Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Interview with the Vampire

Aşağa gitmek 
3 posters
YazarMesaj
Ophelia L. Anton

Ophelia L. Anton


Lakap : Opal
Rp Sevgilisi : Sabinus, my love.
Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 24/08/11

Özel
Rp Puanı:
Interview with the Vampire Left_bar_bleue99/100Interview with the Vampire Empty_bar_bleue  (99/100)

Interview with the Vampire Empty
MesajKonu: Interview with the Vampire   Interview with the Vampire Icon_minitimeÇarş. Tem. 11, 2012 6:10 am

Interview with the Vampire 9lu8x

Ophelia Anton & Primorse De Luna & Xaviera Schnëider & Jean & Apollodoros Olvirsson
W E L C O M E T H E S E C R E T
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Maral Avakian

Maral Avakian


Lakap : Maral. Sadece Maral.
Rp Sevgilisi : Yalnız. Ezilgen.
Mesaj Sayısı : 178
Kayıt tarihi : 08/07/12

Özel
Rp Puanı:
Interview with the Vampire Left_bar_bleue100/100Interview with the Vampire Empty_bar_bleue  (100/100)

Interview with the Vampire Empty
MesajKonu: Geri: Interview with the Vampire   Interview with the Vampire Icon_minitimeÇarş. Tem. 11, 2012 9:50 am


In your head, in your head,
Zombie, zombie, zombie hey hey hey…

O kafasındaki, gördüğü net manzaraları tek, tek gezmeye başlamıştı yeniden. Ama burası ev değildi. Burası sadece okuldu. Sadece okul. Lanetler okuyarak doğruluyor, genç kız. Kendini yatıştırmaya çalışarak, yaprak kadar hafif vücudunu yataktan kaldırdı ve bir kuş misali özgürce süzüldü. Bir an gözlerinin önüne özgürlüğü geldi. Bir kuş gibi oradan oraya süzülüyordu.

Küçük banyoya doğru ilerledi ve suratını yıkadı. Dışarı baktığında gördüğü manzara garip geldi genç kıza. Bu kadar erken kalkmış olması mümkün müydü? Hiç bu kadar erken kalktığını hatırlamıyordu. Gözlerini yeni doğmakta olan yumurta sarısının kayısı hali gibi görünen güneşe çevirdi. Yeni yeni uyanıyordu. Sanki kollarını açmış geriniyordu. Yatağa oturdu ve sonra eski pozisyonuna geldi. Bugün nere gitsem diye düşünürken zamanın geçtiğini fark etti. Dışarı tekrar baktı. Halüsinasyon… Dışarı hala karanlıktı. Güneş falan yoktu. Deliriyor muydu? Olamazdı.

Nereye gitmeli? Ne zaman gelmeli? Derslere girmeli mi?

Tam bir Slytherin olmaya başladın, Prim. Düşüncelerini bastırarak ayaklandı ve kot pantolonunu giydi. Üzerine giydiği Slytherin yeşili tişörtüne baktı. Pantolonu ile gayet uyuyordu. Değiştirme zahmetinde bulunmadan ayakkabılarını ayağına geçirdi. Saçlarını arkadan topladı. Asasını cebine yerleştirdi. Kot pantolonun darlığından kırılmasından korkuyordu. O kadar narin yerleştirdi ki. Hiç ses çıkarmadan yürümeye başladı.
Zindanları geçtikten sonra hızla Başkanlar Banyosu’nun oraya geldi. Issız Sahil, Issız Sahil, Issız Sahil. Tüm beyninde yankılandı bu sözcükler.

Midesinin bulandığını hissetti, görüntü buğulandı, başı döndü ve bir anda yere düştüğünü hisseti. Canı yanmıştı. Buraya gelmeyi neden bu kadar istemişti? Nedenini bilmiyordu. Ağaçları gördü ve adının hakkını veren ıssızlığını hissetti. Karanlığı da cabasıydı. Ağaçların olduğu yere doğru yürüdü. Bir ağacın altına çöktü ve bağdaş kurdu. Pantolon küçüklüğünden mütevellit üzerine tamamen oturmuştu ve bacaklarını geriyordu. Gözlerini kırpıştırdı ve asasını düzeltti. Gözlerini ovuşturdu. Arkalardan gelen uğultulara aldırmadı. Rüzgar olabileceğini düşündü. Onun için mırıldanmaya başladı.

“Another head hangs lowly,
Child is slowly taken.
And the violence caused such silence,
Who are we mistaken,
But You see it's not me..”

Sesten rahatsız olmuştu. Duraksadı ve her kimse çıkacağını düşündü. Sonra burada olduğunu fark ettirmek için sesini birazcık daha yükseltti ve şarkıya devam etti.

“It 's not my family.
In your head,in your head,
They are fighting.
With their tanks, and their bombs,
And their bombs, and their guns,
In your head,in your head,
they are crying.”

Sustu. Hızlandı ayak sesleri. Ayak sesi mi, uğultu mu? Bir oyun mu? Ne bu? Bakındı etrafa. Merakla yanıp tutuşuyordu. Gölgeden çıkmış gibi. Çünkü gölgesi yok. Gölgesiz. İnsan mı, hayvan mı? Ne bu? Merakla ayağa kalktı ve asasını çekti zorla. Sonra uğultuya döndü.

“Sen… Sen kimsin? Nesin?”


En son Primorse De Luna tarafından Paz Tem. 22, 2012 12:06 am tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Ophelia L. Anton

Ophelia L. Anton


Lakap : Opal
Rp Sevgilisi : Sabinus, my love.
Mesaj Sayısı : 75
Kayıt tarihi : 24/08/11

Özel
Rp Puanı:
Interview with the Vampire Left_bar_bleue99/100Interview with the Vampire Empty_bar_bleue  (99/100)

Interview with the Vampire Empty
MesajKonu: Geri: Interview with the Vampire   Interview with the Vampire Icon_minitimeCuma Tem. 13, 2012 8:42 pm

    Artık kaçmak yok. Artık merhamet yok. Pişmanlık yok çünkü hala hatırlıyorum beni parçaladığındaki gülümsemeyi.
    Gece uzun zamandır olmadığı kadar karanlıktı. Yıldızlar sanki büyük günün yaklaştığını biliyormuş gibi kaçmış, gökyüzünde ayı tek başına bırakmıştı. Dolunayı. Normalde zümrüt yeşili olan gözleri karanlıkta gölgelere bürünmüşken, doğruca gökyüzüne odaklanmıştı. İstediği yere yaklaştığını her hücresinde hissediyordu. Sahilin hiç de huzur vermeyen dalgaları kıyıya her vurduğunda bakışları istemsizce oraya çevriliyordu. Ne saçmalık ama, diye düşündü ister istemez. O Ophelia'ydı, kaderin her türlü saçmalığını yenmiş olan genç kadındı, güçlüydü, çok güçlü. Güçlü bir büyücünün birdenbire vampire dönüşüp tüm hayatının mahvolması idi onunkisi, çok şeyken hiçbir şeye dönüşmek... Ancak; öyle olmamıştı genç kadının hayatı. Kendisine değen soğuk dişlerin sahibi, kanını çaldığı gibi kalbini de çalmıştı. Şimdi o çok daha güçlüydü. Adım attıkça dalgalanan siyah saçları, ne olursa olsun giymekten vazgeçmediği topuklu ayakkabılar, üzerinde onu her zaman resmi gösteren ceketi. Tüm endamıyla, vampir leydiydi o. Koskocaman bir ırk parmaklarının dibine yaşıyor, ellerinde ölüyordu. Ve o buna izin vermeyecekti. Burada, bu saatte toplanmasını istediği gençleri düşündü. Hiçbiri farkında olmasa dahi, hepsi bu işte henüz yerini almamış, artık dahil olması gereken insanlardı. Onlar yardım edebilirdi; ve böylece, Ophelia da onlara istediklerini verecekti.

    İleride bir karaltı gözlerine takıldı. Geldiğini anlayarak derin bir nefes aldı, ne olursa olsun o çocukların hiçbirinin burada ne olduğu belirsiz şeyler tarafından parçalanmasını istemezdi. Burada hiçbir canlının yaşamamasının sebebi vardı. Çünkü sahil, sahil kendisi yaşıyordu burada... Vücudunda akan vampir kanının etkisiyle kulakları en ufacık bir fısıltıyı dahi işitebilirken, kızın sözleri takıldı aklına. "Sen... Sen kimsin? Nesin?" Gözleri dehşet içerisinde parıldadığı sırada bu sözlerin kendisine söylenmediğini pekala biliyordu. Birden peşi sıra rüzgarını bırakarak koşturmaya başladı. Burada olamazlardı! Dişlerini deli gibi sıkarken kalp atışlarının hızlandığını hissedebiliyordu. Keşke diye düşündü, keşke buraya gelmeden Sabinus'a haber verseydim. Gölgelerle karşılaşmak istediği son şeydi, burayı, buranın tüm tehlikelerini göze alarak seçmesinin bir sebebi vardı. Onlardan uzak durmak. Onları nasıl yok edeceklerini öğrenene kadar onlar akvaryumun içindeki basit balıklardan başka hiçbir şey değillerdi. Dişleri, vampir yetenekleri, isterse ona kalan son büyücülük yetenekleri... Kurtulamazdı. Hepsi yokluğa karışır, ardında bir beden bile kalmazdı. Gölgeleri tanıyordu. Onların silahını, saldırışını biliyordu. Gözlerinin önünde insanları parçalayışlarına tanık olmuştu. Oradayken öylece kaçmasaydı, Ophelia da o masumlar kadar beceriksiz olacaktı ölüme giderken. Tek fark; genç kadın biliyordu. Savaşacak kadar güçlü değilsen, kaçarsın. Hogwarts'ta okuduğu yıllarda Ravenclaw'dan öğrenebileceği yegane şeydi belki de bu. Denklerin olmayanlarla uğraşma.

    Kızın yanına ulaştığında onu eliyle ittirerek önüne geçti. Kendisini kıza siper ederken dişleri uzamış, gözleri kırmızıya dönmüştü. Suratı hiç olmadığı kadar vahşi görünüyor, kalbi durmaksızın atıyordu. Tıslarken öne doğru bir adım attı. Karşısındakinin bir Xealsia olduğunu biliyordu, yine de bu sefer kaçacak bir yeri yoktu. Bir kere daha tıslayarak öne doğru bir adım attı. Ve birden... Boşluk. Gölge geldiği gibi kaybolduğunda normale dönen Ophelia bakakaldı. Gitmiş miydi? Yoksa birdenbire saldıracak mıydı? Her olasılık olabilirdi. Gözleri öfkeyle kısılırken arkasındaki genç kıza döndü. Göz göze geldiklerinde kızın gözlerindeki korkunun yerini merakın aldığını gördü. Bir şeyler söylemeliydi, bir açıklama yapmalıydı... Ancak, diğerleri gelmeden bunu yapamazdı. Tetikte bir şekilde çevreyi tararken kıza bakmadan dudaklarını araladı. "O bir... Gölge. Beden bulmuş bir gölge. Hepimizi kılını kıpırdatmadan arkamızda toz bırakmayacak şekilde yok edebilecek olan, Xealsia," dedi buz gibi bir ses tonuyla. Eskiden de soğuk olmasına karşın, vampirlik genç kadının hayatında pek çok şeyi değiştirdiği gibi ses tonunu da değiştirmişti. Artık herkese karşı mesafeliydi. Sesi boğuk, uzaktı. Bir tek Sabin'e içini açabiliyor, bir tek onunlayken kendisi olabiliyordu. Şu an genç adama -vampir lorduna ne kadar genç denilebilirse tabii- karşı dayanılmaz bir özlem hissetti. Onun burada olmasına ihtiyacı vardı, ondan destek almalıydı. Onsuz buna hiç girişmemeliydi, hiç. Tek niyeti onu korumaktı, lanet olası kadın iç güdüleri. O bu işe dahil olmazsa başına bela almaz diye düşündüyse de, vampir lordun başındaki belaların zaten yeterince fazla olduğunu bilmeliydi. Derin bir nefes alarak gözlerini kıza dikti. "Ben Ophelia, Ophelia Anton. Bildiğin isimle; vampir leydi. Seni ben çağırdım, Primorse. İstediğin cevapları alacaksın, sadece diğerlerinin gelmesini bekle." Genç kıza arkasını dönerek dizlerini kırdı ve yere eğildi. Eliyle toprağı ufalayıp elinden kaymasına izin verdi. Kum soğuktu. Çok soğuk. Milites Solis'in, hiçbir işe yaramayan şu gereksiz topluluğun, bulabildiği nadir bilgilerden birine canı pahasına tutunuyordu şimdi. Gölgeler var oldukları toprakta inanılmaz derecede soğukluk teşkil ediyorlardı. O hala buradaydı, bunu biliyordu.

    Ancak geçen her saniye sessizlikle devam ederken, kızın kalp atışlarından başka hiçbir şey duymuyordu. Onun kalp atışlarına doğru iştahı yoktu pekala, kıza asla zarar vermezdi. Belki de kendisinde en çok sevdiği özellik buydu; büyücülere karşı kan isteği yoktu içerisinde. Şimdiye kadar tek bir tanesinin dahi kılına zarar vermemişti. Mugglelar, işte bu onun ilgi alanıydı. Ayağa kalktığında ıssız sahilin sonuna doğru baktı. Sonu yokmuş gibi uzanan deniz, bitmiyordu. Hiç kimse sonunda ne olduğunu merak edip oraya gitmemişti; ya da kimse oraya gidecek kadar uzun yaşamamıştı burada. Şimdi sorunu sahil değildi, gölgeydi. Orada bir yerlerde sessizce izliyordu. Ve, hiçbir şey yapmamıştı. Onları öldürmeyeceğini biliyordu Ophelia. Göndermek istediği mesaj barizdi: yanınızdayım, hep öyle olacağım. Ondan kaçamayacaklarını biliyordu. Söyleyeceği her lanet kelimeyi duyacaklarını da. Yine de bunu yapmak zorundaydı. Duymaları hiçbir şeyi değiştirmezdi. Zaten harekete geçtikleri anda her şey ortaya serilecekti. Tabii... Genç kadın dile getirdiği sözleri, yanlış söylemezse.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jean

Jean


Rp Sevgilisi : Her erkeğin ilk aşkı annesidir. Benim sonuncu da o.
Mesaj Sayısı : 146
Kayıt tarihi : 10/03/12

Özel
Rp Puanı:
Interview with the Vampire Left_bar_bleue95/100Interview with the Vampire Empty_bar_bleue  (95/100)

Interview with the Vampire Empty
MesajKonu: Geri: Interview with the Vampire   Interview with the Vampire Icon_minitimeCuma Ağus. 17, 2012 12:35 pm

    Gözlerini geceyi tüm doğallığıyla gösteren penceresinden uzağa dikmiş günlük ev halinden uzak -soğuk ve ciddi- bir şekilde ayakta duruyordu. Odada dışarıdan gelen yaz gecesi rüzgarından başka en ufak bir ses yoktu, hatta neredeyse son on beş dakikadır nefes dahi almıyordu ki hem insan hem gölge özelliklerin tamamına sahip biri; bir Xealsia olduğu için bu pek de sorun değildi. Hem madde, hem de canlı olmak.. Yeni ve pek hoş olmayan bir şekilde keşfettiği dezavantaj aklından geçerken bakışları daha da karardı ve gökyüzündeki her zamanki aylık döngüsündeki yerlerinden birini almış olan aya baktı: bu gece oldukça büyük görünüyordu ve aslına bakarsanız Jean bundan pek hoşlanmadı.

    Yalnızca iki dakika sonra düşünmek istemediği o şeylerin birer birer ve tekrar aklında canlandığını fark etti. Niklaus. Onu eğiten kişi, hatta bir eğitmenden çok daha fazlası.. bir abi.. Artık yoktu. İnanması o kadar zordu ki anlamlandırmakta zorlanıyordu. Daha önce görülen bir şey değildi ve her 'ilk' gibi kafa sıkıyordu. İçinde oluşan iki yeni hisse neredeyse elle tutabileck kadar yakındı: birisi nefretti bunların, onlara karşı ilk kez sataşan -ki büyücülerin parmağı olmalıydı bu işte- ırka karşı gözle görülebilir bir nefret; diğeri hevesti, derhal aşağıya inip bunlara, iblislere karşı savaşmayı öğrenmek için yeniden eğitilme hevesi. Ancak yapmayacağını biliyordu. Büyücülerin ortadan kaldırılmadıkları sürece daha nice ırkı kullanacaklarını biliyordu. Yok edilmesi gereken büyücülerdi ve ona emredildiği üzere yapmaktan mutluluk da duyacaktı.

    Ardından gelen ufak bir tıkırtı ile hızla başını çevirdi. İç sesini dinlemeye öylesine dalmıştı ki dışarıyı fark etmemişti bile. Kendisine bu nedenle kızdı: daima tetikte olması gerekirdi, dalıp gitmeye hakkı yoktu. En azından kendisine verdiği bir hak değildi bu: bencillikti, itaatsizlikti ona göre. Yüz hatlarını zorlama olduğu fark edilmeyecek şekilde yumuşattı ve kaşlarını imalı bir şekilde kaldırarak kız kardeşine hitap etti "Kapı çalmak diye bir şey bilmez misin?" Yalnız sesinde kızgınlık yoktu, yine de istediği gibi komik bir edayla söyleyememişti bunu. Bir durgunluk vardı, gereksiz ve can sıkıcı.. Tiana'nın bu tonu fark etmemesini sağlamak en azından olmamış gibi davranmak için gülerek ve bu kez saklandığı neşeli tonu bularak konuştu "Seni burda görmeyi neye borçluyum, acaba? Biliyorum beni çok özledin." ardından kızın gölerine bakarak samimi bir şekilde gülümsedi.

    Tiana'nın yüzünde kırık bir ifade vardı, Niklaus öldüğünden beri böyle değil miydi zaten? Her zamanki gibi güçlüydü, hırslıydı ve belki de tüm zamanlarının en iyi avlarını yapıyordu yine de içinde oluşan boşluk çevresine yansıyordu. Onun bu durumunu evde en iyi anlayan Jean'dı aslına bakarsanız. Niklaus'a en yakın olan onlardı çünkü, biri eğitmiş diğeri eğitilmişti, onlar ilk Xealsia'lardı. "Ah, evet. Aynı evde olduğumuzu ve yarım saattir odanda olup hala fark edilmediğimi göz önüne alırsak, evet Jean, seni gerçekten özledim." Kız kardeşinin zaman kavramını abarttığını düşünerek üstünde pek durmadı, yarım saattir burda olması imkansızdı çünkü, yoksa.. değil miydi? Sonuç olarak Queran'dan sonra aralarında en iyi gizlenen oydu, ah, hayır, yine de gerçek değildi. Aralarında sessiz bir bakışma geçti ve Tiana, haftalar sonra ilk kez bu konu hakkında konuştu. "Onu özlüyorsun, değil mi?" Gözlerinde öyle bir bakış vardı ki Jean, yapacağı hamle için düşünmedi bile. Yanına gidip kardeşine sarıldı ve kızın başını göğsüne dayamasına izin verdi. Şüphesiz ki bu tamamen aralarında kalacaktı ve kardeşliği güçlendiren onca şey gibi unutulmayacaktı. Kızın soğuk göz yaşlarını hissederken Tiana'nın görmediği yüzü katıydı. Şuan ortamdaki güçlü kişi rolünü üstlenmekle beraber düşünebildiği tek şey intikamdı.

    Çalan kapıyla irkildiler ve derhal eski sıradan bir görünüm kazanırken Jean sıkılgan bir tonda gelmesini söyledi. İçeri giren yeni kız kardeşlerinden biriydi, kızın içeri girişiyle bir çatılan kaşlarını yumuşatmaya çalıştı ve onu dinleyip yarım bir gülümsemeyle teşekkür etti. Kardeşlerine karşı katı görünmek en son istediği şeydi çünkü, ancak an itibariyle elinden gelenin en iyisini sunmuştu işte. Ve asıl önemli olan kızın söylediğiydi. Master, sevgili annesi onu bekliyordu. Tiana'yla vedalaşıp hızlı bir şekilde gölge formuna dönüşerek efendisinin kapısında tekrar cisme büründü. Tek bir kısa vuruşla kapıyı çaldı ve açılan kapıdan saygılı bir şekilde içeri girdi. Annesi. Dünya üzerinde var olan en muhteşem kadındı; her çocuğuna da güzelliğinden sunduğu tamamiyle kusursuz bir vücut ve o vücudu asaletle taşıyabilen nadide bir ruh. Bir muggle veya büyücünün veya herhangi basit ırkın önünde durup saatlerce onu izlemek istemesine yol açan bir güzellik. Jean ise böyle durumlarda derin bir nefes alırdı ve onun kendi annesi olduğunu hatırlayıp tüm endişelerini silerdi. Master hiç şüphesiz Jean için var olduğundan beri gerçekten sevilesi ve dinlenilesi tek kişiydi. Annesini sevdiği için kardeşlerini de severdi ve itaat etmeyi de. Bu da onu mükemmel bir Xealsia kılıyordu zaten. Şimdi tekrar bu muhteşem kadının huzurunda bulunurken, sessiz ve dikkat kesilmiş halde duyacaklarını bekliyordu. Bu gece olacak bir şeyi sezdiğini söyledi annesi ve ondan gidip yakından izlemesini istediğini lakin av yoktu. Yalnızca bekleyecek ve izleyecekti. İçi intikam hırsıyla yanıp tutuşurken beklemek için oldukça ters bir zaman olduğu için kendisine zor görünen bu kolay görevi tabi ki de kabul etti ve gitmek için izin istedi. Tam gideceği anda annesinin sesi kulağına geldi "Dikkatli olmayı unutma Jean, bir oğlumu daha kaybetmeye niyetli değilim." Efendisinden gelen bu kelimeler karşısında Tiana'ya olduğu gibi gülümseyen bir surat takınamayacağını biliyordu, söyleyebildiği biricik kelimeleri söyledi "Her isteğiniz benim için yalnızca nacizene bir emirdir, ef-" bu kısımda resmiyetten hoşlanmayarak kaşını kaldırmış surata bakarak kendisini düzeltti "anne."ve sahil kenarındaki yere gitmek için hızla gölge olup ortadan kayboldu. Kötü hissediyordu, ilk kez insan özellikleriyle bir gelen duygulardan rahatsız olduğunu hissetti, gölgeyken mutluydu, en azından daha farklı hissetmemişti. Yine de Xealsia olmanın en iyisi olduğunu hatırlattı kendisine, onlar en üstün ırktılar.

    Sahilde birden belirdi veya karartı halinde öylece duran genç kıza doğru ilerledi. Büyücü. İğrenç kokuyordu. Çevresinde onun göremeyeceği kadar hızla hareket etti, tuhaf bir şarkı mırıldanıyordu genç kız ardından sesi korku dolu bir ton kazanıp biçare ellei kısa bir sopa parçasını tuttu. Hep öyle olurdu. Büyücüler, en çok güvendiği asalarını son saniyelerinde hep ellerinde tutarlardı oysa karşınızdaki bir Xealsia için çam ağacına sokulmuş unicorn kanının pek bir anlamı yoktu. Eskiden görmüş olmadığı ama çok bahsedilen kızıl gözlü bir kadın kızın önüne atladı. Kızı öldürmeyecekti, kesinlikle öyle bir planı yoktu ki emredilmemişti de, yalnızca huzursuz etmeyi seviyordu. Buradaydı. Başlarının dibinde. Soluklarını hissedebiliyordu. Ama ona karşı hiç bir şey yapamayacaklardı, bunu öğretmek için buradaydı işte Jean. Ardından biraz uzaklaşıp soğuk kumların üzerindeki gölgeye karıştı ve olacakları göz hapsine aldı, belli ki gece yeni başlıyordu.

  • renk ~ [color=darkslategray]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Interview with the Vampire
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Interview with the Vampire - Kurgu I
» Forbidden Interview
» The Vampire Diaries

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Karanlık Bölge :: Issız Sahil-
Buraya geçin: