Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Sitemize hoş geldiniz.
Lütfen giriş yapınız ya da üye olunuz.

WoD Yönetimi.
Whisper of Death RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Emma R.Carter

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Emma Roesia Potter




Lakap : Ems,Roesia
Rp Sevgilisi : Yok.
Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 31/12/11

Özel
Rp Puanı:
Emma R.Carter Left_bar_bleue79/100Emma R.Carter Empty_bar_bleue  (79/100)

Emma R.Carter Empty
MesajKonu: Emma R.Carter   Emma R.Carter Icon_minitimeC.tesi Ara. 31, 2011 10:00 am


İlk gece, belli aralıklarla böldü uykusunu. Huzursuzdu, buraya alel acele geri dönmekten hoşnut değildi. Gözaltları şişmişti ve kirpikleri onu rahatsız ediyordu. Parmaklarıyla çapaklarını sildi ve parmaklarını birbirlerine kenetleyerek iki kolunu yukarı doğru esnetti. Annesinin hazırladığı yatak fazlasıyla rahattı ama üstüne örtmesi için verdiği battaniye oldukça kalındı ve gece boyunca sıcaktan bunalmıştı. Ayaklarıyla onu tekmeledi, yatağının ucunda göz korkutucu bir yığın oluştu. Ayaklarını bu yığının üzerine uzattı, ellerini karnının üzerine koydu.

Gözlerini tavana dikti, cam açıldığında kendisini çevreleyen çembere oturtulmuş uzay mekiğinin döndüğü lambayı izledi bir süre. Hayallerini gözden geçirdi, geçmişini süzdü yeniden. Tavana düşen ışıkların kararsızlığını seyretti, kendine benzetti onları. Sonra da aralarında hiçbir benzerlik olmadığını anladı, bu yansımaların hareketlerinin tek nedeninin parlak bir kumaşla yapılmış olan perdesi olduğunu anlattı kendine.
Durgun oda Riley gelince biraz olsun hareketlendi ve sessizlik iki kızın da nidalarıyla bozuldu. Şaşırmaları boş yere değildi, Riley yaklaşık 45 dakika önce uzun olan saçlarına artık sahip değildi. Bu Hayley’nin oldukça yüksek ve tiz kahkahalar atmasına neden olmuştu.
Riley elini alnına götürerek “Makineyle kestim, bu kadar rahat olacağını sanmıyordum.” dedi. Kısa adımlarla ilerleyerek Hayley’nin yanına oturdu.
Gri bir tişört ve kanvas pantolon giymişti. Vücuduyla uyumluydu bunlar, iyi görünüyordu.
Hayley onun omuzlarına dokundu; başını arkasına doğru yatırıp ağzını sonuna kadar açtı, eğleniyordu. “Hafiflemiş olmalısın, o kadar da iyi olduğu sanma ama.”
Jeanne beğenmiş olacaktı ki itiraz etti bir inlemeyle. “O kadar da kötü görünmüyor ama orantısız gibi. Bunu birisine düzelttirmelisin.”Gülümsedi Riley. Kırpılmış sarı saçları onun sabahki haliyle tezat oluşturuyordu. Şimdi uyuşuk değildi.
Başıyla onu onayladı ve ayağa kalktı. Elini destek alarak kalkması için Hayley’ye uzattı.
“Çabucak çıksanız iyi edersiniz, gördüğünüz gibi annemin aşağıya ineceği yok. Hem sizin işiniz de oldukça uzun, saçlarını güzelleştirecekler ne de olsa.”Tek eliyle boynunu yakaladı Riley Hayley’nin. Masaj yapar gibi sertçe kemiklerine bastırdı. Hayley arkasına bir tekme savurdu, isabet etmeyince Riley onu bıraktı.
“Biraz daha büyümelisin.”dedi ve Jeanne’a döndü. “Çıkalım.”
Riley masanın üzerine koyduğu ceketini aldı ve bir yandan onu giyerken yavaş adımlarla salondan çıktı. Jeanne ayağa kalkarak Riley’nin peşine takıldı. Çantasını omzuna atıp dışarı çıktı ve kapıyı kapattı. Biraz rüzgârlıydı dışarısı, henüz yaz bitmemesine rağmen ortalarda yoktu.
Evin önünde iki araba vardı. Küçük olduğundan sevimli görünen bir Volkswagen’di ilki. Vişne çürüğüydü ve oldukça zarifti. Kahvaltıdan sonra Carmen konuşması sırasında bu arabanın bir Beetle olduğunu söylemişti. Bu araba Jeanne’ın hoşuna gitmişti, Carmen’e yakıştığını düşündü.
Beetle’ın yanında oldukça büyük olan beyaz bir Audi vardı. Daha heybetliydi ve ister istemez insan gözlerini üzerinden alamıyordu.
Riley arabanın yanına geldiğinde ön kapıyı açtı ve Jeanne arabaya binerken referans yaptıktan sonra kapıyı kapattı. Arabanın önünden dolanarak o da yerine geçti.
Jeanne arabanın içini inceliyordu. Direksiyonun üzerinde birbirine geçmiş 4 halka vardı. Ortadaki panelde ise navigasyon sistemi vardı. Jeanne böyle bir arabaya alışık değildi. Sağ tarafta oturmayı garipsiyordu ve annesinin Chevrolet’ine alışık olduğundan bu araba ona çok yüksek gelmişti.
Zorlanarak yan tarafında kalan emniyet kemerini buldu. Parmakları hareketsizlikten uyuşmuştu, zorlanarak taktı.
Riley arabayı çalıştırdı ve hareket ettiler. Jeanne yolu izleyerek “İnsan kıskanıyor.” diye mırıldandı.
Riley vitesi değiştirdikten sonra ona doğru çevirdi yüzünü ve tekrar eski halini alırken onun kucağındaki çantayı alıp arka koltuğa fırlattı.
Jeanne çantanın düşüp düşmediğini kontrol etmek için arkasına döndü. Hiçbir şey göremeden homurdanarak koltuğuna yaslandı, sırtındaki ağrı boynunu çevirememesine neden olmuştu. Haykırmamak için dudağını ısırdı, gerçekten canı yanmıştı.
Derin bir nefes aldı Riley, sol eli direksiyona kenetlenmişti. “Büyük bir beğeniyle almıştı babam, Q7. Benim için olduğunu o öldürüldükten sonra öğrendim.” Gözlerini iyici açmıştı ve sesini yüksek tutmaya çalışmıştı. Jeanne onun üzüldüğünü bu şekilde anlamayacaktı.
“Ben bu konuda biraz daha rahatım, değil mi? Bağlı kalmam gereken ebeveynler oldukça fevri.”
Kırmızı ışık yanmıştı ve hafif bir şekilde durdular. Jeanne bunun arabanın bir özelliği mi yoksa Riley’nin mi yeteneği olduğu konusunda şüpheliydi.
“Bu kadar rahat olmana şaşırıyorum.” dedi Riley. “Sence buraya alışabilecek misin?”
“Annemden geçen bir şey olsa gerek. Alışma konusuna gelince de biraz korkuyorum.”
Gülümsedi, dişleri görünüyordu. Dudaklarını ıslattı. “Burası yoğun bir yer değil, herkesle iyi anlaşabileceğini sanıyorum.” Henüz yeşil ışık yanmadan hareket etti araba, Jeanne bunu sevmemişti ki arkalarındaki kamyonetinde hareket ettiğini gördü.
Elini boynuna götürdü ve dışarıyı seyretmeye koyuldu.
Kızıl tuğlalarla kaplı bir restorandın önünden geçtiler ve o dakika içinde okula gelmişlerdi.
Bahçeye girmedi Riley ve arabayı Jeanne’nin görür görmez kahkaha attığı tabelanın önüne park etti.
“Başıma bir fırça takmayacağım değil mi?”
Dişlerini göstererek anahtarı aldı ve Jeanne’den önce davranıp arkadaki çantasını aldı.

İşleri bittiğinde ikisi de üzerlerindeki yükten kurtulmuşlardı. Binadan çıkıp arabaya bindiler ve bir sonraki durakları berber oldu. Jeanne arabada beklerken Riley saçlarını düzelttirdi ve 5 dakika sonra geri geldi.
Geldikleri yoldan gitmiyorlardı. Jeanne bunu fark edince başını ona doğru çevirdi. “Nereye gidiyoruz?”
“Nefes alabileceğin bir yere.” dedi Riley ve sağındaki küçük ekranla oynadı. “Eminim hoşlanacaksın.” Bir şarkı başladı, Jeanne kaşlarını kaldırdı ve sonra içini kaplayan huzurla koltuğuna gömüldü.

Yukarıya doğru tırmanan bir patikaya girmişlerdi. Bir yamaçtan çıktıklarını düşünüyordu. Araba oldukça dengeliydi, eğer gözlerini kapasaydı hiçbir şey fark etmeyebilirdi.
Dakikalar sonra küçük bir dağın tepesindeydiler. Her yer yemyeşildi, bunun neredeyse her gün yağan yağmur sayesinde olduğunu düşünüyordu.
Arabadan inip dışarıya çıktı Riley ve Jeanne da onu takip etti. Kollarını iki yanına açıp esnetti ve ona sunulan manzarayı izledi. Her yeri görebiliyordu; çevre yolunun sonrası hariç, o bölüm dağların ardındaydı.
Riley ıslak olmadığından emin olduğu otların üzerinde bağdaş kurdu. Gözlerini neredeyse hiç kırpmadan izliyordu kasabayı. Oldukça sessiz bir yerdi burası, tek duyulan ormanın içinden gelen uğultuydu.
Jeanne serin havadan biraz etkilenmiş olacaktı ki fermuarını çekti ve ellerini ceplerine koydu.
“Bagajda bir battaniye var.”Geniş adımlarla arabaya yaklaştı. Bagajı açtıktan sonra zorlanarak battaniyeyi çekti, sendeledi ve onu omzuna attıktan sonra uzanıp kapağı kapattı. “Güzel bir yer ama soğuk.” Battaniyeye sarınıp kendini yere attı ve ayaklarını ileriye uzattı.
“Bence bu olumsuz bir şey değil, sadece alışkan olmadığından böyle söylüyorsun.” “Gene de ağustos ayında güneşi görmeyi hak ediyor Forks.” Ellerini kenetleyip Jeanne’a baktı. “Burayı her zaman sırları olan bir yer olarak görmüşümdür, belki de bu soğuk bu fikre dayanıyordur.” Dudakları birbirlerine kenetledi.
Jeanne sözüne tam başlayacağı anda, sanki bir kanıt gibi, bulutlar gökyüzünden çekildi. Geriye gözlerini kırpıştıran güneş kalmıştı, Riley dövünerek gülüyordu.
Jeanne eliyle gözlerini kapatarak “Tabii, oldukça özelsiniz.” dedi ve kahkahalarıyla oluşan kramplar yüzünden karnını tutan Riley’ye baktı. Güneş tekrar bulutların arkasında kaybolana dek tek kelime etmedi.
Oldukça sinir bozucuydu, eğlenmiyor değildi ama bu konuşma onu gerçekten aşağılamıştı. Gözlerini kıstı, suratı asılmıştı. Böyle zamanlarda gerçekten çok çirkin görünürdü, en azından kendine öyle geliyordu.
“Buradan ayrılmadığın için böyle düşünüyordun?”“Nereden doğduğumu hatırlıyorsundur.”
“Hayır, benliğin yerindeyken başka yerleri gördün mü?”
Tıslama sesi duydu ve ürperdi. Battaniyesine iyice sarılarak “New Jersey?” dedi ve yüzünü battaniyeye bastırdı.
Uyuşan burnunu ısıtmaya çalışırken Riley ayağa kalktı. “Michigan, New Hampshire ve Mississippi en uç noktalar.” Ayağıyla çimleri eşeledi ve Jeanne’nin yanına gelip onu kollarının altında tutup ayağa kaldırdı. Ne olduğunu anlamayan Jeaane tökezledi ve Riley’ye tutundu. Başı dönüyordu, yükseklik ve soğuk onu yormuştu. Dengesini sağlayınca Riley’nin koluna bir yumruk attı ve battaniyeyi ona fırlatıp arabaya geçti.
Riley ağzını sonuna kadar açarak arabanın yanından geçti, omzundaki battaniyeyi bir top haline getirip eline almıştı.
Bagajın kapağı kapanınca araba sarsıldı, kollarını birbirlerine dolayıp başını önüne eğdi. Çenesini emniyet kemerine dayadı.
“Boğulman için elimden geleni yapardım ama araba birazdan ısınacak.”
Doğruldu. Gözlerini iyice açıp “Bunu ben de isterdim ama bana zararı olacaktır, ne de olsa arabayı sen kullanıyorsun.” dedi gırtlaktan çıkan bir sesle.
Gülmemek için üst dudağını alt dudağına kenetledi Riley. “Dilini arka dişlerinin arasına alırsan da aynı etkiyi yaratıyor, kahkahalarını kendine saklıyorsun.” Sol elini yumruk yapıp diğer elinin içine aldı. “Bir şeyler dinleyebilir miyiz?” Parmaklarıyla ritim tuttu direksiyonda Riley. “Arcade Fire?” Jeanne başıyla onu onayladı.
Artık gergin bir duruşu yoktu Jeanne’ın, üşümüyordu. Parça başlayınca sağa sola yaylanmaya başladı.
Riley onun değişken ve çatlayan sesini duymayı ummuyordu. Ancak sözler başlayınca Jeanne da buna eşlik etti.
“Bunu berbat etme, lütfen.” deyince Jeanne sesini kesti.
5 dakika boyunca başını arkasına yaslayıp dinledi parçayı. Bu biraz düşünmesini sağladı.
Eve gittiklerinde oldukça yorgundu, Carmen ve Hayley henüz gelmemişlerdi. Jeanne odasına çıkıp üstünü değiştirdi. Banyoya girip yüzünü yıkadı, saçlarını biraz ıslattı. Tatmin olmayınca duşa girdi.
Kurulandıktan sonra saçlarını taramayı denedi. Dolaştıklarını görünce kurutmaktan da vazgeçti ve başına bir havlu sarıp yatağına uzandı.
Elini yerde gezdirip Nana’yı buldu ve okumaya koyuldu:

“Gözleri yarı kapalı, tek başına bir kedi bekliyordu bütün binayı, kadınların her akşam yaydıkları ekşi ve soğumuş kokunun içinde uyukluyordu.
Gerçekten de sağdaki koridorun kapısı hafifçe itilmişti. Nana bekliyordu. Şu Mathilde denilen toy kirloz odasını pek pis tutuyordu. Yerlerde bir sürü çatlak su kabı, kirli bir tuvalet aynası, sanki hasırına kan sürünmüş gibi allığa bulanmış bir iskemle. Duvarlara ve tavana yapıştırılan kâğıtlara sabunlu su damlaları sıçramış. Odanın içinde öyle ekşi bir lavanta kokusu vardı ki Nana pencereyi açmak zorunda kaldı. Bir süre dirseklerini pencereye dayayarak derin derin nefes aldı, aşağıya baktı, Bayan Bron küçük, loş avlunun yeşilimtırak taşlarını süpürüyordu. Panjurlardan birine konan bir kanarya keskin bir sesle ötüp durmaktaydı. Ne bulvarda, ne de yakındaki sokaklarda giden arabaların gürültüsü duyuluyordu, bir taşra sessizliği, güneşin içinde sonsuz bir alan ıssızlığı vardı burada.”

Gözleri yavaşça kapandı. Nefes alış verişleri ağırlaşmıştı. Sıkıca tuttuğu kitap elinden kaydı, yere düştüğünde çıkan ses onu uyandırmadı.
Dışarıdan kuş sesleri geliyordu, bir sürü ötüşerek pencerenin önünden geçmiş olmalıydı. Bu ses insanı rahatlatan türdendi, dinlemek için bazı değerlerinizden vazgeçebileceğiniz bir sesti.
Bunu duyar duymaz elini alnına bastırdı Jeanne, vücudu sarsıldı. Kısa ve derin nefesler alıyordu, ayaklarını hızla çırpıyor ve tekmeler savuruyordu.
İnledi, şakaklarından bir ter damlası süzüldü. Uyanamıyordu, göz kapakları sanki kenetlenmişti.
Yatağı yumrukladı, yastığı başının altından alıp gövdesinin hizasına getirdi ve dişlerini kılıfa geçirdi.
Gövdesi inip kalkıyordu, kalp atışları hızlanmıştı. Solukları gitgide hızlandı. Ağlıyordu, hırsla bir şeyler mırıldandı.
Boğazındaki yumruyu temizlemek için yutkundu, hiçbir şey fark etmemişti. Avuç içlerini elmacık kemiklerine dayadı.

Görüntüde ışık azdı, sanki loş bir odada gibiydi.
Uzaktan bir ses geldi, vurguları oldukça dolgun olan bir ses. Yüzündeki hatlar belli olmuyordu. “Burayı her zaman sırları olan bir yer olarak görmüşümdür, belki de bu soğuk bu fikre dayanıyordur.” Toprağa dayamıştı bedenini, kendi varlığına.
Tüyleri diken diken oldu, içine çektiği nefes boğazını yaktı. Ciğerleri havaya ihtiyaç duymuyordu, bedeni sadece kokunun geldiği şeyi arzuluyordu.

“Buraya alışmak biraz zor olabilir.” dedi başka bir ses.
Gene karanlıktı, bu sefer her şeyi rahatça seçebiliyordu. Sadece renkler değişmişti.
Karşısındaki kadın önündeki masaya eğilmiş, önündeki kâğıda bir şeyler yazıyordu. Her aldığı nefesle kalp atışları devam ediyor, damarları sıcaklığını koruyordu.
Yanındaki bedenin vücuduna dayandı, koluna tutundu. Boğazı yanıyordu, “Tanıştığım insanlar bana yardım edecektir.” dedi. Sesi tiz ve soğuktu.
Kendine hâkim olamıyordu, kaslarını sıktı. Dizini büktü, hamle yapmak için gerildi. “Hayır!” diye haykırdı. Savunmasızdı karşısındaki. Elini yüzüne götürdü.

Neler olduğunu gayet iyi biliyordu, yaklaşık 6 kilometre uzaklıktaki sesleri dahi duyabiliyordu. İç çekti, şüphelenmemesi için nefes almamaya dikkat ederek “Carmen nerede peki?” dedi.
Yukarıdaydı, odasında. Parmaklarını gezdirdiği klavyenin sesi geliyordu, harfleri zar zor bularak bir şeyler yazıyordu.
Göz kapaklarını hareket ettirdi. Bacağını diğer bacağının üzerine attı ve gövdesini şişirdi. Kız esnedi, metabolizması olağandan hızlıydı. Bu tahrik olmasına neden oluyordu, dişlerini kenetledi.

Rüzgâr ıslak yanağını yalayıp geçti. Kapüşonunu başına geçirdi ve fermuarını çekti. Yüzünü göstermemeye çalışarak hızlı adımlarla ilerledi.
Gece yarısından beri hayvanların peşinden koşuyordu, insanlardan uzak kalmaya çalışmıştı. Gözleri tam olarak rengini almamıştı, güneş gözlüğü takıyordu.
Geniş adımlarla ilerledi, ayakkabısının altında ezilen kum ona huzur veriyordu. Nefesini tuttu, gövdesini kendisi hareket ettiriyordu. Farkında değilmiş gibi ilerledi ve sıcak bir el dokundu omzuna. Arkasına döndü güneşten kaçınarak.
Sivri dişlerini göstererek gülümsedi, ürkmemesini umuyordu. Gene aynıydı o, gene aynı Jeanne’dı.

Bir uğultu vardı, şimdi yüksek bir yerde oturuyordu. Dışarıyı izliyordu, camdan yansıyan yüzünden kaçırdı gözlerini. İğreniyordu kendinden, seçimlerinde.
Ağaçları izledi, gövdelerindeki her canlıyı kolayca seçebiliyordu. Hızla ilerlemelerine rağmen algılaması uzun sürmüyordu.
Kimilerinin yaprakları dökülmüştü, köklerinden çıkan otların üzerine düşmüştü bu yapraklar. Gözlerinde tezat oluşturup nasıl doğanın ilk renkleriydi sarı, yeşil ve kahverengi.
Parmaklarını bacaklarına koydu, parmaklarını kotun yüzeyinde gezdirdikçe doku elinin uyuşmasını sağlıyordu.
Melodikti başlayan ses. Dört saniyede bir baskın bir ses duyuluyordu. Tanıyabildi: müzik.
Sanki onu tanımlıyordu erkek, sözler onun için tutarlıydı.
Yorgundu, davranışları var oluşundan beri yaşlılığının belirtisiydi.
Kalbi, hala bedeninde olduğuna inanmıyordu ama eğer varsa, soğuktu.
Hayatı bir yalandan ibaretti.

Sarsılarak uyandı, gözlerini açtığında alt katta televizyon izleyen Riley’nin duyabileceği bir çığlık attı. Nerede olduğundan emin değildi, neler olduğundan.
Kendinde olmadan hareketsizce durdu, ayak sesleri duyuluyordu.

Hiçliğin içindeydi, sanki az önce kalbinden büyük bir parça yok olup gitmişti. Ne yapacaktı?
Onu telkin etmeye çalışan Riley’yi duymuyordu, kulağında bir çınlama vardı.

Karnı guruldadı, Carmen’in dün akşam yaptığı makarnadan sonra hiçbir şey yememişti. Ayaklarını kendine çekip doğruldu. Gözlerini kırpıştırarak ayağa kalktı, başı dönmüştü. Terliklerini giyip kapıya yöneldi. Attığı iki adımdan sonra burnuna enfes kokular geliyordu, burada mısır gevreği yiyerek güne başlamayacaktı anlaşılan.

Koridora çıktığında en uç taraftaki duvara asılmış olan aynayı fark etti. Bu boy aynası tüm koridorun görülmesini sağlıyordu, eğlenceliydi. Kendine baktı ve lavaboya uğramasının iyi olacağını düşünerek banyoya girdi. Yüzünü yıkadı ve dışarı çıkıp merdivenlere yöneldi. Basamaklardan inerken büyük ahşap evlerdeki merdivenlerin gıcırdayışını düşünerek ilerledi. Önüne gelen bir tutam saçı geriye atarak mutfağa doğru yöneldi.

Burnuna gelen kokuların kaynağı tabii ki de buradaydı. Sofra üstündeki yiyecekler kadar dikkat çekiciydi. Açık mavi peçeteliklet masa örtüsüyle aynı renk olan tokalarla tutturulmuşlardı. Hatları keskin olan kırmızı kadehlere doldurulmuş portakal suları vardı ve bunları hazırlayan ayrıca kahve yapmayı da unutmamıştı.

Jeanne herkesin tabağına konulmuş olan omletleri, kızarmış ekmeği ve masanın ortasındaki geniş bir tabağa yerleştirilmiş olan pankek ve jambonu görünce ufak bir nida attı. Böyle bir kahvaltı ettiğini hayal meyal hatırlıyordu, onun için kahvaltı okula gitmeden önce karnını doldurması gerektiğiydi.

Derin bir nefes alarak tezgâha geçti, sol elinin parmaklarıyla mermer üzerinde ritim tutarken askıya asılmış olan renkli bardaklardan birini aldı ve hemen yanındaki cam sürahiden kendine su doldurdu. İçtikten sonra boğazındaki kuruluğun gittiğini fark etti, biraz daha rahattı. Uyandığından beri damaklarında bir acı olduğunu anlamıştı, şimdi ise olağan haline dönmüştü.

Herkesin kalktığını düşünüyordu ama yanılmıştı; sadece Carmen uyanmıştı ve şimdi odasındaydı, duş alıyordu. Tezgâha yaslanıp birilerinin ortaya çıkmasını bekledi. Birkaç dakika sonra yukarı çıkıp üstünü değiştirmesinin en mantıklı şey olacağını düşündü ve yukarı çıktı. Geri döndüğünde üzerinde füme rengi bir tişört ve altında da rasgele seçilmiş olan bir kot vardı. Pijamalı halinden daha iyi görünüyordu ama gene de vasattı. Saçlarını düzensizce toplamıştı, taramadığı arka taraftan fışkıran kütleler sayesinde anlaşılıyordu. Yüz hatları belli oluyordu şimdi. Elmacık kemikleriyle yanaklarının birbirlerini tamamladıkları görünüyordu.

Mutfağa girdiğinde Riley, Hayley ve Carmen masadaki yerlerini almışlardı. Üçünün de başlarını ona çevirdiğini görünce onlara gülümsedi ve kısık bir sesle “Günaydın.” dedi. Yutkunarak boğazını temizledikten sonra Hayley’nin yanındaki boş sandalyeyi çekti ve oturdu.

Carmen ona karşılık verdi, gözleri parıldıyordu ve yüzünde dişlerinin görünmesine neden olan mesafeli bir gülümseme vardı. Çatalını eline aldığı sırada Riley tabağındaki jambonlardan en kalın dilimlenmiş olanını alıp ağzına attı. Diliyle gürültülü bir ses çıkardıktan sonra ağzını kapatıp homurdanarak yemeye başladı. Saçları tatil boyunca kestirilmemiş gibiydi ve kulağının ardında dağınık olan ön tarafla tezat oluşturacak şekilde yastık izi olduğu anlaşılan bir düzlük vardı. Gözlerini tam olarak açamamıştı ve aç olduğu art arda yediği dilimlerden anlaşılıyordu.

Biraz omlet yedikten sonra yeterince doyduğunu fark etti ve biraz da fıstık ezmesi sürdüğü kızarmış ekmeklerden yedi. Arkasına yaslanıp ellerini bacaklarının üstünde birleştirdi. Bugün ne yapacağını bilmiyordu, ne yapması gerektiğini de. Odasına çıkıp kitap okuyabilirdi ya da Hayley’le satranç oynayabilirlerdi. Ancak bunlar günün 2 veya 3 saatini kapsardı, geri kalan zaman ne yapacaktı?

Carmen tüm düşündüklerine cevap olacak bir şekilde “Alışveriş.” dedi tiz bir sesle. “Biriniz beni Seattle’a götürmeli.” Bu tam olarak istediği değildi. “Malzemeler için anlaştığımız yer Georgia’ya taşındı, yeni bir yer bulmalıyız.” Pastane hakkında konuşuyor gibiydi ve bu onun yanında Jeanne’ı götüremeyeceği anlamına geliyordu.

Riley yeterince yemiş olacaktı ki durakladı bir anda ve tabağının kenarındaki peçeteyi alıp ağzını temizledi. Ellerini kütürdetti. “Ben gelemem ama arabayı istersen alabilirsin, dönem için hazırlanmalıyım. Okula gidip seçmeli dersler için erkenden kayıt yaptıracağım.”
Kahkaha atmamaya çalışan Hayley üst dudağını alt dudağına kenetledi ve abisini tav edercesine “Şaşırtıcı derecede önemser.” dedi kıkırdayarak. Riley’in yüzü gerildi, kaşları yukarı doğru kalktı Hayley ağzıyla çıkardığı sesle o anda uydurduğu melodiyi devam ettirirken.

“Gelecek sene başında olmamı istemeyeceğini sanıyordum.” Sandalyesini geriye çekerek ayağa kalktı. Gülüyordu, tişörtünü düzeltti ve üzerine dökülmüş olan şeyleri kontrol etti. Kapıya doğru yönelirken elini saçlarına daldırdı ve duraksayıp arkasına baktı. “Arabanın anahtarlarını masanın üzerinde.” Başparmağıyla arka taraftaki odayı gösteriyordu.

“O halde Hayley benimle geliyor ve sen de Jeanne’ı okula götürüyorsun, kayıt için. Benim daha sonra gitmeme gerek kalmamış olur.” Okula gitmeyi nedense hiç mi hiç istemiyordu Carmen, bu fikri bulduğu için oldukça mutluydu. Alnındaki kırışıklıklar gülümseyişiyle ortadan kaybolmuşlardı ve çenesinde gamze belli oluyordu.

Hayley annesiyle gezmekten hoşlanmadığını belirten bir şekilde inledi, bacaklarını masanın altından çıkarıp sandalyeyi hiç hareket etmeden ayağı kalktı. Dudaklarını bükmüştü, eliyle diğer kolunu tutarak durakladı ve birkaç saniye hiçbir şey yapmadan annesine baktı.

Carmen onun gelmesinden memnun kalacaktı. Birlikte zaman geçirdikleri çok az zaman oluyordu ve nadiren konuşabiliyorlardı. Kızına, umutla gülümseyerek bakıyordu.

Hayley geçen saniyelerin sonunda, herhalde dayanamamış olacaktı ki, “Tamam.” dedi ve abisinin yanından geçerek mutfaktan ayrıldı.

Jeanne yardım etmek istercesine sofrayı toplamaya başladı. Ayağa kalkıp tezgâha yöneldi ve elindeki tabakları bıraktı. Bugün Riley’nin peşine takılacak gibiydi. Onu pek tanımıyordu, bu evdeki herkesle olduğu gibi aralarında bir mesafe vardı. Ne çok yakın ne de çok uzaklardı.

Annesi Peyton yüzünden oluşmuştu bu aralık. Bir gelip bir gitmesi Jeanne’ın her zaman kafasını karıştırmıştı. Ona karşı olan hislerinden emin değildi. Bencillik mi yoksa nefret miydi bilemiyordu. Bencil olabilirdi, annesini paylaşamıyordu; onu başka bir yerde görmek istemiyordu. Nefret duyabilirdi, onu bırakıp gitmesini yanlış anlıyor olabilirdi. Aralarındaki sevgi yüzünden ondan uzaklaştığında deliriyordu. Belli bir zaman sonra bu yok oldu ama gene de birlikte olduklarında aralarındaki bağ farklılaşıyordu.

Telefonla konuştuklarında samimi olabiliyorlardı. Jeanne ona gün be gün olanları aktarıyordu, okuduğu kitapları telefonun diğer ucundaki annesi için analiz ediyordu. Bazen danışıyordu ona, bazen de onun tarafından özlendiğini duyuyordu.

Özlem. Pek de anlamı olmayan bir kelimeydi onun için. Tanımlayabilirdi, anlaşılmayan cümleleriyle. Annesiyle ayrıldığı gece, yatağına girdiğinde titremeye başlıyordu. Yüzüstü yatıyordu o günlerde, başını yastığına gömüp burnunun aktığını söylüyordu kendisine. Yüzündeki ıslaklığın ter olduğunu söylüyordu bazen kendine, kendini böyle tatmin ediyordu işte.

“Ah, senin arabanı da ben almalıyım o zaman.” dedi Riley.

“Yürüyerek gitmeyi planlıyordum; ama Jeanne zaten yorgun, daha fazla yorulması iyi olmayabilir.”
“Hayır.” diye itiraz etti Jeanne. “Yürüyebiliriz, yorgun değilim.” Aslında yorgundu, yeni yeni fark ediyordu ama omuzlarını hareket ettiremiyordu ve belinde sırtını dik tutmasını zorlaştıran bir ağrı vardı.

Carmen ellerini beline koyup gözlerini kısarak birkaç saniye düşündü. “Ben Beetle’ı alırım, sen kendi arabanı al. Bugün eşya taşımamıza gerek kalacağını sanmıyorum.”
Riley başıyla onu onaylayarak arkasına döndü. Giderken midesine elleriyle vurarak ritim tutuyordu ve içeriden “Yarım saat içinde hazır olman beni mutlu edecektir Jeane.” diye seslendi.

İstemeden başkaları tarafından duyulmayacak bir kahkaha attı Jeanne. Mutfakta kalıp yardım etmesine karşı çıksa da Carmen’le birlikte sofrayı topladı ve onun önerisiyle kirlileri bulaşık makinesine yerleştirmeyi ona bırakıp yukarıya çıktı.

Dün gece boşalttığı sırt çantasını dolabından aldı ve ağırlık yapması için en kalın defterini ardından da kayıtta gerekli olabilecek şeyleri koydu içine. Eline alıp tarttığında savrulmayacak kadar dolu olduğunu gördü ve düzelttiği yatağının üzerine fırlattı. Kapağı açık olan dolabından, dışarıda rüzgâr olduğunu tahmin ederek, dışarıda giymeye uygun olan bir eşofman üstü aldı. Ceket gibiydi bu, oldukça hoş bir rengi vardı, mavinin koyu tonlarından biriydi.

Saçlarını açtı, tokasını çalışma masasının üzerine fırlattı ve çantasını yatağının üzerinden alıp sağ omzuna taktı. Son bir kez düşünüp eksik olan bir şey olmadığını anladı ve koridora çıkıp ardından kapıyı kapattı. Karşısındaki aynadan kendine bakıp saçlarını elleriyle karıştırdı, şimdi gayet hoş görünüyorlardı. Dağınık olmaları Jeanne’ı memnun ediyordu, annesi yanında olsa bunu sivri bir dille eleştirirdi.

Tırabzana tutunarak çifter çifter atladı basamaklardan. Merdivenin bitişine paralel olan salonda Hayley vardı. Jeanne kapının olduğu tarafa giderek çantasını duvara dayadı ve eşofman üstünü giydi. Tişörtünü çekiştirip saçlarını düzeltti. Kollarını sıvayıp salona girdi. Hayley da hazırlanmıştı, ancak görünürde ne Riley ne de Carmen vardı.

Başıyla onaylamayarak “Banyoya giremedim, saçlarını kesiyor.” dedi Hayley. Jeanne anlamadığını belirterek ellerini iki yana açtı. “Riley.”
İç geçirdi ve “Carmen nerede peki?” dedi Jeanne. Hayley’in paralelindeki koltuğa geçmişti, kollarını gövdesinde birleştirdi.

“Gerekli olacak şeylerin listesini yapıyor ve internetten iyi bir yer bulmayı umuyor.” diye cevapladı Hayley. Ellerini koltuğun yastıklarına dayayarak kendini geriye doğru çekti ve bacaklarını esnetti. Zayıftı ve olağandan daha ince bir bedeni vardı. Gene de yapısına göre güçlü sayılabilirdi, dünkü kargaşada ağır olan eşyalardan birkaçını o da taşımıştı. Jeanne bundan memnun olmamıştı ama yardıma ihtiyacı olduğundan itiraz edememişti.

İkisi de konuşmaktan hoşlanmıyorlardı. Hayley nadiren sohbet ediyordu, kafasını dinlemekten hoşlanıyor gibiydi. Gevezelik ettiği şimdiye dek görülmüş değildi. Sessizlikten hoşlanıyordu. Jeanne ise hayaller kuruyordu sessiz kalırken. Hakkında yorum yapabileceği konular çoktu, bilgisi asla kısıtlı değildi ama konuşabileceği kişiler oldukça azdı.

Runcorn’u özleyebilirdi; evini, kütüphanesini, okulundaki düzeni ve arkadaşlarını da özleyebilirdi. Asla unutamayacağı tek kişi herhalde Kate olacaktı. İlkokula onunla başlamışlardı ve lisede de beraberdiler. O kızdan daha cana yakınını bulamazdınız herhalde. Bir de kendinden büyük bir abisi vardı, Nathan. İkisi de Jeanne ile iyi anlaşıyorlardı. Aralarında oluşan bağ Jeanne buraya gelene dek hiç kopmamıştı. Onları aklına getirmemeye çalışıyordu Jeanne, üzülmek istemiyordu. İçindeki umut onu burada tutmayı sağlayabilirdi, her şeyi daha iyi anlayabilirdi.
Kalp atışları normale döndü, bileğini tutan ıslak bir el vardı. Riley nabzını kontrol ediyordu. Düzene girince gözlerini açmasını bekledi. Tırnaklarını avucuna saplayan parmaklarını açmış ve elini tutmuştu. Dizlerini yere koymuş, gözlerini ondan ayırmıyordu.
Her şey bulanıktı, etrafındakileri zar zor seçebiliyordu. Başını kaldırmaya çalıştı ve birisi onu omzundan tutup yatması için ittirdi.
Riley. “Biraz daha bekle.” Sesi oldukça endişeliydi, çatlamıştı.
Odanın lambası yanmıştı, gözlerini uyuşturan bir ışıktı bu. Hava kararmış olmalıydı, saat kaçtı?
Vücudunda bir ağırlık hissetti. Kasları gevşemiş gibiydi, bedeni uyuşmuştu. Kemikleri sızlıyordu, hiç bitmeyecek bir ağrı vardı. Yutkundu, havayı içine çekti; boğazındaki yanma yok olmuştu.
Şakaklarında başlayan ve boynunun ardına kadar giden bir kuruluk vardı. Sıcak onu yakıyordu, acı burada bedeninin diğer kısımlarına göre daha azdı. Konuşmayı denedi, ağzını açabilecek gücü yoktu.
Sanki ateş çekiyordu içine, ciğerlerinde bir yangın vardı. Aldığı her nefes görüntüyü biraz daha karartıyordu. Gözlerini kapatamıyordu, nasıl açtığını hatırlayamıyordu.
Deliriyordu, bu o olamazdı.
Neler olduğunun farkında değildi. Bilincini kaybetmiş gibiydi, Riley’yi dakikalarca süzdü.
Bir anda kontrolün tekrar kendinde olduğunu hissetti. Bileğini onun elinden kurtardı, iki eliyle kendini iterek doğruldu. Güçsüzdü, burun delikleri genişledi.
“Sakin ol, sadece bir kâbustu.”; Sıcak bir gülümsemesi vardı.
Gözlerini iyice açtı, biraz başı dönüyordu ancak aldırmıyordu. “Hayır, kâbus değildi.” diye onu tersledi. “Gerçekten de öteydi, farklıydı ama asla kâbus değildi.” Sesi kalındı, kendinden emindi.
Ayaklarını dışarı atıp gözlerinin kararmasına aldırmadan hızla banyoya gitti. Duvarlara tutunup dengesini sağlıyordu. Çıplak ayakla gezmek oldukça iğrendiriciydi, banyoya girdi. Yerin ıslak olmamasını umuyordu. Parmaklarını kenetleyerek ayaklarını yerleştirdi.
Aynaya baktı. Saçları dağılmıştı, henüz kurumamış olan yaşlar vardı yanaklarında. Her insanı şaşırtmayacak şekilde gözleri yeşildi, kimselerinkinden farklı değildi.
Parmaklarını çenesinde gezdirerek kendini inceledi. Ne hayranlık duyulacak hatlara sahipti ne de mermer gibi düzgün bir dokuya. Buğday rengi teni aslında çok hoştu, ancak bunu şimdi beğenemiyordu. Daha güzel olduğunu sanıyordu, şimdiye dek hiç mi hiç görünüşüne önem vermemişti ama o gerçekçi anılardaki Jeanne’ı kıskanıyordu artık.
Gözaltları şişmişti ağlamaktan, alnında kırışıklıklar oluşmuştu. Solgun görünüyordu, bunca şey ne kadar uzun bir sürede olmuştu ki?
Lavabodan destek aldı düşmemek için, eğilip musluğu açtı ve ıslanacak saçlarını umursamadan bir avuç dolusu suyu yüzüne çarptı. Burun deliklerine kaçan su canını yaktı, nasıl bu kadar kırılgan olabiliyordu anlamıyordu.
Saçlarını düzeltmeyi denedi ve parmaklarını içlerine daldırarak arkaya doğru yönlendirdi.
Kendini aynada süzmeye koyuldu ve bu sırada musluğu kapatmamıştı. Eli soğuk suyun altında duruyordu, kendisini izlerken her şeyden bihaberdi. Üşüyen eli titremeye başladığında bunu hissetti ve kolu aşağıya indirip soğuk elini yanağına dayadı.
Neler olduğunu anlamamıştı, hiçbir şeyin farkında değildi. Her şeyin bir rüya olduğunu sanmıyordu. Riley kâbus olduğunu söylemişti ancak o görüntüler bir kâbustan daha gerçekçi ve güzeldiler.
Sanki hayatından bir kesitti o kısa ve her anı kendini imrendiren dakikalar.
Ellerini boynuna koyup esnetti vücudunu, beğenmiyordu kendini. Zorlanarak oradan çıktı ve odasına gitti.
Yatağına attı kendini ve bağdaş kurup oturdu.
Karşısındaki koltuktaydı Riley, öne eğilmiş ve dirsekleriyle bacaklarına dayanmıştı. “Şimdi iyisindir umarım.” Ellerinden biriyle oldukça kısa olan saçlarıyla oynuyordu.
Sesinin çatlamamasına dikkat ederek “Biraz daha iyiyim.” dedi.
“Bir şeyler yiyebiliriz istersen.”
“Sana gördüklerimi anlatırım.”Gülümsedi, doğrulduğunda oldukça rahatlamış görünüyordu. Jeanne’ın kendine gelmesi onu mutlu etmişti, şimdilik keyfi yerindeydi. Jeanne onun ne olduğunu anladığını sanmıyordu. Gördüklerini bilmiyordu ne de olsa, ancak bu anıları onunla paylaşmaktan çekinmeyecekti.
“Ben aşağıya inip bir şeyler hazırlayayım, sen de gelirsin birazdan.” Ayağa kalkarak geniş adımlarla odadan çıktı.
Yalnız kalmak biraz ürkmesine neden olmuştu Jeanne’ın. Aşağı inmeliydi. Sabah giydiği koy koltuğun üzerindeydi, çabucak onu giydi ve yeni bir tişört seçip üzerine geçirdi. Yatağını toplamadı ve pijamalarını üzerine bıraktı.
Kendine güvenmediği için duvarlara sıkıca tutunarak onun peşinden gitti. Tırabzana sarılarak basamakları yavaş yavaş indi, gülünecek durumdaydı.

Carmen ve Hayley dönmemiş olmalıydılar ki Riley yemeği kendi yaptı. Bu sırada Jeanne sandalyelerden birisine oturdu. Kollarını birleştirip masa kapaklandı; kulağını kollarına dayadı, nemli saçları yüzünü kapatıyordu.
Dolaptan bir şeyler çıkardı Riley ve buzdolabının yanına asılmış olan önlüklerden birisini boynuna geçirdi. Kollarını sıvayıp ellerini yıkadı.
Jeanne uyanmadan hazırladığı tavukları tavaya attı ve kızarana dek başında durdu. Bir şeyler mırıldanıyordu, bu melodi oldukça rahatlatıcıydı.
Burnuna gelen kokular Jeanne’ın karnının guruldamasına neden oldu. Riley ocağın ısısını biraz daha artırdı ve birkaç dakika içinde tavuk pişmişti. Etleri dolaptan aldığı iki tabağa koydu. Masaya getirdi ve içi daha dolu olanını Jeanne’a uzattı.
Jeanne çatal kullanmayı umursamadan eline bir but aldı ve büyük ısırıklarla yemeye başladı.
Riley de karşısına geçip ona eşlik etti.
Buna mahkûm olmak Jeanne’ın hoşuna gitmemişti. Yemek yemekten rahatsız oluyordu. Onun ihtiyacı olan şey bu değildi. Midesinin susmasını dileyerek yedi, gerçeğe dönmek için yedi. Ne çaresi vardı ki?
Tabaklarındakileri bitirdikten sonra Jeanne bulaşıkları yıkadı ve ikisi de salona geçtiler.
Jeanne televizyonun karşısındaki koltuğa geçti ve ayaklarını uzatarak bileklerini birleştirdi. Gözleri yerdeydi, her şeyin nasıl bu kadar çabuk geçtiğini anlamamıştı.
Riley onun yanındaki tekli koltuğa oturdu. Onun konuşmasını istiyordu, neler olduğunu bilmeden onu yargılayamazdı.
“Güzeldim.” dedi Jeanne bir anda, sonrasında gene sessizlik kapladı odayı. Tek duyulan masadaki saatin sesiydi.
“Ağlamana neden olan bu değildi herhalde?”
Ağlamıştı, evet. Neden peki? Şimdiye dek bunu hiç düşünmemişti, aklından çıkmayan tek şey ’ihtişamlı Jeanne’dı. Rüyasında, her dakikasında acı çekmişti. Göğsünde bir şeyler yanıyordu, çığlıklarının nedeni kıskançlık değil acıydı. Öldüğünü sanmamış mıydı başlarda? Hayatının bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğini görmemiş miydi? Anlayamadığı o hale gelmek için neden bedeller ödemesi gerektiğiydi.
İnledi. “Benden korkuyorlardı, bir şeylerden saklanıyordum. Birisine saldırmaya çalıştım.” Eliyle dirseğini tuttu ve alnını avucunun içine yerleştirdi. Hiddetle başını sallayarak konuşmaya devam etti. “Birisine saldırdım, zorlanıyordum. Ve tüm bu olanlar bugün yaşadıklarımın daha farklı halleri. Sanki olağanüstü bir insandım ve aynı günü başka bir şekilde yaşadım. Ayrıca yıllar önceden kalan görüntüler de vardı ve bunlar gerçek gibiydiler. Asla eskimeyen anılar, hızlandırılmış bir şekilde kesitler gördüm.”
“Neden üzüldüğünü anlamıyorum, uyumadan önceki halinden memnun değil miydin?”
Hayır, Forks’a gelmek onun için bir emirdi. Kendi isteğiyle gelmemişti, eğer cevap hakkı olsa evinden bile çıkmazdı. Ah, kendini kandıramıyordu bile. Burası onun için en iyi seçimdi, Forks geleceğini en iyi şekilde etkileyecekti.
“Bunları görsen öyle söylemezdin. Bunları düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Şu an oldukça savunmasızım.”
“Tabii ki anlayamıyorum.”
“Ama sakın birilerini öldürmeye çalıştığım için ağladığımı sanma.” Bu sefer gülüyordu. Riley ne demek istediğini anlamadı, gözlerini kırpıştırarak devam etmesini bekledi. “İnsanlar benim için bir ihtiyaçtan başka bir şey değildi sanırım, ama bunu yapmak istemiyordum. Acı çekiyordum, damarlarımın içinde sanki bir şey dolaşıyordu. Vücuduma hâkim olamıyordum, uyandığımda kilitlenmemin nedeni buydu. Görüntüler akarken herhangi bir şey yaptım mı bilmiyorum, eğer küfrettiysem özür dilerim. Gerçekten isteyerek olmadı.”
Riley’nin karşılıkları sayesinde biraz olsun rahatlamıştı. Gerilmiyordu, dudakları eski halini almış gülümsüyordu.
“Bilirsin nasıl göründüğümü umursamam, güzellik benim için önemli değildir. Ama şimdi rüyamdaki Jeanne’ı kıskanıyorum. Sanki bir melekti, görünce ölmeyi dahi göze alabileceğin melek.”
“Biraz abartıyor gibisin.”
“Hayır!” dedi, kükreyerek karşı çıktı. “Gerçekten güzeldi, kendimi hiç öyle görmemiştim.”
“Kesinlikle abartıyorsun. O gördüğün Jeanne şimdiki Jeanne kadar güzel olabilir ancak.” Dişlerini sıktı, sağ yanağı belirginleşti. Söylediklerinden şüphe etmiyor gibiydi. “Tabii şimdi güçlü olduğunu sanmıyorum.”
Jeanne dilini dışarı çıkartıp başını sağa sola salladı dengesizce. İlgilenmiyor gibi görünmeye çalışıyordu.
“Şapşal.” dedi Riley.
Kaşlarını çatıp boynunu dikleştirdi, öne eğilip kinayeyle onu süzdü. “Bana söyleyene bak.” Arkasına yaslanıp saçlarını karıştırdı. Dudaklarını büzmüştü, atışmanın devam etmesini istiyor gibiydi.
Donuk bir sesle “Carmen ve Hayley’ye anlatacak mısın?” dedi Riley.
Başıyla onu reddederek “Önemsiz bir şey, bahsetmesek de olur. Benim için hiçbir şey fark etmeyecektir.'' Dedi.”
Gece boyunca oldukça heyecanlıydı, böyle küçük şeyler her zaman uyuyamamasına neden olurdu. Kâbuslar yüzünden değildi, görüntüler tekrar etmemişti kendilerini.
Duş alıp saçlarını kuruttu, burada kaldığı iki hafta boyunca yağmurun asla tam olarak gitmediğini bildiğinden yağmurluğunu giydi.
Hava durumuna alışması kolay olmuştu, geldiği yerin buradan aşağı kalır bir yanı yoktu.
Kapüşonunun altında kalan saçlarını düzeltip çalışma masasına yöneldi. Dağınıklığı umursamadan, telefonunu alıp cebine attı. Birkaç defteri, dosya kâğıdını ve müzik çalarını alıp dikkatle koltuktaki çantasına koydu.
Önünde 2 saati olmasına rağmen hazırdı, çantasını da alıp aşağıya indi.
Birazdan iki kardeş de uyanırdı, Carmen’in aşağıda olmasını bekliyordu ama o gitmişti. Masanın üzerine orantılı harflerle yazılmış olan bir not bırakmıştı: “Pastanedeyim, Alison geri dönmüş.”
Bahsettiğini kişinin kim olduğunu bilmediğinden ne olduğunu umursamadı ve mutfağa geçti.
Kahvaltıyı hazırladı, diğerleri de aşağıya inince karınlarını doyurdular.
Hayley abisiyle atışıyordu, Jeanne düşünmeyi tercih ediyordu. Günlerdir aklından çıkmayan şeylerden kurtulmak istemediğini fark etmişti, bu onun buraya bağlanmasını sağlıyor gibiydi. Forks’a gelişiyle bağdaştırıyordu bu farklılığı.
Dışarı çıkınca ağır adımlarla arabaya doğru ilerledi.
Soğuktu, güneş kendini göstermekten kaçınmıştı. Rüzgâr esiyordu hafifçe, ellerini ceplerine koydu.
Hayley koşarak yanından geçti ve arka kapıyı açıp içeriye girdi.
Jeanne da öne oturdu. Riley binmeden önce öne geçebilmesinin büyük bir iltifat olduğunu söylemişti. Araba çalışınca Hayley hiç itiraz etmeden onları onayladı ve başını cama dayayıp dışarıyı izledi.
Okulun otoparkına gelinceye dek hiç konuşmadılar, Hayley içeri girince cebinden buruşturduğu bir kâğıt çıkardı. Sesini incelterek “İspanyolca.” dedi aşağılayarak. Memnun görünmüyordu, dudaklarını büzerek başını iki yana salladı.
“İlk dersim fizik, galiba Riley ile aynı sınıftayız.”Araba yavaşladı, park edecek yer az gibi görünüyordu. Çoğu öğrenci topluluklar halinde otoparka yayılmıştı, Riley nasıl bir düzen olduğunu biliyor olmalıydı ki çabucak boş bir yer buldu.
Arka kapı hızla açıldı, Hayley aceleyle “Sonra görüşürüz.” diyerek aşağıya indi. Arkadaşlarının yanına gittiğini sanıyor Jeanne, koşarak
Jeanne çantasını omzuna atarak Riley’nin yanına gelmesini bekledi. Gözlerini yere dikmişti, kimseyi tanımıyordu. Etrafındakileri süzmek istemiyordu, önyargıyı sevmezdi.
“Ne yapacağız?” Dirseğini tuttu, onu yönlendirmesini istiyordu.
“Büyük gün.” diye mırıldandı Riley. “İstersen rahatsız olmayacağın kişilerle tanışabiliriz.”
Yüzünü buruşturarak elleriyle onu uzaklaştırdı. “Şimdi gerekli mi?” Adımlarını biraz hızlı atarak onun hizasında yürüdü. “Dersliklerin nerede olduğunu öğretmen yeterli bugünlük.” dedi.
“Tamam.”Sadece binayı izliyordu, içeridekilerle ilgilenmeden ilerledi. Dikkat çekecek birisi değildi, ne de olsa yeni bir dönem başlıyordu ve onlarca yeni öğrenci vardı. Önündeki ayları yalnız geçirmeyi planlıyordu, dersleriyle ilgilenip seneye iyi bir yere gitmesi gerekiyordu.
Sınıfa girdiklerinde en köşedeki sıraya geçti, Riley de yanına oturdu.
Burada göze çarpmıyordu.

Tüm zamanlarından daha yavaş geçen ayları atlatmak için hiçbir çaba göstermemişti, yapması gerekenleri gerçekleştirdi sadece. Dikkatini dağıtacak hiçbir şeyle ilgilenmedi, ardındaki fısıldayışlara hiçbir tepki vermedi.
Her gecesi bir öncekinden farklıydı. Her günü karanlığın parıldamasına neden oluyordu, deliriyordu.
Birkaç haftası tamamen aynıydı, okula gidiyor ve eve gelip kitap okuyordu.
Bir ay sonra, o geceyi neredeyse unutmuşken, tekrar aynı şeyi yaşadı. Bu sefer daha da gerçekçiydi, hiçbir an silik değildi.
Uyandığında her şeyin eski halinde olduğunu görmek onu şaşırtıyordu, başucundaki insanlara zarar vermemişti.
O anlarda, renkli rüyalarda sadece vahşiydi. Asla olanları yapamazdı, o kadar güçlü de değildi zaten.
Okula gidiyordu ancak derslerini dinlemek yerine gözlerini öğretmene dikip düşünüyordu. Bunun üstünde durdukça her gece haykırışları daha da arttı. Korkmaya başlamıştı, kendini tanımıyordu.
İlk seferdeki gibi kıskanmıyordu Jeanne’ı, nefret ediyordu ondan. Kendisinden daha üstündü her yönden; güçlüydü ve oldukça güzeldi, önüne çıkabilecek her şeyi yok edebilirdi.
Gerçekte böyle olabileceğine ihtimal dahi vermiyordu. Bilmesi gereken şeyler vardı ya da bunları biliyordu zaten. Kendi hayal dünyasını mı yaratmıştı? Zihni karamsarlıktan kurtulmak için böyle bir savunma sistemi mi geliştirmişti?
Ağlamıyordu da, o kadar kolay değildi onun için bu. Her şeyi öğrenmek istiyordu, nasıl bir şey insanlara saldırmak isterdi ki?
Olanların sonucu ne olacaktı kestiremiyordu, belki de bir gece bitip gidecekti anılar. Ya da öldüğünde unutulacaktı hepsi.
Hatırlamıyordu hiçbir şeyi, dikkati dağılmıştı. Geçen her dakikanın bir önemi yoktu, geceler kararı veriyordu onun için.
Uyumamak için elinden geleni yapmıştı tekrarlar arttığında. Hiçbir çare bulamamıştı, uykuya dalmasa da oturduğu kanepede dahi buluyordu onu anılar. Gözleri aniden kapanıyor, oda bir anda kararıyordu. Sonrasında ise o gün yaşadığı bir sahne canlanıyordu, yemekhanede terör estiriyordu.
Daha çok kişiyle temas kurması gece daha çok acı çekmesine neden oluyordu, korkusu artıyordu.
Yeni kararlar almalıydı, bunlardan ilki öğle yemeğini dışarıda tek başına yemekti.
Sabahları yanına birkaç meyve almaya başladı, bazen çantasına birkaç abur cubur da atabiliyordu.
İkinci döneme başlamadan hemen önce annesi bir araba almıştı ona. Kendisi gelmemişti, aldığı yerle anlaşarak deniz yoluyla arabayı Washington’a göndermişti. Sağdaki direksiyon herkes tarafından yadırgansa da bu küçük sürpriz onu memnun etmişti.
Okula bazen o götürüyordu iki kardeşi.
Öğle aralarında arabadaki yağmurluğunu ve okuduğu kitabı alıp bir banka geçiyordu.
Kimse ona dikkat etmiyordu, herkes çoğunlukla içeride oluyor ve donarak ölmeye çalışan şapşalı umursamıyorlardı.
Her gün yaptığı bu sistemli çalışmadan gurur duyuyordu, bu sayede geceleri suç oranı biraz daha azalıyordu.
Üzerindeki baskı değişmemişti ama, hala Riley onu birileriyle tanıştırmak için zorluyordu. Geceleri katlettiği kişi genellikle o oluyordu, baskıyı sevmiyordu Jeanne da onun gibi.
Sosyal Bilimler’den çıkıp geniş adımlarla binadan ayrıldı. Son sınıflar herkesin duyulabileceği bir biçimde yemekhaneye ilerliyorlardı.
Jeanne da onlar gibi olmalıydı, ancak sadece derste konuşuyordu.
On dakika içinde bahçede neredeyse hiç kimse kalmadı. Gök gürüldüyordu ancak henüz yağmur başlamamıştı, sert bir rüzgâr vardı.
Otoparka gidip arabasını buldu, ellerinin soğuk olduğunu içeriye girdiğinde fark etti. Çantasını yanındaki koltuğa koyup içinden kitabını ve sabah koyduğu elmayı aldı. Arabayı çalıştırıp klimayı açtı, koltuğu geriye yatırabilirdi ancak uyumak istemiyordu.
Bacaklarını birbirlerine kenetledi, ellerini birbirine sürterek ısınmaya çalıştı. Kitabına yöneldiğinde içerisi çoktan ısınmıştı.
Elmasından bir ısırık aldı ve yüzünü ekşitti, tatlı olması hoşuna gitmemişti. Yanındaki panelden bir mendil alıp elmayı ona sardı ve koltuğa bıraktı.
Kitabı tekrar eline aldı, sayfanın ilk paragrafına yoğunlaşmaya çalışırken kapı açıldı, korkarak sıçradı ve soğuk hava ürkmesine neden oldu.
Gelen Riley’di, kafasını açtığı kapıdan içeriye soktu. Yüzünde dişlerinin görünmesini sağlayan bir gülümseme vardı, saçları hala kısaydı. Şekil verilecek bir hale gelmişlerdi ama o bununla uğraşmıyordu.
Çantayı ve elmayı alıp Jeanne’ın yanına oturdu, çantayı arkaya fırlattı.
“Hayley sana bir şey soracakmış.” dedi. Mendili elinin içinde buruşturup arabanın önüne koydu ve elmanın dokunulmamış tarafını ısırdı.
Jeanne parmağını kitabının arasına koyarak kapakları bıraktı, ağırlığını sol koluna vererek gövdesini ona çevirdi.
“Fotoğraf çekmesi gerekiyor sanırım, ancak uğraşamayacak kadar tembel.”
“Önemli bir şey değil, akşam ona gereken şeyleri vereceğimi söyleyebilirsin.”
“Tam olarak ne istediğini bilmiyorsun bile.”“Ne gerekirse elimde mevcut, binlerce fotoğraf var elimde.”
“Kendine o kadar çok güvenme.”
Gözlerini devirdi, ayağını kendine doğru çekip diğer bacağının altına sıkıştırdı. Sıcak hareket etmek istemesine neden olmuştu.
Riley kapı kolunu tutarak “Hadi gel, içeriye girelim.” dedi.
İnledi Jeanne.
“Burada kalma bir günde.”
“Bazen banklarda oturuyorum.” Eliyle arkasını gösteriyordu, gözlerini kırpıştırdı. Riley homurdanınca “Kalabalığı sevmiyorum biliyorsun.” dedi
“O kadar da kalabalık bir okulda değilsin.” Onaylamıyordu, başını iki yana sallayarak “Bir sene boyunca kimseyle tanışmadın.” diye devam etti.
“Bu beni gizemli yapıyor.”
Gülüyorlardı.

Battaniyeye sarıldı, başını yastığa gömdü. Yarın için tüm hazırlıkları yapmıştı, sabah erkenden başvuru formlarından birkaçını göndermeyi planlıyordu.
Çıplak ayakları üşümüştü, kendine doğru çekti. Yatağın soğuk olmasından hoşlanmıyordu, dışarısı dahi bu kadar serin değildi. Yağmur yağıyordu, perdesi çekili olan cama her düşen damla odada çınlıyordu.
Fark edilmeyecek noktaların gözünde büyüdüğünü sanıyordu, her insan bu kadar dikkatli olmazdı. O, her şeyi gözlemliyordu son dönemlerde.
Göz kapakları ağırlaştı, mırıldanmaya başladı. Melodi rahatlamasını sağladı, böyle uyumayı deniyordu ki daha mutlu uyanabilirdi.
Gene olmadı istediği gibi, gene benliğini yitirdi.
Diğer Jeanne geldi, aynı günü rüyasında o yaşadı bir de.
Derslikten hızla koşarak ayrıldı, kimse onu göremiyordu, yarattığı esinti soğuk hava sayesinde fark edilmiyordu.
Arabasına geçti, soğuk onu etkilemiyordu. Üşüdüğü için ne dişleri takırdıyordu ne de diz kapakları titriyordu. Elmadan bir ısırık aldı, bu ihtiyaçtı; bulamaç gibiydi, böğürerek çıkardı ağzındaki lokmayı.
Kitabı okumak istemiyordu, tahmin yeteneği de gelişmişti. Sanki her şeyi biliyordu ya da bunları bilmesi gerekmiyordu.
Umursamazdı, yemekhanedeki sesler kulağında uğulduyordu. Küçük dedikodular da dâhil tüm konuşmaları anlamlandırabiliyordu, emindi. Hiçbir zaman ismi geçmiyordu ancak, sadece iki kişi alıyordu adını ağzına.
Kendine yaklaşan ayak sesleri duydu, Riley geliyordu. Sevimli küçük bir insandı işte, lezizdi.
Neden onu istediğini anlamıyordu, saldırmak istiyordu. Gövdesi atılmak istedi ancak bunu yapmadı, bekledi. Vücudu sarsılıyordu, kapı açıldı.
Çığlığı duyabiliyordu, aynı anda her ikisi de haykırıyorlardı.
Ölüm acıydı. Öldürülen acı çekiyordu.
Öldüren kinini dışa sadece böyle vurabiliyordu, anlaşılmayan şeyler söylüyordu kendine. Tiz ve yüksek bir mırıldanma gibiydi bunlar, kimse anlamıyordu.
Jeanne başını zarif bir biçimde yukarı kaldırdı, uzun boynu saten gibiydi.
Camda kırılan ışık yüzüne düşüyordu. Parıldıyordu bir yıldız gibi, hayal gördüğünü sana Riley bir ıslık çaldı.
Bir kedi gibi öne eğildi Jeanne, omuzları ilerideydi. Yutkundu, elini Riley’nin yüzüne uzattı.
Onu bir oyuncak bebek gibi kendine çekti, yüzünü avuçlarına alarak ne olduğunu anlamayan gözleri izledi.
Telaşlanıyordu Riley. Jeanne elleriyle onu doğrulttu ve ona iyice sokuldu.
Başını omzuna gömdü, dudakları boynunu buldu. Riley tıslayarak şiddetli bir tekme attı, bu dayanaklı teninde hiçbir etki yaratmadı.
Dişlerini çenesine değdirdi.
Tırnakları bir pençe gibi ince tenini deldi, yumuşak olan kemiğe değebiliyordu.
Onu incitemezdi Jeanne, konuşmuyordu.
Bu seferki diğerlerinden daha gerçekçiydi.
Yabani bir hayvan gibi hissediyordu, evcil değildi. Uyması gereken kurallar yoktu, istediği tek şey vardı.
Riley onun için iyiydi.
“Nasıl?” diye soruyordu kendine, onu koruyamıyordu.
Rüyalar gerçekle tezat oluşturuyordu, böyle varlıklar olur muydu?

-Çok uzun,biliyorum.Bir anda ilham geldi bana.Sizi yorduysam affola...-





Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Valentyn Vavřinec

Valentyn Vavřinec


Lakap : Vale.
Rp Sevgilisi : Liona Ambrosius.
Mesaj Sayısı : 66
Kayıt tarihi : 22/08/11

Özel
Rp Puanı:
Emma R.Carter Left_bar_bleue97/100Emma R.Carter Empty_bar_bleue  (97/100)

Emma R.Carter Empty
MesajKonu: Geri: Emma R.Carter   Emma R.Carter Icon_minitimeSalı Ocak 03, 2012 6:55 am

Puanınız 79.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Emma R.Carter
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Emma M. Roberts
» Essence Carter.
» Justin R. Carter
» Alice Carter.
» Emma Meave Roberts

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Whisper of Death RPG :: Karakter İşlem ve İstek Geçmişi-
Buraya geçin: