…
Grant boş güvertede, sıkıca pelerinine bürünmüş yürüyordu. Kafasının üstünde rüzgarla dönen yelkenler kabarıyor, kış öncesinin boraları gemiyi güneye doğru, rotası boyunca ittiriyordu. Gökyüzünü milyarlarca yıldız beneklendirmişti. Boş karanlıktan, yalnızca denizin düz çizgisi tarafından sınırlanan ufuklara kadar parıldıyorlardı.
Grant yakut süsü çıkardı ve büyüsünün yıldız ışığını yakalamasını sağladı. Onun dönüşünün izledi ve içinde oluşan girdabı inceledi, bu yolculuk bitmeden evvel onu iyi tanımaya niyetliydi.
Grant yakut süsü geri aldığında çok heyecanlanmıştı. Adama bu denli gücü o kazandırmıştı. ‘Diğerlerinin kazandığından daha fazla güç’ diye fark etti Grant şimdi. Yakut süs elindeyken, düşmanlarından dost, dostlarından da köle çıkartmıştı kendine.
Grant yüksek sesle güldü. Ondan başka güvertede bulunan tek kişi olan dümenci, ona meraklı bir bakış attı ama bu konuda başka bir şey düşünmedi.
Süsün altın zincirini gülerek boynuna takıp kopçaladı ve yakutu deri yeleğinin altına gizledi.
Sonra cebindeki nesneyi hissetti, partner heykelciğini kavradı ve bakışlarını kuzeye çevirdi.
“Bunu izliyor musun Drew De’Garden? ” diye sordu geceye doğru.
Cevabı biliyordu. Çok ötede bir yerde, Derinsu ya da Uzunsemer’de veya ikisinin arasında bir yerde, lavanta renkli gözleri güneye çevrilmişti.
Yeniden karşılaşmak kaderlerinde vardı; ikisi de bunu biliyordu. Thrill Salonu’nda bir kez dövüşmüşlerdi ama iki taraf da zafer kazanamamıştı.
Bir kazanan olması gerekliydi.
Grant kendininkilerle boy ölçüşebilecek reflekslere sahip biriyle ya da kendisi kadar ölümcül kılıç kullanan biriyle karşılaşmamıştı ve Drew De’Garden ile aralarında geçen çatışmanın hatıraları aklından hiç çıkmıyordu. Birbirlerine öyle çok benziyorlardı ki hareketleri aynı danstan kesilip alınmış sahneler gibiydi. Yine de, merhamet ve sorumluluk sahibi olan De’Garden, Grant’ın uzun zaman önce boş vermiş olduğu temel insanlık değerlerine sahipti. Grant, katıksız bir savaşçının kalbindeki soğuk boşlukta böylesi duygulara, böylesi zayıflıklara hiç yer olmadığına inanıyordu.
Onu düşündükçe Grant eli hevesle seğirdi. Hiddetle alıp verdiği nefesi soğuk havada buharlar oluşturuyordu.
“Gel bakarlım Drew De’Garden! ” dedi kenetlediği dişlerinin arasından.
Kimin daha güçlü olduğunu öğrenelim!”
Sesi ölümcül kararlılığı yansıtıyordu. Çok ince, neredeyse fark edilemez nitelikteki bir endişe tınısı da vardı. İkisinin de hayatının en hakiki karşılaşması olacaktı bu, bütün hareketlerini yönlendiren farklı prensiplerin bir sınavı. Grant için asla bir beraberlik söz konusu değildi. Ruhunu ustalığı için feda etmişti ve Drew De’Garden onu mağlup ederse, hatta eşitlik bile sağlarsa, kiralık katilin varoluşu harcanmış bir yalandan başka bir şey olmayacaktı.
Ama o öyle olacağını düşünmüyordu.
Grant kazanmak için yaşıyordu.
-------------------------------------------------------------o---------------------------------------------------------------
Regis de gece göğünü izliyordu. Taze hava midesini biraz yatıştırmıştı ve yıldızlar onun düşüncelerini kilometrelerce ötedeki dostlarına götürmüştü. Buzyeli Vadisi’ndeyken böyle gecelerde ne kadar a sık beraber otururlardı, macera dolu hikâyeler anlatır ya da sadece sessizce dururlardı. Buzyeli Vadisi, acımasız havanın hüküm sürdüğü ve acımasız insanların yaşadığı donmuş tundradan oluşan uzun bir toprak sahasıydı. Ama Regis’in orda edindiği dostlar, en soğuk kış gecelerini bile ısıtmış ve ısıran kuzey rüzgârının acısını alıp götürmüşlerdi.
Her şeye rağmen Buzyeli Vadisi, Regis’in 50 yıllık hayatında on senesini geçirdiği bir barınak ve uzun yolculukları içinde sığındığı kısa bir konaklama yeri olmuştu.Ama şimdi hayatının büyük bir kısmını geçirmiş olduğu güney krallığına dönerken Regis Buzyeli Vadisi’nin gerçekten de yuvası olduğunu anladı. Ve çoğunlukla vefasızlık ettiği dostları, onun bilip bileceği tek ailesiydi.
Drew’in Thrill Salonu derinliklerinden yara almadan dönmüş olmasıyla duyup duyabiliceği bütün ferahlama hislerini duymuştu.
Bir yıldız, ardında bir kuyruk bırakarak gece göğü üzerinde kaydı. Gemi hala sallanıyordu ve okyanusun tuzlu kokusu burnunun direğini kırıyordu. Regis’in midesi bulanmıyordu; vahşi cüceyle birlikte geçirdiği o çılgın zamanları hatırladıkça hüzünlü bir sükunet hissediyordu sadece.
O unutamadığı yangından kaçabilmek için buralara gelmişti. Diğer arkadaşları da kurtulmuştu. Bundan emindi. Hatta arkadaşlarının onu kurtarmaya geleceğinden –Grant’ın emin olduğu kadar- emindi.
Regis buna inanmak zorundaydı.
Ve kendi üzerine düşen role gelince; görevi açıkça görülebiliyordu. Grant Metroport’a hele bir varsın, kendisine müttefikler bulacaktı. O zaman kiralık katil, her karalık deliğini ve her avantajı elinde bulundurduğu kendi çöplüğünde olacaktı.
Bu amacın sınırlı görüntüsüyle güç bulan Regis, bir ipucu arayışıyla kamara içinde etrafına bakındı. Tekrar ve tekrar, gözlerinin muma doğru çekildiğini fark etti.
“Alev. ” Diye fısıldadı kendi kendine, yüzünde bir gülümseme belirerek. Masaya doğru ilerledi ve mumu şamdandan çekip çıkardı. Fitilin alt kısmında, sıvı balmumundan küçük bir birikinti parıldıyor ve ona acı vaat ediyordu.
Ama Regis hiç tereddüt etmedi.
Giysisinin bir kolunu sıvadı ve sıcaklık karşısında yüzünü buruşturarak katlanıp balmumu damlacıklarını kolunun uzunluğu boyunca akıttı.
Grant’ı yavaşlatmak zorundaydı.
…