerce yön arayan düşünce ile dolu." Deminden beri eli elinde olmasına rağmen ilk kez sıkıca kavradı. savaş alanının içindeydiler, beraberken her zaman oldukları gibi... ancak bu defa gerçekten içinde oldukları halde aralarında barış olduğu yegane zaman gibiydi ve böyle olunca ortamın terk edilmiş bir savaş alanı olması anna'nın gözlerine bakan henry için pek fark etmiyordu. "patronus geldiğinde yemek yiyordum." dedi, "eğer sen de açsan bir şeyler yemeye gidelim? evde durmak istemiyorsan bir restrona gideriz. hem belki jeremyler de gelir?" başbaşa yemek yeme korkusu adeta son cümlede kendisini göstermişti.

*

kennedy ve jacky henry'nin karşısındaki deri koltuklarda sarılarak oturmuştu ve anna kendisine bağırırken henry küçük kızla göz teması kurmamak için onları izliyordu ancak kızın cümleleri bir bir kulağına girmekteydi. "biraz aklın olsa zaten bir kişiliğim olduğunu görürdün" dedi, "iyisi mi sen beni sevmemeye devam et çünkü diğer türlü karşılık bulamayıp üzüleceksin."

*

"hey, fısıldaşmak yok!" diye seslendi henry, anna kızlarının kulağına eğilmiş konuşurken, böylece frances babasına bakıp kıkırdadı ancak annesinin kulağına dediklerini dinlemeye de devam etti. Henry ikisini bir arada mutlu şekilde izleyecildiği sahnenin tadını çıkardı sadece hogwarts'ın başlamasıyla ev yine biraz boş kalacaktı. hoş, louis ve charles halen ortalıktaydı ancak çocukların hepsinin yeri ayrıydı ve william ile frances elbetteki özlenecekti. Anna'ya "kimmiş bu çocuk, ben gidip konuşayım?" dedi, frances utanıp "baba sakın!" diye bağırdı. Böylece Henry de eğildi ve Frances trene binmeden önce francesten bir öpücük istedi. "Eğer sana sataşacak olursa üç tane abin olduğunu söyle," dedi "gözünü korkutmak daima işe yarar."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Anna Lizzie Malfoy
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Hogwarts Müdiresi | KSKS Profesörü
Anna Lizzie Malfoy


Lakap : Liz, Ann.
Rp Sevgilisi : Henry McCourt bitchi.
Mesaj Sayısı : 1529
Kayıt tarihi : 16/08/09

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue100/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (100/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeSalı Mart 28, 2017 6:16 am



Adamın sözleriyle yüreğinin sıkıştığını hissetti kadın; bir rahatlama hissi yayıldı önce hücrelerine lakin bu his uzun sürmedi. İçgüdüleri ona güvenmemesi gerektiğini söylüyordu, yalan söyleyebilirdi, neden söylemesindi ki? Oysa bir yandan, söylemesi için de bir sebebi olmadığını biliyordu. Henry McCourt hiçbir vakit Anna’yı kırmaya çalışmaktan kaçınmazdı ki, tıpkı adamın dediği gibi Anna’nın onu hatırlama sebebi de oydu. Anna Henry’i sevmezdi, Henry Anna’yı. Bir atomun içinde yaşayan proton ve elektron gibi, birbirlerine zıt iki insandılar; yalnızca birlikte yaşamanın bir yolunu bulmuşlardı. Sadece… Sadece artık bir şeyler farklıydı ve Anna bunu, kendisini onun kollarında güvende hissederken anlıyordu. Anna gibi bir kadın için zorlu bir düşüştü bu, hatırlamıyor olmak, tanımıyor olmak insanları… Güçsüz olmak, kaybolmak… Bir kez daha. Lakin kadın inatçıydı ve yeniden doğmanın bir yolunu her seferinde bulacaktı, buluyordu. Bu defaysa, yalnız değildi, her zaman olduğunun aksine.

İnandı adama. İnanmak istediği için ya da doğru olduğundan, inandı sadece. Burada olmuş olabilecek çatışmanın gücünü kemiklerinde bile hissederken kendisine yöneltilen sözler üzerine bir süre onun gözlerine baktı. Sivri dilli kadın, zamanla zımparalanıyor gibiydi, giderek yumuşuyor, dikenlerini batırmıyordu adama. İçinde ise iki kadın vardı: bir tanesi mutsuz anılarla gelen geçmişin hayaleti, bir tanesi gözyaşlarıyla yeniden doğan ve kalbinin hızla çarpmasına engel olamayan kadın. Bir yanı, kaçıp gitmesini söylüyordu adamdan, sevmediğini onu, asla sevmeyeceğini; diğer yanı ise şu an onun gözlerine dalmış gitmişken, neden geçmiş birlikte geçirdikleri onlarca yılı heba ettiklerini anlamaya çalışıyordu. Bir noktada, ikisi de birbirlerine o kadar benziyorlardı ki; anlaşamamaları anlaşma ihtimallerinden daha düşüktü. “İnsanların beni sevdiğini sanmıyorum,” dedi birdenbire. “En azından, birkaçı dışında.” Suratında anlaşılmayan gölgelerle süslü bir bakış vardı şimdi Anna’nın. O hep sevilmeyen, korkulan lakin saygı duyulan olmuştu; insanlar yanında olmak isterdi ancak Anna… Anna soğuktu. Çoğunlukla mimiklerini bile saklardı insanlardan, aynı baskın – sizden üstünüm dercesine takındığı tonu kullanır, kısa boyuna rağmen ağır bakışlarla insanlara meydan okurdu. Anna samimiyeti sevmezdi de, dudaklarından uzun cümleler döküldüğüne muhtemelen karşısındakini işine gelen şeye ikna ediyor olurdu –ki bu konuda inanılmaz başarılıydı- ve sonrasında konu bitince, daha fazla cümle kurmaya gerek duymazdı. Ve şimdi kendine baktığında… Üzerinde kendisine bol gelen bir erkek tişörtünü cübbeyle örten, adamın kollarında küçük bir kız çocuğu gibi ona bakan ve halen titreyen bir kadındı. Anna Lizzie Malfoy, sadece Lizzie’ydi o an.

“Hogsmeade’e gitmek istemiştim. Hogsmeade’in burası olmadığından eminim oysa,” dedi gergin bir ses tonuyla. Ona burada olanlar hakkında dahasını sormak istiyordu fakat çevresindeki karanlık onu geriyordu, savaşı hatırlamasa bile hissini yaşıyor, kendisini yeniden travmaya girecek sanıyordu. Ürperdi ansızın ve çatlayan sesiyle fısıldadı Henry’e. “Gidelim,” dedi. “Her nereye olursa olsun.” Tuttuğu eli bırakmadı, kendisini yeni bir cisimlenmeye hazır hissetmese bile Henry’nin onu bırakmayacağını biliyordu. En azından, yeni tanımaya başladığı Henry’nin… Ona güveniyordu Anna, bu onların tarihinde bir ilk bile olsa, elini tuttuğu adama güveniyordu. “Sadece ikimiz,” dedi son saniyede. Adamın gözlerinde değişen bakışları görürken, içinden bir his onun mutlu olduğunu söyledi fakat bunu sorgulamadı. Muhtemelen istemediği cevabı vermişti adama. Bu gerçeği tekrarladı kendisine, kasabanın döküntüleri üzerine üzerine gelirken.

*

Yatağında uzanan Anna, elinde tuttuğu resmi incelerken yalnızca içeride dönen konuşmaları dinlemeye çalışıyordu. Uyanalı 2 hafta olmuştu ve hafızası hiçbir gelişme göstermiyordu; insanları tanımıyordu, onları anlamıyordu ve hepsi gözlerinin içine umutla bakarken o yalnızca surat asıyordu. Anna samimi bir insan değildi, olmadığını biliyordu, nasıl oluyordu da bu insanlar onu sevdiklerini iddia ediyordu? Çehreler tanıdıktı evet, resimler ile bir o kadar yabancı. Elinde tuttuğu Bartolomej Malikanesi’nde çekilmişti, Anna ve Kennedy kol kola girmiş gülümsüyor, önlerinde ise –öğrendiğine göre- Alyssha, Kimberly, yanlarında ise Krystelle ile Krystof adlı iki çocuk duruyordu. Resme bakınca Anna ile sarışın adamın açıkça çocuk bakıcılığı yaptığı belliydi ancak Anna gülüyor olmasına anlam veremiyordu. Çattı kaşlarını ve resmi kaldırıp koyarken, bir gün öncesinde neredeyse gözleri dolarak kendisini hatırlamamasına inanamayan sarışın cadıyı düşünmemeye çalıştı. Kardeşleri –buna inanıyordu Anna, zira kendisine her ikisi de epeyce benziyordu ve ne olursa olsun kan bağı birbirlerini çekiyordu- zorlukla dayanıyorlardı ama herkes bunun çok zor olduğundan bahsederken, kimse Anna’nın çektiği acıyı anlamıyordu.

Henry vardı bir tek geriye, Henry lanet olası McCourt. Denize düşen yılana sarılır gibi, onun onayını arıyordu herkeste. Bu kişiyi gerçekten seviyor muyum, bunu gerçekten yaşadım mı? Neden böyle oldu? Ah. Soruları çoktu ancak içeriden bir ses yükselince yine kulak kabarttı. “Hayır Marcus, giremezsin. Kimseyi hatırlamıyor zaten, bırak dinlensin.” “Onu görmem gerek JJ, ya önümden çekilirsin ya da-“ “Maurëll. Davetsiz misafir kabul etmiyoruz.” Henry’nin sesini duyduğunda ürperdi. Gelen Marcus muydu? Birden dudakları aralandı hafifçe… Marcus burada ne arıyordu ki? Veyahut, ne için Jeremy denen çocuk onu durdurmaya çalışıyordu? “Onu göreceğim.” “Pekala, nasılsa seni hatırlamayacak,” diyen Jeremy kapıyı açtığında içeri giren sarışın adamı süzdü Anna. Hala hatırladığı gibiydi. Oh, pekala hatırlıyordu adamı hele… Herkes ölüm sessizliği ile incelerken kendisini, Henry’nin suratında sert bir ifade vardı, her an alaycı bir hale dönüşecek. Neden  bilmiyordu lakin onun Marcus’tan hoşlanmadığı belliydi; hoş, Henry kimden hoşlanırdı ki? “Anna,” diye fısıldadığında adam, suratı değişmedi kadının, sadece karşılık verdi. “Marcus.” Sessizlik… Jeremy birden haykırdı “Hatırlıyorsun!” Yeni sessizlik. Kıvırdı dudağını Anna, gözleri nedense Henry’deyken kendi elini tutmaya yeltenen Marcus’tan kaçırdı parmaklarını ve kollarını göğsünde kavuşturdu. “Partiye hoş geldin, sanırım sen de sevmediğim insanlar kısmına giriyorsun. İlk sırayı McCourt kaptı, kaçırdın.” Jeremy’nin birden gülümsediğini gördü, sanki sözleri onu sevindirmiş, Anna’ya ait bir şeyler görmüş gibiydi kızda, Henry ise iyice rahatsız olmuştu. “Oh Anna, sana hepsini hatırlatacağım. Artık buradayım.” Tek kaşını alaylı şekilde kaldırdı Anna, adamın ses tonu kendisini o kadar rahatsız etmişti ki araladı dudaklarını. “Onun için de sıraya geçmen lazım, Marcus. Hafızamı bütünüyle kaybetmedim, hala-“ kadın hiçbir şey diyemeden adam eğilip cadının dudaklarına yapıştı. Onun yumuşak dudakları kendi dudakları üzerinde gezinirken tepki veremese dahi inlemesini son anda bastıran cadı, Jeremy’nin Marcus’un adını homurdanmasına aldırış etmeden, kalakaldığı bir saniyenin sonunda adamı iteledi. Bir kez daha ölümcül sessizlik oldu. Ian'ın dışarıdan Marcus'un ne bok yiyor olduğunu bağırdığını duyabiliyordu ve diğerleri kadının ne diyeceğini anlamak için gözlerinin içine bakıyorlardı. Sustu Anna. Öpücükte içini kıpraştıran bir şeyler hissetmişti, ki beyninin de itinayla koruduğu gerçekler arasında Marcus'u sevmiş olduğu gerçeği vardı. Sadece, bu gerçekler acıyla beraber geliyordu; zevki, gölgelerle birlikte tarihe gömülmüştü. “Eğer işe yarıyorsa seni sabaha kadar öpebilirim,” diyen Jeremy’e içinden gülümsemek gelirken, o Marcus’tan ayırmadı gözlerini. Omuz silkti ardından. “Hatırlamam gereken başka öpüşmeler var mı? McCourt? Hadi bana seviştiğimizi söyle de hafızamın geri kalanını da ben sileyim.”

*

Francesca'yı -Henry Frances dese de Anna uzun uzun söylemeyi severdi- kocasının elinden alıp Hogwarts trenine onu öptükten sonra yolladığında, kızın aynı babasına benzediğini düşündü, ki bu birazcık moral bozucuydu. Dört çocuk doğurmuştu ve hepsi kendisinden çok Henry'i andırıyordu, belki Louis dışında. "Hatırlıyor musun, ilk sene beni kompartımana almak istememiştin." "Benim yerimde oturuyordun." "Poponun izini sevmişimdir." Muzipçe gülümseyen kadın topluluk içerisinde kocasının belini kavradı ve hafifçe, sınırını bozmayacak şekilde onun bel çukuruna kadar gitti. Henry kadını kendisine çekip sardığında gülüşürlerken, ikisi de öyle olmadığını biliyordu.

*

"Neden kalkacakmışım? Önce ben geldim, bu kompartımanda oturacağım belli, sırf sen bu koltuk benim dedin diye kalkacak mıyım?" Bayanlar baylar, Hogwarts'ın ilk anına, trenin ilk dakikasına ve yılın ilk golüne hoş geldiniz! Eğer Jeremy o günleri yazsa muhtemelen bu kelimelerle başlar ve Anna ile Henry'nin neden asla geçinemediği hikayesinin ilk demlerini sunmanın gururuyla övünürdü. Oysa o an sadece heyecanla Ian'i dürtüyor, bir yandan koridordan geçen güzel kızları kesiyordu. "Çünkü buraya ben otururum küçük kız." Omuz silkti Anna. Bu çocuk kendisinden büyük diye, kendisine bullylik yapabileceğini mi sanıyordu? Alaycı bir bakışla bacak bacak üstüne attı. "Diğer kompartımanda boş yer var. Kennedy'nin yanı da boş. AAaa dur, bak, rayların altı da güzel duruyor!" Şüphesiz ki Anna Lizzie Malfoy her yaşta baş belasıydı ve içinde Hogwarts'a gidiyor olmanın coşkusu varken, yeni tanıştığı gıcık çocuğa yerini kaptıracak hali yoktu. Muhtemelen okula yeni geldin şakasıydı ama, Anna böyle şeyleri yiyecek değildi. Hele herkesin bakışları kendi üzerinde iken.
Neticede, ailesi birkaç ay önce katledilen herkes Hogwarts'a yeni başlamıyordu. Anna da bunu biliyordu, başına gelebilecekleri de, yorumları da. Aptal bir oğlanla baş edebilirdi, dahasıyla da.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Henry McCourt
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Sihrin Uygunsuz Kullanımı Bk.
Henry McCourt


Lakap : Don't wear me out.
Rp Sevgilisi : I'm a free bitch.
Mesaj Sayısı : 251
Kayıt tarihi : 18/11/11

Özel
Rp Puanı:
annayı kim sevsin Left_bar_bleue97/100annayı kim sevsin Empty_bar_bleue  (97/100)

annayı kim sevsin Empty
MesajKonu: Geri: annayı kim sevsin   annayı kim sevsin Icon_minitimeCuma Mayıs 22, 2020 3:34 pm


"Sadece ikimiz."
Anna'nın gözleri halen çevresini acaba neler olmuş olabileceği korkusu ile süzerken eli Henry'nin elini daha sıkı kavrıyordu: Son zamanlarda onunla geçirdiği süre içinde onun bu yeni halini tanımış olan Henry, iyileştiğini varsayıp uzaklaşmaya çalıştığı Anna'nın halen kendisine ihtiyacı olduğunu kabullenir gibi oldu ve onu bir saniye daha bu harap olmuş mekanda tutmayarak cisimlendi ve onu da kendisinin yanı sıra cisimledi.
Bahsettiği gibi bir restorana değil, direkt olarak kendi evinin kapısına gelmiştilerdi. Anna'nın kendisinin de açıkça belirttiği gibi birkaç kişi hariç neredeyse herkes tarafından korkularak saygı duyulan bu kadını şimdi tüm o herkesin içinde bulunacağı restorana bu kılıkta sokmaktan ve onu o kimseler için küçük duruma düşürmekten kaçınıyordu Henry: Kimsenin haddinden fazla düşünceye sahip olmasını istemiyordu, hele ki neler atlatıyor olduğunu hayal bile edemeyecekleri bu kadın hakkında. "Anna Lizzie'nin son halini gördün mü?" "Zavallı şey." "Onu hiç böyle görmemiştim." Hayır, Henry bunlar ve bunlara benzeyen hiçbir lafı birilerinin konuşmasına ve bu konuşmaları Anna'nın duymasına kendisinin katlanamayacağını ve iki lokma yemek yemek için girdikleri mekanda bir anda kavga çıkaracağını biliyordu. İnsanlar konuşurdu çünkü, dedikleri lafın ne anlama geldiğini düşünmeden konuşurlardı ve biri kalkıp da ağızlarına vuruncaya kadar en doğruyu onlar biliyormuş gibi konuşmayı sürdürürlerdi. Bunu istemiyordu. Hiç tanınmayacakları bir muggle restoranına gitmeyi bile şu anda göze alamıyor; açıkça insanlara da, yalnızca bakışlarıyla bile olsa illa ki yaptıkları o yorumlarına da katlanamıyordu ve evet, gidecekleri herhangi bir yerde Anna'ya olabilecek herhangi bir şeyden dolayı kimsenin kendisini doğrudan suçlamayacağını bildiği halde, kabulleniyordu ki evet, bu kez kendisini hiç düşünmeden, yalnızca onun iyiliği için böyle hissediyordu.
Evinin olduğu yer bir büyücü mahallesi olduğundan açık alana cisimlenmek sihri uygunsuz kullanmak açısından bir sıkıntı teşkil etmiyordu: Onları görüp de olan bitene şaşıracak tek bir muggle yoktu. Öte yandan evin içine değil, kapısının önüne cisimlenmek zorundaydı çünkü evi dışarıdan gelen cisimlenmelere karşı korumalıydı. Hava esiyordu. Göğün lacivertine yakışır hafif bir esintiydi bu ancak buna rağmen havanın soğuk olduğunu söylenemezdi ve bu nedenle Henry Anna'nın üzerindeki basit tişört ile üşüyeceğinden korkup evinin kapısının açılması konusunda telaşa düşmüyordu. Sanki cebinde anahtarı yokmuş gibi kapıyı çaldı ve bu sırada sarı sokak lambasının altında yüzü daha canlı seçilen Anna'ya bakıp kadının elini -istemeye istemeye de olsa- bıraktı. "Her şey geçti artık." dedi ona. "Geçmişi hatırlamıyor olabilirsin ama geçmiş halen son bulmamış gibi endişe etmene gerek yok, her şey geçti Anna, yalnızca yıkıntılar kaldı ama onlar da çok yakında toparlanacak. İlk önce insanlar toparlanacak ve sonra da mekanlar. Canını sıkmana gerek yok, kalbini yormana da..." Geçmişi hatırlatmaya çalıştığı tüm bu süre boyunca uzak geçmişten bahsetmişlerdi hep. Anna'dan... Kim olduğundan.... Çevresinden... Çevresindekilerden... Ama onu bu hale getiren yakın geçmiş pek fazla mevzu olmamıştı. Kadının zihni zaten yalnızca kötü anılar ile kaplanmışken, bir başka kötü anı daha eklemek değildi çünkü Henry'nin görevi, oysa şimdi yalnızca üzerine yüklenmiş işi yapan bir adamdan çok karşısındakinin endişelerini gören bir arkadaş gibi davranıyordu. "Yitirilen çok şey oldu, senin hafızan da dahil buna, ancak sonuç olarak kazandık ve bu yüzden, yiten geçmiş güzellikleri geri getiremeyecek bile olsak, gelecek güzellikleri yaratmış olduk." Evinin kapısı açıldı bu anda ve Henry ev cini Pweticer'ı selamlayıp kendisi içeri adım atmadan Anna'yı içeri davet etti. Onlar kapıdan içeri girip salona doğru yürürler ve Pweticer kapıyı tekrar kapatıp kilitlerken Henry Anna'ya kapı açılmadan önce anlatmak istediği lafı tamamlamak için konuşmayı sürdürüyor ve kelimeler ağzından çıktıkça konuşma tonu normal konuşma tonundan yukarı çıkıp bir bağırış halini almasa da heyecanı artıyordu. "Tüm bunlar yaşanmamış olsaydı burası olmayacaktı, senin evin de olmayacaktı, biz olmayacaktık. Kazanılan tüm şeylere bakıldığında feda edilenlerin çok fazla olmadığını göreceksin. Korkuyorsun. Güvenemiyorsun. Biliyorum. Ben de öyle hissediyorum. Her yeni gün yeni bir şey bekliyorum ve çoğu gün gelen bir şey illa ki oluyor ama hazırım ve sen de hazırsın. Şu anda bile hazırsın. Bunu redddedebilir misin?" dedi ve mavi gözlerini Anna'nın mavi gözlerine doğrultmaktan vazgeçip tekrar ev cinine dönüp sabırsızca seslendi. "Pweticer! Akşam yemeği hazırla, olabildiğince hızlı!"

*

Salondaki kalın beyaz perdeler kapalıydı. Yüksek tavandan sarkan kristal avizeden gelen loş sarı ışık haricinde bir ışık kaynağı yoktu ve Henry eğilip şömineyi yakana kadar da olmadı. Etrafta zerre kadar toz olmamasına rağmen her şey tozlu gibiydi bu evde, tuhaf, hüzünlü gri bir renk konmuştu sanki her şeye. Bir zamanlar bir sürü çerçevenin asılı olduğu duvarda* yalnızca bir iki resim kalmıştı şimdi, Anna bu duvarın eski halini hatırlar mı Henry emin olamıyordu: Daha önce geldiğinde ne kadar dikkatli bakmıştı ki sanki?
"Yanıma gelmeden önce yemek yiyor olduğunu söylemiştin?"
dedi Anna, evin ıssız görünümünü sorgularcasına.
"Evde değildim."
dedi Henry ve bir cevap geleceğini zannetmezken "Neredeydin?" sorusuyla buluştu. Daha önceleri merak etmedikleri detayları sorma zahmetine girmezlerdi birbirlerine, konuşmayı sürdürmelerinin bir anlamı yoktu, oysa şimdi Henry sormak istiyordu, sorulmak istiyordu ve Anna da sanki bunu gerçekten de içinden geldiği için yapıyordu, yani gerçekten de merak ettiği için.
"I was at my uncle's."*
"İrlanda'da?"
"Hayır. Rusya'da. Moskova'da."
"Bir patronus ile Moskova'dan mı geldin?"

Henry omuz silkti, bu yaptığını sanki hep yaparmış gibi. "Dayımın iki küçük oğlu var. Grişa ve Nikolay. Biri altı, diğeri beş yaşında. Patronusu görünce neşeden çıldırdılar. Dokunmaya çalıştılar falan. Muggle çocuklar için güzel bir şov oldu." Gülümsedi Anna'ya teşekkür eder gibi, oysa yalnızca konuşmanın odağını değiştiriyordu.
"Perdeleri hiç açmaz mısın Henry?"
"Bilmem. Salonda pek vakit geçirdiğim söylenemez. Bu ev, bana, fazla büyük."


*

Bir hışımla içeri girmiş Marcus'un arkasından konuşa konuşa Anna'nın odasının kapısına kadar gelmiş olsalar da sonunda durup yaptıkları şey adamın kızı nasıl da öptüğünü izlemek olmuştu. Doğrusu, düpedüz tacizdi bu ancak adam Jeremy'nin kuzeni ve Anna'nın eski sevgilisiyken Henry bir müdahale edip Marcus'u kovmak zorunda hissetmemişti kendisini... Basitçe: Onun sorunu değildi. Hem zaten Jeremy de gülüyordu sanki çok komikmiş gibi. "İşe yararsa tüm gün öperim seni." gibi bir şeyler zırvalıyordu. Henry bakışlarını devirmeyi tercih edip cevapsız bırakmıştı bu lafları, yalnızca izlemeyi sürdürüyordu. Anna Marcus'u hatırlıyorsa, bingo, belki bu bakıcılık işini Marcus'a devredebilirdi. Yalnızca iki haftadır bu işi yapıyordu ancak yaptığı şey anlamsız geliyordu ona. Kız çoktan kız kardeşlerinin kız kardeşleri olduğunu kabullenmişti, yine de eski hayatından kalan tek varlığıymış gibi kendisine bağlanmasının bir anlamı yoktu ki o da mutluluk duyuyor gibi değildi bu durumdan. İki haftadır her akşam bu eve geliyordu ve Anna'yı konuşturmaya çalışıyordu: Bu işi kendi kendisine yapamayacağına inanıyordu belli ki herkes zira ne zaman gelse evde başkaları vardı. Genel olarak onlar konuşuyor ve Henry onaylıyordu ve arada da Anna kendisini azarlıyordu. "Anlatılan şeyi doğru dürüst dinlemedin bile!" diye. Sıkılgan bir öğrenci gibiydi bu evde ki okul hayatında bile hiç bu kadar sıkılgan bir öğrenci rolü giymemişti. Belki herkes gitse ve tüm iş ona kalsa olayı çok daha detaylı ele alırdı ancak başta Kennedy olmak üzere kimse Henry'nin biri kendisini gözetlemediği sürece her akşam bu eve gelip en az iki saat Anna ile ilgileneceğine inanmıyordu.
Markus ile tartışmakta olan Anna'nın son hitabı kendisine yönelince afalladı, kızın bu anıları hatırlayacağını zannediyordu, aynı kendisi ile ilgili geriye kalan her şeyi hatırladığı gibi. Demek onu mutlu edebildiği bir an olmuştu hayatta... Bir kere daha bu anı ağızlarını hiç almadıklarından Henry bunu hayatındaki benzer anıların tümü gibi bir hata kabul etmiş ve Anna'nın da öyle yaptığını varsaymıştı ancak şimdi görüyordu ki bu pek böyle değil gibiydi. "Buna gerek yok." dedi kıza ve ardından kendisini yalan söylerken buldu. "Merak etme ayık kafayla hiç sevişmedik ve eğer şimdi bir şey hatırlamıyorsan bu benle olmaya bayıldığın için değil viskiyi ağzınla içmediğin içindir. Yani, ben bile doğru dürüst bir şey hatırlamıyorum." Bunları söylerken bile aklında kızın on dokuz yaşındaki çıplak vücudu vardı. Kennedylerin bahçesindeki çardakta, Marcus'un tüm anılarının üzerinde yavaş yavaş bir olmaları ve ardından hiç giyinme zahmetine girmeden orada güneş doğana kadar oturup birbirlerinin çıplak vücutlarına yaslanarak konuşmaları... "En gurur duyduğum olduğunu söyleyemem ama: Evet, öyle bir şey yaptık." diye devam etti Henry bir cevap gelmeyince, sıkılgan ama sakin -ve artık ona benliğini kazandırmış alaycı ve iğneleyici- bir ton hakimdi konuşmasına. Ayıp bir şey itiraf ediyor olsa da çevrede insanlar olması -ve bu insanlardan birinin Anna'yı sevdiğini söylüyor olması- umurunda değildi, hatta bir şekilde konuşmanın bu hale gelmesi işine gelmişti. Kapı eşiğine yaslanmış duruşunu bozmadı, başıyla, yatakta oturan Anna'nın yanında oturan Marcus'u işaret ederek konuşmasını sürdürdü. "Olay şu an sana yardımcı olmaya çalışan bu nazik centilmen seni bırakıp gittikten birkaç zaman sonraydı." diye. O zamanki hayallerini gizlemeden anlatışları öten gece kuşlarının sesleri arasında, Anna'nın kalkıp vücudundaki dövmelerin anlamlarını anlatmaya başlaması sonra... Aradan altı sene geçmişti şimdi ve kim bilir kaç dövme daha yaptırmıştı kız, Henry hiçbirini bilmiyordu ve belki de şu an sırf bu yüzden çok da ayrıntıya girip hatırlatma zahmetine girmeden, Anna'nın bunları zaten anımsamıyor oluşunu kullanarak, pek de önemli bir şey yaşamadıklarına Anna'yı özellikle inandırmak istiyordu.
Marcus yine de sinirlenmiş göründü. Henry'ye onun mabedine çamurlu ayakkabı ile girmiş bir serseriymişcesine bakıyordu. Henry ilk önce Anna'ya konuşmayı sürdürdü "Ben unutmadığını düşünüyordum ama demek ki senin için mutlu bir anıymış. Tuhaf. Yalan söylediğimi düşünüyorsan, Jeremy'ye sor, o bizi pencereden görmüştü." diyerek ve sonraysa Marcus'a döndü, gülümsedi hiç utanmadan bakışlarını ona dikerek ve ortamdaki asıl derdin o olduğunu hatırlatırcasına yalnızca meraktanmış gibi sordu: "Bu kadar zaman sonra gelmenin ne anlamı var ki, Maurell?" Sol elinin parmaklarını piyano çalar gibi kapının tahta yüzeyinde oynattı, ardından Anna'ya bakmaksızın Jeremy'ye bir şeyler içeceğini söyleyip Jeremy'nin omzuna vurarak ve basitçe kalan tüm sorumluluğu Jeremy'ye yığarak oradan ayrıldı zira ne daha fazla ayrıntı vermek, ne de oradakilerle daha fazla uğraşmak istiyordu.


*

"Seni seviyorum."
dedi Henry sırf William'ın midesi kaldırmıyor diye sihirli yollar yerine dört kişi arabaya binerek geldikleri King Cross'tan iki kişi ayrılıyorlarken. Anna kafasını sürücü koltuğunda oturan kocasına çevirmişti, bunun şimdi nereden çıktığını sorgular gibi kaşlarını çatarak ama gülümseyerek. "Çünkü sen benim her şeyimsin." dedi Henry de.

*

Beşinci sınıfa başlayacak biri olarak burada durmuş birinci sınıfa yeni başlayacak bir kız ile tartışıyor olmasının bir anlamı yoktu, tartışmayı kazanmasının lazım olması haricinde. Kızın kim olduğunu duymuştu, yazın olan olayları Kennedy'nin anlatmasına gerek yoktu, gazeteler birkaç gün manşetten indirmemişlerdi zaten. Babası "Ne yazık. Zavallı kız." demişti ve annesi de onu onaylamıştı, o zaman Henry de "Yazık." demişti ancak gazetede gördüğü on yaşındaki kız çocuğu resmi şimdi on bir olmuş yazılı haberle alakasız şımarıklıklar gösterirken Henry'nin pek de acıdığı yoktu ancak arkadaşlarının diğer hepsi oturup bavullarını koyacak bir yer bulabildikleri için yalnızca yaşanan olaya gülüyorlardı. İş birazcık daha uzayınca Kennedy Anna'nın omzuna kolunu atmış "O benim kardeşim." demişti. "Bunu böyle bil Henry ve bundan sonra da onu kovacak olursan gitmesi gerekenin o olmadığını bil."
Kennedy'nin çok rahat eğlenip gülerken bir anda ortamdaki en ciddi kişiye dönüşmesi Henry'nin ilk kez karşılaştığı bir durum değildi. Çocuğun kendisini bir şekilde grubun başı sandığı da ortadaydı, sadece şimdi değil, bir çok kez göstermişti bunu ve aslına bakılırsa Henry bıkmıştı bunda. Hem bundan, hem de sanki bu arkadaşlıktaki son hakkıymış gibi ciddi cümlesinin arasında cidden ciddi olduğu başkalarına hitap ettiği gibi soyadı ile değil, adı ile hitap edişinden. "Zaten burada işim yok." demişti öfkeyle ve orayı terk edip yeni bir yer aramadan önce eklemişti. "Ne sana, ne size ihtiyacım var ve yeni kız kardeşini de al başına çal."







*Eskiden bir sürü aile pozu vardı, annesi babası vb. Şimdi yalnızca annesinin bir resmi var ve annesiyle bir resmi.
*Uncle yazmak zorunda kaldım, dayı veya amca yazsam Rusya mı, İrlanda mı soruları mantıksız duracaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
annayı kim sevsin
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Ü L K E L E R :: Diğer Ülkeler-
Buraya geçin: